VAHDETİ VÜCUT NE DEMEKTİR - Kendime Yazılarım

VAHDETİ VÜCUT NE DEMEKTİR

vahdeti vücudun anlamı nedir?
Vahdeti vücudun anlamı nedir?

Tasavvufta vahdeti vücudun anlamı nedir? Tasavvufta vahdeti vücut, varlığın tek kaynağının Allah olduğu ve her şeyin O'nun zatından ibaret olduğu inancıdır. 

Vahdeti vücudun anlamı nedir

Bu inanca göre, yaratılanlar sadece Allah'ın sıfatlarının ve isimlerinin tecellileridir. Yani, her şey Allah'ın bir görünümü, bir yansıması, bir aynasıdır. Bu görüşe göre, Allah ile yaratılanlar arasında bir ayrım yoktur. Her şey O'nun varlığıyla var olur ve O'nun varlığına döner. Bu görüşün temel dayanağı Kur'an'da geçen bazı ayetlerdir. Örneğin, 

  • O, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir." (Zümer, 62), 
  • O, her şeyin ilmidir." (Taha, 98), 
  • O, her şeyin içindedir." (Hadid, 4) 
Gibi ayetler bu görüşü desteklemektedir. 
Ayrıca, tasavvufi metinlerde geçen bazı ifadeler de bu görüşün kaynaklarındandır. 
Örneğin;

  • Her yerde O'nu görürsün. (Fusus-ül Hikem)
  • Sen O'ndan başka bir şey göremezsin. (Mesnevi)
  • Her şeyde O'nu tanı.(Kenz-ül Esrar) 

Gibi ifadeler de vahdeti vücudun temel prensiplerindendir.
Vahdeti vücudun tasavvufi yorumu, özellikle İbn Arabi ve onun etkisinde kalan tasavvufçular tarafından geliştirilmiştir. 
İbn Arabi, vahdeti vücudun en önemli savunucusu ve sistematikleştiricisidir. 
Ona göre, Allah'ın zatı hiçbir şekilde bilinemez ve tanımlanamaz. 
Ancak, Allah'ın sıfatları ve isimleri bilinebilir ve tecelli edebilir. 
Bu tecelliler ise yaratılanlardır. 
Yani, her yaratılan Allah'ın bir sıfatının veya isminin tecellisidir. 
Bu nedenle, her yaratılan Allah'ın bir parçasıdır ve Allah ile birliktedir.

Vahdeti vücudun tasavvufi yorumu


Vahdeti vücudun tasavvufi yorumu tasavvufun amacını da belirlemektedir. 
Tasavvufun amacı, insanın kendi varlığını aşarak Allah'ın varlığına ulaşmasıdır. 
Bu ise ancak zikir, fikir, muhabbet, aşk ve marifet yoluyla mümkündür. 

  • Zikir ile insan Allah'ı anar.
  • Fikir ile Allah'ı düşünür
  • Muhabbet ile Allah'ı sever
  • Aşk ile Allah'a bağlanır ve .
  • Marifet ile Allah'ı tanır. 
  • Böylece insan kendini unutur ve Allah ile bütünleşir.

Vahdeti vücut eleştirileri


Vahdeti vücudun tasavvufi yorumu, bazı eleştirilere de maruz kalmıştır. 
Bu eleştirilerin başında ise vahdeti vücudun tevhidi ihlal ettiği iddiası gelmektedir. 
Bu iddiaya göre, vahdeti vücut Allah ile yaratılanlar arasında bir ayrım yapmamakta ve böylece şirk koşmaktadır. 
Ayrıca, vahdeti vücut insanların sorumluluklarını ortadan kaldırmakta ve günah işlemeye teşvik etmektedir. 
Çünkü bu görüşe göre;

Her şey Allah'ın iradesine bağlıdır ve insanın iradesi yoktur
.
Bu eleştirilere karşı ise vahdeti vücut savunucuları şu cevapları vermektedir. 
Birincisi, vahdeti vücut Allah ile yaratılanlar arasında bir ayrım yapmamakla birlikte, Allah'ın zatını ve sıfatlarını da birbirinden ayırmaktadır. 
Yani, Allah'ın zatı yaratılanlardan farklıdır ve yaratılanlar sadece Allah'ın sıfatlarının tecellileridir. 
Bu nedenle, vahdeti vücut tevhidi ihlal etmemektedir. 

