![]() |
Türkiye çürük sopa ile çözüm sürecine mi itiliyor |
Türkiye, Çürük Sopayla Çözüm Sürecine mi İtildi?
Çözüm süreci ve yeni anayasa gerçekten barış için mi, yoksa Türkiye caydırıcılığını kaybettiği için mi
Bir hayal et...
Küresel çakalların kol gezdiği ormanda, senin kulübende ne kapı vardır ne kilit.
Elinde tuttuğun sopa, yıllardır kemirilen bir dal parçası...
Sen, o sopayla hem yabanı uzak tutmaya hem de içerden gelen hainleri kovmaya çalışıyorsun.
Ama yel eser, sopa çatırdar;
Bir göz kırpımı sonra kapında çakallar sıraya girer.
Bu "sopa", sadece askeri güç anlamına gelmez; aynı zamanda ekonomik direnç, teknolojik yetkinlik, toplumsal birlik, ve hukuki egemenlikle de ilgilidir.
Çünkü emperyalizm yalnızca silahla değil, borçla, medya gücüyle, kültürel manipülasyonla, hatta yerli iş birlikçileri eliyle gelir.
Eğer senin sopan:
-
Ekonomik olarak kırık dökükse, seni borçla hizaya getirirler.
-
Askeri olarak çürükse, tehdit ederek veya vekil güçlerle sindirirler.
-
Siyasi olarak içten boşalmışsa, kuklalarını başa geçirirler.
-
Toplumun cahil, kutuplaşmış ve dağınıksa, seni içten parçalarlar.
Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” sözü tam da bunu anlatır. Yani her alanda güçlü bir “sopan yoksa, seni her cephede döverler. Hem de senin haberin bile olmadan.
Dolayısıyla "Sopası sağlam olmayan, köleliğe açık davetiye çıkarır."
Bu çağda özgürlüğün bedeli, caydırıcılıkla ödenir.
İşte emperyalizm budur:
Senin yetersizliğini, senin zayıflığını, senin boşluğunu fırsata çeviren doymak bilmez bir işgal açlığıdır.
Seni kandırmak için post giyer;
Gülümserken çene altında diş saklar.
Yardım der, borç verir.
Koruma der, üs kurar.
Dost der, vergi alır.
Ve senin elindeki sopa hâlâ devletten çok sadaka bastonuna benziyorsa,
bir sabah uyanırsın,
topraklarında senin sesinden çok onların sesi yankılanır.
Çünkü güçlü bir sopa:
-
Ekonomide bağımsızlıktır, dış borçla esir olmamaktır.
-
Teknolojide yetkinliktir, veriyle sömürülmemektir.
-
Askeriyede caydırıcılıktır, birilerinin adına değil kendi halkın için tetikte olmaktır.
-
Hukukta egemenliktir, yasa dışı operasyonlara karşı siper olmaktır.
Sopası sağlam olan, savaş açmaz; savaşı uzak tutar.
Sopası sağlam olan, kendi gölgesine değil kendi geleceğine güvenerek yürür.
Bugün hâlâ “bizimkiler” diye sandıkta dizilip,
ülkenin sopa yerine flütle korunduğunu zannedenler,
yarın birilerinin hizmetçisi olduklarında neye şaşıracaklar, bilmiyorum.
Ama bildiğim tek şey var:
Sopası sağlam olmayan milletler, kendi cenazelerini ayakta alkışlar. Bunu en yakın tarihte İran'da Libya'da yaşadık, Suriye'de yaşıyoruz
Bir milletin sopası sadece odun değil, iradedir.
O irade çürümüşse, harita silinir, hukuk susar, bayrak eğilir.
Ve bazen, sopa hâlâ sapasağlamdır;
ama onu tutan el, başka pazarlarda meşguldür.
Sesi çıkan boğulur, sesi kesilen yüceltilir.
İşte o zaman, gerçek işgal içerden başlar.
