OĞUZ KAAN DESTANI TAM METİN

Oğuz kaan destanı tam metin
Oğuz kaan destanı tam metin


Oğuz Kaan destanı tam metin, Oğuz Kağan olarak da adlandırılan Hun İmparatoru Mete Han’ın hayatının anlatıldığı destan Türklerin tarih ve kültürüne ait önemli bilgiler içerir.
İlk haliyle günümüze ulaşamayan Oğuz Kağan Destanı’nın üç ayrı yazması bulunuyor


OĞUZ KAAN DESTANI

Oğuz Kaan destanı
  • Uygurca,
  • Çağatayca
  • Farsça.
Uygur yazması bugün Paris Milli Kütüphanesi’nde bulunmakta.
Cami'üt-Tevarih ve Şecere-i Terakime'ye Göre Türk tarihçileri ve dili hikayecileri şöyle anlatırlar:
Nuh peygamber, babasının yerine geçince, yedi yüz yıl halkı doğru yola çağırdı.
Erkek ve kadın seksen kişi ona iman ettiler.
Diğerlerinin doğru yola girmemesi üzerine onlara bedduada bulundu.
Cebrail gelerek, "Tanrı, senin duanı kabul kıldı.
Şu vakitte halk suyun içine gömülecek, sen bir gemi yap dedi ve nasıl yapılacağını da ona gösterdi.
Yer gök birbirine karıştı.
Nuh peygamberin üç oğlu ile ona inanan seksen kişi gemiye bindiler.
Aylar sonra sular çekildi, fakat bu arada insanlar da hastalanmıştı.
Nuh peygamber, üç oğlu ve gelinlerinin dışındakiler öldüler.
Nuh peygamber yeryüzünü oğulları arasında bölüştürdüğü zaman, büyük çocuğu Yafes'e Doğu ülkelerini, Türkistan'ı ve civarlarını verdi ki, bu, Türkistan Ceyhun ile Çin arasındadır.

TÜRKLERİN SOYU

Türkler Nuh oğlu Yafes soyundandır
Bütün hanlar, Türkler, kuzey kavimleri, güzel insanlar onun soyundandır.
Bu tayfa son derece yiğittir.
Onun çocuklarının hepsi Arslan ve kurt olur.
Yafes'e, Türkler Olcay Han derler.
Bunun Nuh'un oğlu ya da torunu olduğunu katiyede bilmezler.
O, konargöçer olarak, çadırlarda yaşıyordu.
Yaylak ve kışlağı Türkistan'da olup, yazları İnanç şehri yakınlarındaki Or Tag ve Kür Tag'da;
Kışları da bu bölgeye yakın olan Karakum'daki Porsuk adlı yerde geçiriyordu.
Burada iki şehir vardı:
Birisi Talas, diğeri de Karı-Sayram' dır ki, bu şehrin kırk kapısı mevcuttur.
Şehri görenler bir başından, öbür ucuna bir günde gidildiğini söylerler.
İçinde Müslümanların yaşadığı bu şehir Koynçi'nin ulusunun yaşadığı yerlere yakındır ve şimdi orası Kaydu'ya aittir.
Olcay Han'ın merkezi buradaydı.
Onun sekiz tane oğlu vardı ve bunlardan birisi de Türk'tü Olcay Han (Yafes) öleceği zaman, Türk'ü yerine oturttu ve diğer çocuklarına dedi ki:

Türk'ü kendinize han bilin, onun sözünden çıkmayın.

O, babasından daha meşhur bir hükümdar oldu.
Türk'ün de Dib Yabgu adında bir oğlu dünyaya geldi .
Onun da heybeti, şevketi ve askeri babası kadar vardı.
Karısı ona dört oğul verdi.
Bunların adı
  • Kara Han,
  • Or Han,
  • Kür Han ve
  • Küz Han'dı.
Bu sırada henüz Türkler Müslüman olmamışlardı.
Dib Yabgu ölünce onun yerine en büyük evlat olarak Kara Han tahta çıktı.
O, Türklerin eski dinine bağlıydı.