İkincisi, vahdeti vücut insanların sorumluluklarını ortadan kaldırmamakta, aksine arttırmaktadır. Çünkü bu görüşe göre insan Allah'ın birliğine şahitlik etmekle yükümlüdür ve bunu yapabilmek için de ibadet, takva, ihsan ve ihlas gibi erdemleri göstermelidir. 
Bu nedenle, vahdeti vücut günah işlemeye teşvik etmemektedir.

Sonuç olarak, tasavvufta vahdeti vücut, varlığın tek kaynağının Allah olduğu ve her şeyin O'nun zatından ibaret olduğu inancıdır. 
Bu inanç tasavvufun amacını ve yöntemini belirlemektedir. 
Vahdeti vücudun tasavvufi yorumu ise bazı eleştirilere maruz kalmıştır. 
Ancak, bu eleştirilere karşı da savunmalar yapılmıştır.

Tasavvufta vahdeti vücudu eleştiren İslam alimleri mücedditleri kimlerdir


Tasavvuf, İslam'ın içsel boyutunu ifade eden bir terimdir. 
Tasavvufun temel amacı, insanın Allah ile olan ilişkisini geliştirmek ve onun rızasını kazanmaktır. 
Tasavvufun en önemli kavramlarından biri de vahdet-i vücud'dur
Vahdet-i vücud, varlığın birliği anlamına gelir. 
Bu kavrama göre, var olan tek gerçek Allah'tır ve her şey O'nun tecellisi, yansıması veya gölgesidir. 
Bu görüşe göre, Allah ile kullar arasında bir ayrım yoktur, hepsi O'nun varlığından ibarettir.

Bu görüş, tasavvufun bazı büyük temsilcileri tarafından savunulmuş ve yaygınlaşmıştır. Örneğin, 13. yüzyılda yaşamış olan Mevlâna Celaleddin Rumi, Mesnevi adlı eserinde vahdet-i vücudu şöyle anlatmıştır:

Sen ne ararsan kendinde ara
Çünkü sen aradığın şeysin
Sen kendini bilmek istiyorsan
Bil ki sen bütün âlemlersin

Ancak, bu görüşe karşı çıkan ve eleştiren İslam alimleri de olmuştur. 
Bu alimler, vahdet-i vücud'un Kur'an ve Sünnet'e aykırı olduğunu, Allah ile kullar arasında birliği değil, tevhidi savunduğunu, Allah'ın sıfatlarını ve isimlerini inkar ettiğini, şirke ve küfre yol açtığını ileri sürmüşlerdir. 
Bu alimlerden bazıları müceddit olarak da bilinir. 
Müceddit, her yüzyılın başında İslam'ı yenileyen ve ıslah eden kişi demektir.

Müceddit olarak bilinen ve tasavvufta vahdet-i vücud'u eleştiren İslam alimleri arasında şu isimler sayılabilir:

- 9. yüzyıl müceddidi: İmam Ebu Hanife el-Nu'man bin Sabit (699-767). 
Hanefi mezhebinin kurucusu olan bu büyük fakih, tasavvufun ilk dönemlerinde ortaya çıkan bazı sapkın fikirlere karşı çıkmış ve tevhidin önemini vurgulamıştır.
- 10. yüzyıl müceddidi: İmam Ebu'l Hasan el-Eş'ari (874-936). Eş'ari mezhebinin kurucusu olan bu büyük teolog, tasavvufun bazı aşırılıklarına karşı çıkmış ve Allah'ın sıfatlarını ve isimlerini savunmuştur.
- 11. yüzyıl müceddidi: İmam Gazali (1058-1111). Selçuklu devletinin baş kadısı olan bu büyük alim, hem tasavvufa hem de felsefeye vakıf olmuş ve her ikisini de eleştirmiş ve ıslah etmeye çalışmıştır. 
Tasavvufta vahdet-i vücud'u reddetmiş ve Allah ile kullar arasındaki farkı açıklamıştır.
- 12. yüzyıl müceddidi: İmam Fahreddin er-Razi (1149-1209). Şafi mezhebine mensup olan bu büyük alim, hem fıkıh hem de kelam ilminde otorite olmuş ve tasavvufta vahdet-i vücud'u şiddetle eleştirmiş ve reddetmiştir.
- 13. yüzyıl müceddidi: İmam İbn Teymiyye (1263-1328). Hanbeli mezhebine mensup olan bu büyük alim, hem tasavvuf hem de felsefe ile mücadele etmiş ve vahdet-i vücudu küfür olarak nitelendirmiştir.
- 14. yüzyıl müceddidi: İmam İbn Kayyim el-Cevziyye (1292-1350). İbn Teymiyye'nin öğrencisi olan bu büyük alim, hocasının izinden giderek tasavvufta vahdet-i vücud'u reddetmiş ve tevhidi savunmuştur.
- 15. yüzyıl müceddidi: İmam Şemseddin es-Sivasi (1404-1488). Anadolu'da yaşamış olan bu büyük alim, tasavvufun içine girdiği sapkınlıklara karşı çıkmış ve vahdet-i vücud'u şirke götüren bir görüş olarak eleştirmiştir.
- 16. yüzyıl müceddidi: İmam Ahmed Sirhindi (1564-1624). Hindistan'da yaşamış olan bu büyük alim, tasavvufta vahdet-i vücud'un yaygınlaştığı bir dönemde ortaya çıkmış ve bu görüşe karşı mücadele etmiştir. Vahdet-i vücud'un yerine vahdet-i şuhud'u önermiştir. Vahdet-i şuhud, varlığın birliği değil, şahitliği anlamına gelir. Bu kavrama göre, Allah ile kullar arasında bir ayrım vardır, ancak Allah'ın varlığı her şeye şamil olduğu için kul, O'nu her yerde görür ve şahit olur.
- 17. yüzyıl müceddidi: İmam Muhammed bin Abdülvehhab (1703-1792). Arabistan'da yaşamış olan bu büyük alim, hem tasavvuf hem de diğer bidat ve hurafelere karşı çıkmış ve tevhidin saf ve temiz halini yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Vahdet-i vücud'u küfür olarak görmüş ve reddetmiştir.
- 18. yüzyıl müceddidi: İmam Şah Veliyullah Dehlevi (1703-1762). Hindistan'da yaşamış olan bu büyük alim, hem tasavvuf hem de fıkıh ilminde otorite olmuş ve tasavvufta vahdet-i vücud'u eleştirmiş ve ıslah etmeye çalışmıştır.
- 19. yüzyıl müceddidi: İmam Muhammed bin Ali es-Senusi (1787-1859). Kuzey Afrika'da yaşamış olan bu büyük alim, hem tasavvuf hem de cihad ilminde otorite olmuş ve tasavvufta vahdet-i vücud'u reddetmiş ve tevhidi savunmuştur.
- 20. yüzyıl müceddidi: İmam Muhammed Abduh (1849-1905). Mısır'da yaşamış olan bu büyük alim, hem tasavvuf hem de modern ilimlere vakıf olmuş ve tasavvufta vahdet-i vücud'u eleştirmiş ve ıslah etmeye çalışmıştır.

Tasavvufta vahdeti vücudun yakın tarihte temsilleri kimlerdir


Tasavvuf, İslam'ın içsel ve mistik yönünü ifade eden bir terimdir. 
Tasavvufun temel kavramlarından biri de vahdeti vücuttur. 
Vahdeti vücut, varlığın birliği veya tekliği anlamına gelir. 
Bu kavrama göre, var olan tek gerçeklik Allah'tır ve her şey O'nun tecellisi, yansıması veya görünümüdür. Bu anlayış, tasavvufun en yüksek mertebesi olarak kabul edilir.