Sopamı Çürük Yoksa Bilerek mi Yere bırakıldı
“Açılım süreci” ya da resmi adıyla “çözüm süreci”, kamuoyuna barışçıl bir proje gibi sunulduysa da, arkada yatan dinamikler çok daha karmaşıktı. Burada “sopa çürük müydü, yoksa sopa isteyerek mi bırakıldı?” sorusu yine karşımıza çıkıyor.
1. Sopa gerçekten çürük müydü?
Eğer öyleyse şu anlamlara gelir:
-
Devlet içi kurumsal güçler zayıflatılmış,
-
Askeriye pasifleştirilmiş,
-
Terörle mücadele refleksi kırılmış,
-
Dış politikada yalnızlaşmış ve ABD’nin/AB’nin baskısına açık hale gelinmişti.
Bu durumda açılım, bir mecburi taviz süreciydi. Yani devlet, “elindeki sopa artık caydırıcı değil, bari masada kurtaralım” diyordu.
2. Yoksa sopa bilinçli olarak mı yere bırakıldı?
Bu da daha tehlikeli bir ihtimaldir. Çünkü:
-
"Çözüm süreci" ve yeni anayasa sadece silahsızlanma değil, siyasi taleplerin meşrulaştırılması anlamına geliyordu.
-
Unutmayın daha önceki süreçde PKK’nın şehir yapılanması palazlandı, Hendek savaşı süreci bu zemin üzerine kuruldu.
-
Devlet adım adım güvenlik zafiyetini bilerek kabullendi.
-
Dönemin siyasi söylemleri, “millî birlik ve kardeşlik” gibi yaldızlı kavramlarla örtülse de, pratikte bu bir fiilî teslimiyet havası taşıyordu.
3. Peki Türk halkı neden boyun eğdi?
Aslında halkın çoğu boyun eğmedi, susturuldu.
-
Medyada eleştiri yasaktı,
-
Muhalefet ya sessizdi ya da korkaktı,
-
Eleştirenler “barış düşmanı” ilan edildi,
-
Ve en önemlisi: terörle mücadelede kararlılığın yerini, çıkar ittifakları aldı.
Halk, çürük sopayı fark etti, ama elinden başka sopa da alınmıştı.
Ve unutma:
Çürük Sopalı Uykular
Kapını kapatamazsınEğer tokmağın kırık bir baston parçası ise
Ve eşiğinden sızan rüzgâr,
Sana ait olmayan ayak sesleri getiriyorsa içeri
Gece de sana ait değildir artık
Ve sabah, başkalarının takviminde doğar.
Bir elinde baston var sanırsın
Oysa o sopa çoktan içten çürümüş
Dışına vernik, üstüne bayrak
Ama ilk esintide çatlar kimliğin
Çünkü baston değil, gürz olmalıydı elinde
Bir dal parçasıyla ormanda hüküm süremezsin
Kurt, ağaçla tokalaşmaz, bilesin.
Çakalların dili baldır
Dişleri şekerle sıvanmıştır
Sen ise hâlâ menkıbe okur gibi dinlersin “dostlarını”
Her hikâyenin sonunda
Bir parmak eksilir haritadan
Ama sen, ninni sanırsın o çığlığı
Çünkü sopan yok,
Susturulmuş bir çanı taşıyorsun elinde.
Sopası sağlam olan
Dağda taşta dev olmaz
Ama yokluğunda bile sessizce devleşir
Çünkü korku, güçlü olana değil
Güçlü olduğunu hatırlatandır.
Sen sopanı unutursan,
Bir gün biri gelir,
Sana kendi sopasını uzatır:
Bunu senin için tutuyorum, der.
Ve o gün,
Senin göğsünde dalgalanan rüzgâr
Bir bayrak değil, teslimiyetin fısıltısı olur.
Ahmet Atam
Bir milletin elinden sopasını alırsan, ona sadece şiir yazmak kalır.
Post a Comment