Oğuz hanın doğumu

Bu ünlü Türk hükümdarının da bir oğlu oldu.
Güzelliği aydan ve güneşten fazlaydı.
Fakat bu çocuk üç gün, üç gece geçtiği halde anasının sütünü emmedi.
Kadıncağız da bu duruma çok üzülüyordu.
Bir gece rüyasında oğlunun kendisine bir şeyler söylediğini gördü.
Çocuk:
Eğer sütünü emmemi istiyorsan, bir Tanrı'yı tanı ve sadece ona tap diyordu.
Hatun bu rüyayı üç gece üst üste gördü.
Ama Türkler hala eski Türk dinine inandıklarından, bunu kocasına anlatamadı ve ondan gizli olarak Tanrı'ya iman etti.
Elini göğe kaldırıp, çocuğunun sütünü emmesi için Allah'a yalvardı ve Oğuz o anda anasını emmeye başladı
Bir yaşına gelince bu çocuğun diğerlerinden çok farklı olduğu anlaşıldı.
Heybetli, cesur, cömert, güzel vücutlu, orta boylu bir genç idi.
Yüzünde İslamlık nuru parlıyordu.
Babası, "Bizim soyumuzda böyle güzel bir çocuk daha dünyaya gelmemiştir.
Bu ileride çok ünlü olacak", dedi.
Çocuk bir yıl sonra dile gelip, konuştu.
Bunun için büyük bir toy yapıldı ve kendisi "adım Oğuz olsun", dedi.
Herkes buna çok şaşırdı, ama kabul etti.
Ergenlik çağına gelinceye kadar Tanrı'ya yakardı,
Tanrı da ona üstün meziyetler bahşetti.
Bilge ve savaşçı bir yiğit oldu.

Oğuz Hanın evlilikleri

Babası ona önce Küz Han'ın kızını nişanladı.
Oğuz, kızı çadırına getirip, onu Tanrı'ya imana davet etti.
Kız bu isteği reddedince Oğuz da ona yanaşmadı.
Geceler ayrı yatıp, gündüz konuşmuyordu.
Babası bu kez ona diğer kardeşi Kür Han'ın güzellik ve iffetçe pek yüksek olan kızını aldı. Oğuz, bu gelinin de Allah' a inanmasını talep etti.
Kız,
Eğer beni bu konuda zorlarsan seni babana şikayet ederim, o da seni öldürür dedi, bu yüzden ondan da uzaklaşınca;
Kara Han son olarak Or Han' dan kızını Oğuz' a vermesini rica etti.
 
Bu kız yanındaki arkadaşları ile bir gün dere kenarında çamaşır yıkıyordu.
Oğuz da, av dönüşü atını kızın yanına sürerek, düşüncelerini ona anlattı ve
Bunları kabul edersen seni eşim olarak alırım.
Yoksa seni de öbür amca kızlarım gibi reddederim", diye söyledi.
Kız da, "Ben senden bir parçayım, sen ne dersen baş eğerim dedi.
Oğuz bu kızı çadırına getirdi ve ona gönlünü verdi.
Fakat daha önceki iki geline yine hiç sıcak davranmadı.
Bu kız onu çok sevdi.
Oğuz Allah'ı tanıdığı ve ona iman ettiğinden dolayı, babası ile kafir olan amcalarından uzak durmaya çalışırdı.

Türklerin büyüklerinden ilk defa "Allah'tan başka Tanrı yoktur, Muhammed de onun peygamberidir" diyen Oğuz Kaan'dır.


