| Atatürk cenaze töreni |
ATATÜRK'ÜN CENAZE NAMAZI NEREDE NASIL KILINDI
Ayrıntılara geçmeden önce belirtmeliyim ki: Atatürk’ün cenaze namazı kılınmıştı!
Namaza katılanlardan iki kişiyi yakından tanıdım. Uzun bir ömür süren ve 1980’lere kadar hayatta kalan bu kişilerden biri, 19 Kasım sabahı Dolmabahçe’de yaşananları bana birkaç kez ayrıntılarıyla anlattı ve onun aktardıklarını aşağıda paylaşıyorum:
Dolmabahçe Sarayı’nda katafalka konulan cenazenin Ankara’ya nakil günü yaklaşırken, Ankara’dan “dinî merasim kesinlikle yapılmayacak” şeklinde bir talimat geldiğini duyduk. Bu talimatı hiçbirimiz görmedik, resmî olarak da tebliğ edilmedi, ancak emir Dolmabahçe’de neredeyse herkesin dilindeydi.
Cenaze, 19 Kasım sabahı erken saatlerde Ankara’ya götürülmek üzere saraydan alınacaktı. Hazırlıklar sürerken, rahmetlinin hemşiresi Makbule Hanım katafalkın bulunduğu yere geldi ve "Cenaze namazı kılınmadan Mustafa’mı hiçbir yere göndermem!" diye bağırarak tabutun yanına oturdu. Ortalık karıştı.
Bazı işgüzarlar, "Ankara’dan emir geldi hanımefendi, yapmayın, etmeyin," diyerek Makbule Hanım’ı sakinleştirmeye çalıştılar. Ancak hanımefendi daha da öfkelendi ve "Namazı kılınmadan burayı terk etmem! Beni kolumdan tutup dışarı atmadan ağabeyimi götüremezsiniz," dedi.
Maiyet erkânı iyice telaşlandı ve ne yapmaları gerektiğini öğrenmek için Ankara’yı aradılar. Yarım saat sonra Ankara’dan yeni bir talimat geldi. Gözlerden uzak, mümkün olduğunca az bir cemaatle, dışarıya hiçbir şekilde yansıtılmadan kılınsın; kesinlikle fotoğraf çekilmesin ve namazın kılındığı protokol kayıtlarında yer almasın deniliyordu.
Makbule Hanım’ın namazın camilerden birinde kılınması yolunda ısrar edebileceği düşünülerek zamanın Diyanet İşleri Reisi Rıfat Efendi’den (Börekçi) sarayda kılınabileceği konusunda fetva da alınmıştı.
Atatürk'ün Cenaze Namazında Kaç Kişi Vardı:
Atatürk'ün cenaze namazında cemaat 11 kişiydi. Yanlış saymadıysam, cemaat ben de dahil olmak üzere 11 kişiden oluşuyordu. İmamete Şerefeddin Efendi geçti (dört yıl sonra, 1942'de Diyanet İşleri Başkanı olacak olan din âlimi Şerefeddin Yaltkaya). Ancak o yıllarda Arapça ezan ve tekbir yasaktı ve ne yapacağımız konusunda kararsızdık. Arapça tekbir getirdiğimizde devletin, Türkçe okuduğumuzda ise Makbule Hanım'ın tepkisiyle karşılaşmamız ve hanımefendinin "Yeniden, doğru dürüst kılın" demesi ihtimali vardı. Tabutun önünde saf tuttuk.
Şerefeddin Efendi imamete geçti, tekbiri “Tanrı uludur” diye Türkçe söyledi, namaza başladık ve diğer üç tekbiri de Türkçe olarak getirdi. Sıra “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah” diyerek selâma gelmişti. Şerefeddin Efendi her iki selâmı da “Esenlik üzerinize olsun” diyerek yine Türkçe verdi. Selâmları verirken başını her iki yana çevirdiği sırada yüzünde acı bir tebessüm varmış gibi hissettim ama emin değilim, belki yanılmışımdır. Makbule Hanım, namazı salonun bir köşesinde ağlayarak ve dua ederek takip etti; çok şükür korktuğumuz bir şey olmadı.
Tekbirin ve selamların Türkçe olmasına bir şey demedi; belki de ağabeyini kaybetmenin verdiği acıdan bunu fark etmemişti. Namaz bitince kapılar açıldı, askerler geldi ve tabutu saraydan çıkarıp avludaki top arabasına yerleştirdiler...".
Kaynak ve alıntı ; Murat Bardakçı


Yorum Gönder