26231957
Bookmark

OSMANLININ BATMA SEBEPLERİ

Osmanlı neden battı

CİHAN DEVLETİ OSMANLI NEDEN ÇÖKTÜ

OSMANLININ BATMA SEBEPLERİ ARAPLAŞAN OSMANLI

Osmanlı neden battı, Osmanlının batışının sayısız nedenleri vardır , bunlardan bir tanesi ve en önemlisi Osmanlının Türk İmparatorluğu olan vizyonundan vazgeçmesidir.

Aslını araştırdığınızda, iki farklı Osmanlı olduğunu görürsünüz: Yavuz Sultan Selim'e kadar olan, nam-ı diğer Türk İmparatorluğu ve Halifelikten sonra Araplaşan, kozmopolit bir yapıya öncelik vererek Türkleri dışlayan İmparatorluk. Araplaştıkça yönetimden Türkler uzaklaştırılmış ve gayrimilli unsurlara daha fazla yer verilmiş, bu da Osmanlı İmparatorluğu'nun daha da çökmesine neden olmuştur. Osmanlı, halifelik sevdasına düştüğü gün gerileme de başlamıştır.

OSMANLININ BATMASINDA HALİFELİĞİN ETKİSİ:


O dönemin şartlarında Halifeliği vazgeçilmez olarak gören Yavuz Sultan Selim, akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri, Abbasi halifeliğini Memlüklerin elinden almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını düzenler. 

Yavuz Sultan Selim, Şeyh İdris-i Bitlis-i'nin telkinleriyle Halife olma fikrini benimser ve Mısır'a sefer düzenler. 
Mısır, Memlüklerin yönetimindedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Memlükler hem Türk hem de Sünni İslam'dır ve Osmanlı'yı kışkırtacak hiçbir girişimde bulunmamışlardır (1517).
 
Mercidabık ve Ridaniye savaşlarının sonunda, son Memluk Türk Sultanı Kansu Gavri öldürülür ve son Abbasî Halifesi Üçüncü Mütevekkil Alellah'tan halifelik törenle alınır. Tarihçi Murat Bardakçı, Mütevekkil Alellah’ın hilafeti Yavuz’a devretmesinden sonra üç yıl boyunca Yedikule’de gözetim altında tutulduğunu, ardından serbest bırakıldığını, küçük bir maaş bağlanarak Mısır’a dönmesine izin verildiğini ve 1538’de Mısır’da öldüğünü belirtir.

Halifelik kılıç gücüyle Osmanlı'nındır; ancak halifelik Osmanlı'nın olsa da büyük bir sorun mevcuttur. Halifelik sadece "Ben halifeyim" demekle mümkün olmaz, biat gereklidir. 

Araplar, halifeliğin ellerinden gitmesine şiddetle karşı çıkar, fakat Türk halifeye biat etmeyi istemezler. 
Bunun üzerine bir orta yol aranır ve bulunur. Bu orta yol, Mısır’dan ve Arap dünyasından seçilecek iki bin kadar ulema, molla ve Ebu Suud Efendilerin İstanbul’a getirilip, kendilerine para, mal, mülk ve arazi verilerek kalıcı şekilde yerleşmelerini sağlamak, böylece imparatorluğu Araplaştırmaktır. 
Başka bir deyişle, Türk İslam'ını terk ederek Arap İslam'ına doğru bir dönüşüm sağlamak konusunda anlaşmaya varılır.

Bu projeye Araplar da ilgi gösterir ve hayata geçirilebilir. Bugün nasıl ki "Ben Türk'üm" demek, Siyasal İslamcılar tarafından kötülenip itibarsızlaştırıldıysa, o günden sonra Osmanlı'da "Türk" kelimesi yasaklanır.

ARAPLAŞAN OSMANLI:

Türküm, Türkmen'im diyenler cezalandırılır, kızılbaş yaftası vurulur, hatta kafaları kesilir. Kuyucu Murat Paşa bu yöntemle tam 158.000 Türkmen'i Celali diye katleder. Ehli Beyt Türk tekkeleri yasaklanır, Halidi Nakşi Kürt tekkeleri kurulur. Bu dönemde Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir ve 1839 Birinci Tanzimat Fermanı'na kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar. Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir.

Bu dönemde yine Türkler saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilir. Osmanlı içinde Türklerin askeri ve siyasi gücünü zayıflatmak için Arap mollaların fetvalarıyla serdengeçti birlikleri yalnızca Türklerden oluşturulur, en ön safta savaştırılır, kırdırılır ve ganimet bile toplatılmaz.

Savaş ganimetini, saraylardaki Arap mollalarla iş birliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşır. Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı ise bu mollalara kızar ve canını kurtarmak için Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçer.

Bu aşiretler ve boyların en büyükleri şunlardır: Avşarlar, Halaçlar, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya ve Yıva. Tarihimizde bunlara “Ekrad Türkmenleri” denir.