Tanrı'nın Arapçası olan Allah kelimesini dilinden düşürmezdi.
Kimse bunun manasını bilmediğinden, bir musiki nağmesi sanırlardı.
Günlerden bir gün Oğuz, yakın arkadaşlarıyla ava gitti.
Babası Kara Han bir toy düzenlemişti.
Yemek sırasında gelinlerini yanına çağırdı.
Önceki iki gelinine;
Siz daha güzel olduğunuz halde, oğlum niye sizi beğenmiyor.
Sebebi nedir
Diye, sordu.
Zaten onlar da durumu anlatmak için bir fırsatın çıkmasını arzuluyorlardı.
Bu uygun vaziyeti hiç kaçırmadılar ve içlerindeki bütün düşmanlıkla kustular:
Oğuz, bir Tanrı'ya inanıyor ve ona ibadet ediyor.
Bizi de ona inanmaya davet etti.
Biz bunu reddettik.
O yüzden bizden uzaklaştı.
Ama diğer amcamızın kızı onun dileğine uydu, onun için Oğuz küçük gelini daha çok sevdi. Şimdi onlar atalarının dinini bırakıp, başka bir dine inanıyorlar," deyince;
Kara Han buna çok kızdı.
Bunun üzerine kardeşlerini ve bazı ak sakallan toplayarak, bir kengeş (meclis, kurultay) tertip etti.
Onlara Oğuz'un küçükken çok iyi olduğunu, hanlığa layık bulunduğunu, ancak şimdi atalarının dininden çıktığını, başka bir Tanrı'ya inandığını, bu duruma katlanamayacaklarını açıkladı.
Mecliste Oguz' u öldürmeye karar verdiler.
Bunun için özel bir askeri birlik hazırlandı.
Oğuz'un en sevdiği küçük hanımı bu haberi duyunca, telaşlandı.
Çok güvendiği bir komşu kadına Oguz' a haber ulaştırması için yalvardı.
Kadın da, onun bu acıklı vaziyetine dayanamadı ve yola çıktı.
Oğuz'u bulup, her şeyi ona anlattı.
Bunu işiten Oğuz, yurdundaki kendi taraftarlarına haber saldı.
Beni seven benim yanıma gelsin, babamı seven o yana gitsin", dedi ve kavgaya hazır olmalarını söyledi.
Yaptığı büyük avdan dönünce babasını, amcalarını ve ona cephe alanları karşısında buldu. Oğuz'un taraftarları çok az olmasına rağmen, hepsi çok inançlıydılar ve Oguz' a güveniyorlardı.

Harp meydanında her iki taraf karşı karşıya geldiler.
Savaş esnasında bir kılıç darbesiyle yaralanan Kara Han, az bir zaman sonra öldü.
Kara Han ile Oğuz'un taraftarları arasındaki savaşta Kür Han ile Küz Han da yok edildiler.
Ancak bu kardeş kavgaları yıllarca sürdü.
Oğuz, onlara Hak dine girmeleri için çok yalvardı.
Eğer kabul ederlerse, Türkistan'ı onlara vereceğini bildirdi.
Bu arada Kara Han'ın adamları her tarafı yağma ediyor, yakıp yıkıyorlardı.
Ama nihayet o, rakiplerini yendi.
Talas ve Sayram'dan Buhara'ya kadar olan yerleri ele geçirdi.
Allah'a inanmayıp, inkar edenleri doğuya, Kara kurum taraflarına sürdü.
Onlar da, Togla Nehri kıyılarında yerleştiler.
Burayı kendilerinin yaylak ve kışlakları yaptılar.

Moğollar Türk boyu' mudur

 
Oğuz'un kendi kardeşleri, amca ve amca çocuklarından nesillerinden gelen bu insanlar, çok berbat bir vaziyette açlık, fakirlik ve hüzün içerisinde bu doğu ülkelerinde yaşamak zorundaydılar.
Bunun için Oğuzlar onlara "Moğol" (Mongol-Muval) dediler.
Türkmenlere göre Moğollar, Or Han ve Kür Han'ın neslindendir.
Oğuz, bunlara; sırtınıza köpek derisinden elbise giyin, avdan başka bir şey yemeyin, Türkistan'a bir daha dönmeyin.
Diye, bedduada bulundu.
Oğuz Han bu savaşlardan sonra bir Altun otağ kurdurdu ve arkadaşlarıyla toy yaptı.
Ziyafetler verildi.
Kendisiyle beraber olanlara hediyeler dağıttı, askerlerine övgüler yağdırdı.

