KÜTAHYA EFSANELERİ ÇOBAN MURAT DEDE
![]() |
| Kütahya efsaneleri Çoban Murat Efsanesi |
Kütahya Efsaneleri:
Domaniç'li Çoban Murat Dede Efsanesi:
Tarihi ve kültürel kaynaklarda anlatılan Kütahya Efsaneleri arasında yer alan Domaniç'li Çoban Murat Dede Efsanesi, genellikle "Çam Dede" veya "Koyun Ağılı Dedesi" olarak da bilinen ermiş bir çoban hakkındadır. Domaniç'e özgü olarak geçmese de Kütahya bölgesiyle ilişkilendirilen bu efsanenin ana hatları şöyledir:
Farklı anlatımları vardır, bu anlatımlardan biriside aşağıdadır.
Ağaçları, hayvanları, böcekleri, kuşları, çiçekleri öyle çok severdi ki, nerede çobanlık yapsa oraya ayrı bir güzellik katardı. Yaz kış dağlarda dolaşır, ağaçlarla kuşlarla konuştuğu söylenirdi. Her yerde ona “Çam Dede” ya da “Çoban Dede” derlerdi. Asıl adı ise Murat’tı.
Dağlarda ağaçlara aşı yapar, yeni aşılı meyveler, farklı türler ve formlar elde etmeyi diğer çobanlara da öğretirmiş. Bu köye geleli belki 10-15 yıl olmuş, diğer çobanlara “Son durağım bu dağlar” dermiş. Bir çam ağacının altına kendi elleriyle ağılını kurar, yaz kış orada yatarmış.
Nedendir bilinmez, altına ağıl kurduğu çamların dalları şemsiye gibi üstünü kaplar, yağmur ve karı geçirmezmiş. Hatta kışın birçok yabani hayvan, o ağaçların dalları arasında bir in gibi barınırmış.
Elindeki asasıyla ağaçların etrafına çizgiler çizer, o çizgilerden içeri ne bir canavar girer ne de dışarı tek bir koyun çıkardı. Koyunlarının gölgelendiği tüm çamlar adeta onlara birer ağıl olurdu.
Elindeki asasıyla ağaçların etrafına çizgiler çizer, o çizgilerden içeri ne bir canavar girer ne de dışarı tek bir koyun çıkardı. Koyunlarının gölgelendiği tüm çamlar adeta onlara birer ağıl olurdu.
Ona “Koyun Ağılı Dedesi” diyenler de olurdu. “Çam Dede” derlerdi, “Çoban Murat Dede” olarak da tanınırdı. Köye hiç inmez, dostları sadece koyunlar, ağaçlar, dağlar ve bayırlar olurdu.
Domaniç Dağlarında çobanlık yapardı Murat Dede,
Domaniç Dağlarında çobanlık yapardı Murat Dede,
Koyunlarına ağıtlar yakar, ağaçlarına aşılar yapardı Koyun Ağılı Dedem.
Baharı, yazı, kışı, güzü hep gülerdi yüzü,
Onunla kurttan korkmazdı kuzu.
Uyumaz, yıldızlarda sonsuzu arar gezerdi,
Dağlarda hiç eksik olmazdı Tanrı misafirleri,
Onları görmekten, ağırlamaktan bayram ederdi.
Gelen misafirlerine ağaçlarını, çamlarını, çamlarının altındaki ağılları gösterir, çiçekler ve meyveler ikram eder, canı isterse kavalıyla yeni besteler yapar, ziyaretçilerini memnun etmeye çalışırdı. Ama bu seferki misafir, öncekilere hiç benzemiyordu. Köyün muhtarının cenazesini getiriyordu; karısı ve köylüler, muhtar öldü diye adeta bayram ediyordu.
Muhtarın karısı, derdini Çoban Murat Ağa’ya anlattı. Köy mezarlığına gömülmesine izin çıkmayınca, ne yapsındı garibim. Güç bela kocasının cesedini öküz arabasına yerleştirip, gömsün diye getirmişti.
Bugüne kadar gelen misafirler hep diriydi. Onlara ağzıyla ikramlarda bulunurdu. Ne yapsın, düşündü taşındı; muhtarın karısıyla birlikte bir çamın altına mezar kazdılar, muhtarı içine koydular. Üstünü kapattılar. Üzgün kadıncağız, Çoban Murat Ağa’nın içinden okuduğu duaya “âmin” dedi ve evine döndü.
Aradan ne kadar zaman geçtiği bilinmez, köyünde zulmün sembolü haline gelmiş muhtar bu kez köylülerin rüyalarında cennette görünüyordu. Neredeyse bütün köy görmüştü bu rüyayı. Kimse rüyasını anlatmaya cesaret edemiyordu, ta ki biri çıkıp anlatana kadar. O zaman herkes tek tek, “Biz de gördük o rüyayı,” dedi. Ama böylesine kötü bilinen muhtarın herkesin rüyasında cennette görünmesini sağlayacak bir iyi yanı olmalıydı.
Düşündüler, düşündüler ama bir sonuca varamadılar. Hanımına sordular, o da aynı rüyayı görmüş fakat yorumlayamamıştı. Çünkü o da birlikte oldukları süre boyunca kocasının iyi bir yanını görememişti. Düğüm, muhtarı gömen çobanla çözülecekti. Koyun ağılına gidip onu buldular ve sordular.