Sonrasında Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar uzanan bölgede yaşayan Akkoyunlu Türkmenlerin çoğu İran’a göç eder. Günümüzde dünyanın en büyük Türk nüfusuna ev sahipliği yapan başkent Tahran’dır.

Bu olaylar sonucunda, Kürt sorunu ve Alevilik yüzyıllarca sürecek bir mesele haline gelmiş ve bu politikalarla büyümüştür. Osmanlı İmparatorluğu öyle bir duruma düşmüştür ki, artık ne halifelikten vazgeçebilir ne de imparatorluğun kan kaybını durdurabilir. Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur olan Türkler ve Türkmenler dışlanmış, mezhepçilik uğruna harcanmıştır. Yobazlar ve mollalar ise başta matbaa olmak üzere birçok saçma sapan fetva vermiştir.

RÖNESANSI ISKALAYAN OSMANLI:


Sonuç olarak Osmanlı Rönesans’ı ıskalar ve Rönesans’ı İngiltere kapar. Osmanlı, gelişimde öyle geri kalır ki matbaa ilk kez 1480’de Yahudilerle gelir, ardından 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur ve 1563’te Rumların bile matbaası olur. 

Ancak Araplaşan Osmanlı’daki yobazlar ve mollalar, sürekli yeni fetvalarla Osmanlı’nın matbaaya ulaşmasını engeller. Batı, Rönesans ve aydınlanmayı yakaladıktan tam 240 yıl sonra, 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabalarıyla matbaaya kavuşuruz, fakat artık bilgiye erişmek için çok geç olmuştur.

Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır; 1299'dan 1683 Viyana Bozgunu'na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir "Türk İmparatorluğu" Osmanlı varken, Osmanlı neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip bir de Kurtuluş Savaşı yapmak zorunda kalmıştır? Osmanlı, 1683 Viyana Bozgunundan 1922 yılında Sakarya Savaşı'na kadar geçen dönemde tüm savaşlarını kaybetmiştir.

Acaba.
Halifelik sevdası ve beraberinde izlenen Türk karşıtı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi koca bir imparatorluk çöker miydi? Ve yine;

  • Yunus Emrelerin,
  • Hacı Bektaşilerin,
  • Seyit Gazilerin,
  • Ahmet Yesevilerin…

İslam'ı, İslam değil miydi? Osmanlı’yı kuran Şeyh Edebali’nin İslam’ı, Akşemseddin’in İslam’ı İslam ve Müslümanlık değil miydi de koca imparatorluğu Ebu Suudlara teslim edip batırdık? Günümüzde de aynı sürecin devam ediyor olması, biz Türklerin tarihten hiç ders almadığını göstermektedir.

Pir-i Türkistanlı Ahmet Yesevi şöyle der:  
Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!  
Bu yüzden "Arap sevici mezhepçi" değil, "Cumhuriyetçiyiz!"  
Tarih tekerrürden ibarettir derler,  
İbret alınsa, okunsa, hiç tekerrür eder mi?  

Bugün köprülerden birine Yavuz Sultan Selim Köprüsü adının verilmesi kesinlikle tesadüf değildir. Bugün mecliste vekiller tarafından Türk diye bir ırkın olmadığı söylenmesi de tesadüf değildir.

Ayrılıkçı azınlıkların demokrasi savunuculuğunu ümmetçiler, Türk milletine yerli ve milli olarak sunmaya çalışıyorlar. "Türküm" diyenlerin faşistlikle suçlanması asla tesadüf değildir. Türklüğe Osmanlı kadar zarar veren başka bir devlet olmamıştır. 

Melez bir hanedanlığın boyunduruğu altında Türk kimliği, Türk dili ve Türk kültürü yok edilmiştir. Üstelik bu hanedanlık, tamamına yakını yabancı uyruklu bireylerden oluşmuş; Balkanlardan Afrika’ya kadar kimi Arap, kimi Sırp, kimi Hırvat kökenli olanlar, sözde İslam uğruna, aslında yalnızca fetih, yağma ve talan için hareket etmiştir. 

Gerçek Türklere reaya muamelesi yapan, ordusunu dahi devşirmelerden kuran bu yapı, Türkmenleri dağlara sürmüştür. Emevî artıkları zorla ve baskıyla, sözde İslam adına, kendi menfaat, iktidar ve güç hırsları için Türk milletini Araplaştırmaya ve kimliğinden koparmaya çalışmış, bunun için her türlü entrikaya başvurmuştur.

Ancak bizler, bu ülkeyi kurup iktidarı gerçek sahiplerine teslim eden Mustafa Kemal Atatürk'ün izinden giden, Türklüğüyle gurur duyan ve Arap kültürünün entrikalarını iyi bilen insanlar olarak, bu vatanı Araplaştırmayacağız. Bunu bilmenizi istedim.

A.Atam

Kaynaklar:
1. Murat Bardakçı
2. Bahtiyar Aydın
Post a Comment

Post a Comment

Post a Comment