Uygurlar kimdir 


Harplerde Oğuz'un yanında yer alan kardeşleri, amca ve amca çocuklarına Uygur adı layık görüldü .
Kelime Türkçede "uyan, takip eden" demektir.
Uygur boylarının hepsi onların soyundan gelir.
Oguz her yıl doğudaki Mogol kavimleriyle savaşır ve her zaman da onları yenerdi.
Burada Çürçet denilen büyük bir yurt vardı.
Oguz Kagan onlarla savaştı ve yine yendi.
Askerlerin payına o kadar çok ganimet düştü ki, bunları taşıyacak hayvanlar yetmedi.
Askerin içinden birisi bir araba yaptı.
Daha önce böyle bir şey yoktu.
Bu yüzden onun neslinden gelenlere Kanglı (Kagnı) dendi.
Kanglıların bütün soyları, Oguz Han'ın yanında yer almışlardı.
Bir aralık Talas ve Sayram civadarında yaşayanlar Oguz' a baş kaldırdılar.
Oguz Han onların üzerine yürüdü.

Talas ve Sayram'dan itibaren Maveraünnehir, Buhara ve Harezm' e kadar olan yerleri idaresine aldı.
Buralann beyleri ile birbirlerine düşmanlık beslememek üzere yeni anlaşmalar yaptı.
Oguz kendi ülkesi genelinde huzuru sağladıktan sonra, Türklere bağlı bir devlet olmaları için Hindistan'a elçiler yolladı, vergi istedi.

Burayı Yagma Han idare ediyordu.
Halk bu talebe karşı çıktı.
Orada Ulu Tag diye bir yer vardı.
Önce burada konakladı.
Sonra daha ilerilere gitti.
Orada büyük bir nehir ve dağlar bulunuyordu.
Ordu nehri sallarla geçti.


Oğuz Han'ın fetihleri


Hindistan'ın doğu taraflarında Tinsi oglu Yagma Han, Oguz' a teslim olmak istemedi; ama Oguz onun askerlerini perişan etti.
Oguz ile Yagma Han arasındaki savaş bir yıl kadar sürmüştü.
Çarpışmalar sırasında Yagma Han öldürüldü.
Oguz ulaştığı her yeri aldı.
Böylece bütün Kıtay (Çin), Çürçet (Maçin) ve Tangut (Tibet)69 zapt edildi.
Pek çok ganimetc sahip olup, kendi vatanı Türkistan'daki Or Tag ve Ala Tag'a döndü.

Almalık yakınlarındaki Burkutlu Tag ve Turgutlu Tag adındaki çok yüksek ve baş döndürücü iki dağ vardı ki, isimlerini bu dağlarda yetişen iki tür bitkiden alıyorlardı?
Oguz bu dağlara gittikten sonra, on dört gün orada oturdu.
O yörenin hanının adı Inal Han idi.
Asker toplayarak Oguz'un üzerine yürüdü.
İki ordu karşı karşıya geldi.
Savaş sekiz gün sürdü.
Her iki taraftan da pek çok insan kırıldı.
Son gün develer ve katırar birbirlerine bağlanarak, Oguz'un askerlerinin önüne yerleştirildi.
Arabalardan barikatlar yapıldı.
Arkasından askerler oklarını yağmur gibi fırlattılar.
Böylece Oguz galip geldi.
İnal Han da öldürüldü.

Ülkesi ele geçirildikten sonra, Oguz yine öz memleketi Or Tag ve Kür Tag'a döndü.
Arnacı atlarının burada beslenerek, kuvvet kazanması idi.
Çünkü kuzey ülkelerini fethetmeyi düşünüyordu.
Beyleriyle yolda bir toplantı (kengeş) yaptı.
Bu görüşmelerde Hint bölgesinin meselelerinin halledilmesi kararı da alındı.
Mevsim kış olmuştu ve Oguz Kagan, kimsenin kendisinden geri kalmamasını emretti. itaat etmeleri için Gur taraflarına elçi yollandı, vergi istendi.