“Murat Ağa, bizim muhtarı gömmeden önce nasıl dualar okudun?” diye sordular. “Ben ümmi biriyim komşular, ne bilirim cenaze dualarını. Biçare kadıncağız cenazeyi getirince çukuru kazdık, beraber gömdük, üstünü toprakla kapattık, hepsi bu kadar” dedi.
"Hiç mi bir dua ya da bir şey söylemedin?" dediler. "Söyledim, söylemez olur muyum?" dedim. "Eee, neler söyledin?" dediler. "Allah’ım, şu dağlarda bana ne zaman misafir gönderdinse, biliyorsun, sen gönderdin diye ben onların hepsine baktım." dedim.
Yemedim yedirdim, içmedim içirdim. Güzel Allah’ım, ben de sana bir misafir gönderiyorum, ne olur sen de ona iyi bak. Dedim, hepsi bu kadardı. Gelenler ne söyleyeceklerini şaşırmış, birkaç hoşbeşten sonra ayrılmışlardı.
O günden sonra bu bölgede herkes, koyun ağılı çobanı Murat Ağa’dan bahseder oldu. Her yıl köyün davarı yaylaya çıkacağı zaman, Murat Dede için onun aşı yaptığı çoban çamlarının altında mevlitler okunur, fakir fukaraya yemekler ikram edilir, elbiseler dağıtılır. Hacılar hacıya, askerler askere yine çoban çamlarının altında uğurlanır. Onun aşı yaptığı bu çoban çamlarını kimse kesmez; saygısızlık ve uğursuzluk sayılır, öyle inanılır.
Alıntı : Kütahya efsaneleri
Gelen misafirlerine ağaçlarını, çamlarını, çamlarının altındaki ağılları gösterir, çiçekler ve meyveler ikram eder, canı isterse kavalıyla yeni besteler yapar, ziyaretçilerini memnun etmeye çalışırdı. Ama bu seferki misafir, öncekilere hiç benzemiyordu. Köyün muhtarının cenazesini getiriyordu; karısı ve köylüler, muhtar öldü diye adeta bayram ediyordu.
Muhtarın karısı, derdini Çoban Murat Ağa’ya anlattı. Köy mezarlığına gömülmesine izin çıkmayınca, ne yapsındı garibim. Güç bela kocasının cesedini öküz arabasına yerleştirip, gömsün diye getirmişti.
Bugüne kadar gelen misafirler hep diriydi. Onlara ağzıyla ikramlarda bulunurdu. Ne yapsın, düşündü taşındı; muhtarın karısıyla birlikte bir çamın altına mezar kazdılar, muhtarı içine koydular. Üstünü kapattılar. Üzgün kadıncağız, Çoban Murat Ağa’nın içinden okuduğu duaya “âmin” dedi ve evine döndü.
Aradan ne kadar zaman geçtiği bilinmez, köyünde zulmün sembolü haline gelmiş muhtar bu kez köylülerin rüyalarında cennette görünüyordu. Neredeyse bütün köy görmüştü bu rüyayı. Kimse rüyasını anlatmaya cesaret edemiyordu, ta ki biri çıkıp anlatana kadar. O zaman herkes tek tek, “Biz de gördük o rüyayı,” dedi. Ama böylesine kötü bilinen muhtarın herkesin rüyasında cennette görünmesini sağlayacak bir iyi yanı olmalıydı.
Düşündüler, düşündüler ama bir sonuca varamadılar. Hanımına sordular, o da aynı rüyayı görmüş fakat yorumlayamamıştı. Çünkü o da birlikte oldukları süre boyunca kocasının iyi bir yanını görememişti. Düğüm, muhtarı gömen çobanla çözülecekti. Koyun ağılına gidip onu buldular ve sordular.
“Murat Ağa, bizim muhtarı gömmeden önce nasıl dualar okudun?” diye sordular. “Ben ümmi biriyim komşular, ne bilirim cenaze dualarını. Biçare kadıncağız cenazeyi getirince çukuru kazdık, beraber gömdük, üstünü toprakla kapattık, hepsi bu kadar” dedi.
"Hiç mi bir dua ya da bir şey söylemedin?" dediler. "Söyledim, söylemez olur muyum?" dedim. "Eee, neler söyledin?" dediler. "Allah’ım, şu dağlarda bana ne zaman misafir gönderdinse, biliyorsun, sen gönderdin diye ben onların hepsine baktım." dedim.
Yemedim yedirdim, içmedim içirdim. Güzel Allah’ım, ben de sana bir misafir gönderiyorum, ne olur sen de ona iyi bak. Dedim, hepsi bu kadardı. Gelenler ne söyleyeceklerini şaşırmış, birkaç hoşbeşten sonra ayrılmışlardı.
O günden sonra bu bölgede herkes, koyun ağılı çobanı Murat Ağa’dan bahseder oldu. Her yıl köyün davarı yaylaya çıkacağı zaman, Murat Dede için onun aşı yaptığı çoban çamlarının altında mevlitler okunur, fakir fukaraya yemekler ikram edilir, elbiseler dağıtılır. Hacılar hacıya, askerler askere yine çoban çamlarının altında uğurlanır. Onun aşı yaptığı bu çoban çamlarını kimse kesmez; saygısızlık ve uğursuzluk sayılır, öyle inanılır.
Alıntı : Kütahya efsaneleri