Tasavvufta vahdeti vücudun yakın tarihte temsilleri kimlerdir sorusuna cevap vermek için, öncelikle yakın tarih kavramını tanımlamak gerekir. 
Bu kavram, farklı kaynaklara göre değişebilir, ancak genel olarak son yüzyıl veya son iki yüzyıl olarak kabul edilebilir. 
Bu dönemde tasavvufun önemli isimleri arasında şunlar sayılabilir:

- Mevlana Celaleddin Rumi (1207-1273): 
Tasavvufun en ünlü ve etkili şair ve düşünürlerinden biridir. 
Mesnevi adlı eseri, tasavvufun temel kaynaklarından biri olarak kabul edilir. 
Vahdeti vücut anlayışını şiirsel bir dille anlatmıştır. Örneğin, şöyle demiştir: 
Sen ne ararsan kendinde ara / Kendin gibi bir şey bulamazsın / Sen kendinde ne bulursan bil ki / O sen değilsin, o Allah'tır."

- Muhammed İkbal (1877-1938): 
Pakistan'ın kurucusu ve milli şairi olarak bilinen İkbal, aynı zamanda tasavvufi bir düşünürdür. Vahdeti vücut anlayışını modern çağın sorunlarına uyarlamaya çalışmıştır. Örneğin, şöyle demiştir: "Vahdet-i vücud hakikati, insanın kendisini Allah'ın iradesine teslim etmesini değil, Allah'ın iradesini kendisine mal etmesini gerektirir."

- Said Nursi (1878-1960): 
Risale-i Nur adlı eseriyle tanınan Nursi, Türkiye'de tasavvufun en etkili temsilcilerinden biridir. Vahdeti vücud anlayışını Kur'an ve hadislerle desteklemeye çalışmıştır. Örneğin, şöyle demiştir: "Vahdet-i vücud hakikati, her şeyin Allah'ın isim ve sıfatlarının aynası olduğunu gösterir. Bu aynalar arasında en parlak olanı ise insanın kalbidir."

Her Müslüman tasavvufa yönelmeli midir?


Tasavvuf, İslam'ın iç boyutu olarak tanımlanabilir. Tasavvuf, insanın Allah ile olan ilişkisini derinleştirmeyi, kalbini arındırmayı ve ahlakını güzelleştirmeyi amaçlar. Tasavvuf, birçok farklı tarikat ve yöntem içerir. Bu nedenle, her Müslüman'ın tasavvufa yönelmesi gerektiği sorusu, tek bir cevapla karşılanamaz.

Bazı Müslümanlar, tasavvufun İslam'ın özü olduğunu ve her Müslüman'ın tasavvufa ilgi duyması gerektiğini savunur. Onlara göre, tasavvuf, Kur'an ve Sünnet'in ışığında Allah'a yaklaşmanın en güzel yoludur. Tasavvuf, insanı şirkten, nifaktan, gafletten ve dünyevi arzulardan kurtarır. Tasavvuf, insanı Allah'ın rızasına ulaştırır.

Diğer bazı Müslümanlar ise, tasavvufun İslam'dan sapma olduğunu ve her Müslüman'ın tasavvuftan uzak durması gerektiğini iddia eder. Onlara göre, tasavvuf, bid'at ve hurafe doludur. Tasavvuf, insanı Kur'an ve Sünnet'ten uzaklaştırır. Tasavvuf, insanı şirke ve dalalete sürükler.

Bu iki görüş arasında orta bir yol bulmak mümkün müdür? Bu sorunun cevabı, her Müslüman'ın kendi vicdanına ve aklına bağlıdır. Her Müslüman, tasavvuf hakkında bilgi edinmeli, araştırmalı ve eleştirel bir şekilde değerlendirmelidir. Her Müslüman, tasavvufun kendisine ne kattığını veya ne götürdüğünü sormalıdır. Her Müslüman, tasavvufun İslam'ın temel kaynaklarıyla uyumlu olup olmadığını kontrol etmelidir.

Sonuç olarak, her Müslüman tasavvufa yönelmeli midir sorusunun cevabı, her Müslüman'ın kendi tercihidir. 

Ancak bu tercih, bilinçli, bilgili ve samimi bir şekilde yapılmalıdır. 
Tasavvufa yönelen veya yönelmeyen her Müslüman, diğer Müslümanlara saygılı ve hoşgörülü olmalıdır. 
Tasavvufa yönelen veya yönelmeyen her Müslüman, Allah'ın emirlerine ve yasaklarına uymaya çalışmalıdır. 
Tasavvufa yönelen veya yönelmeyen her Müslüman, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmelidir.


0 Yorumlar

Yorumlarda lütfen saygılı olun