Kabul ettikleri takdirde kendilerine dokunulmayacağı, etmezlerse savaşın çıkacağı bildirildi. Gur hükümdan Oguz'un elçisini saygı ile karşılayıp, iyi bir şekilde ağırladı.
Bağlılığını arz etti.
Kendisi de, Oguz'un yanına giderek, her sene vergi ödeyeceğini söyledi.
Gur hükümdarı "etrafımızda çok düşman var" deyince, Oguz da ona yüz seçme süvari vererek, onları bu ülkelere gönderdi.
Oguz:
Bize boyun eğip, ilimiz olurlarsa dokunmayın, reddederlerse savaşın" emrini buyurdu.
Oguz Harı'ın bu emri gereğince
  • Gur,
  • Garcistan,
  • Gazne ve
  • Kabil' e kadar
Bütün buralar zapt edildi.
Her yıl muayyen bir miktar haraç vermeleri kararlaştırıldı.
Gur ülkesi fethedildiğinde yaz olmuştu.
Nihayetinde askerler Oguz'un yanına geri geldiler ve yoklamaları yapıldı.
Bazı eksikler mevcuttu.
Bunlara ne olduğunu kimse bilemedi.
Günler sonra ordugaha ulaştılar.
Han onların durumunu sorunca, şöyle cevap verdiler: "Arkanızdan yol alıyorduk.
Bir dağ içerisinden geçerken kar yağdı.
Yürüyemediğimiz için o yerde yattık.
Atlanmız ve develerimiz de öldü.
Bahar olduktan sonra ancak yaya olarak gelebiliyoruz.
Bunun üzerine Oguz,
Bundan sonra sizlere Karluk" desinler buyurdu.
Bütün Karluk halkı onların soyundandır.

Daha sonra bütün ordu ile kuzeye, Başkurt taraflarına yöneldiler.
Başkurtlar önceleri Oguz Han ile iyi geçinirlerdi.
O, devirde yaşlılara saygı gösterilir ve onlara "aka" denirdi.
Bunlar da Oguz'a, "Ok Tugra Oguz" diyorlardı.
Oguz sefere çıkmadan evvel; "kim yolda geri kalırsa, yasa gereği cezalandırılsın", şeklinde bir ferman yayınladı.
Ama onların arasında hayli yaşlılar ve hastalar da vardı.
Bunların savaşmaları artık mümkün değildi.
Ordusunun peşinden gelen adamlarına geride kalanları toplayıp, getirmesi için buyruk verdi.
Onlar, arkada kalan evli bir kişiyi hanın huzuruna getirdiler.
Oguz,
"niye geri kaldın", diye sordu.
O da; bineğim yoktu ve yiyeceğim az olduğundan askerlerin peşinden geliyordum.
Karım da hamileydi ve doğum yaptı.
Açlık yüzünden anasının sütü oğluma yetmedi.
Yola devam ediyordum ki, su kıyısında bir çakal, bir sülünü yakalamış gördüm.
Sopa ile çakala saldırdım, o da sülünü bırakıp kaçtı.
Sülünü pişirip, hatunuma yedirdim.
Adamlarınız da beni tutup, getirdiler", şeklinde cevapladı.

Han, bu adama at, azık ve bir miktar mal verip, kendisine de "kal aç" dedi.
Bütün Kalaç halkı o adamın neslindendir.
Onlara şimdi Halaç diyorlar.
Maveraünnehir, Horasan ve Irak'ta da çoktur.
İhtiyarlar arasında gün görmüş, Yuşı Koca adında bir ak sakal bulunuyordu?
Koca (hoca), Türk dilinde "yaşlı adam" demektir.
Mogolcada "Kalsanku Bilgutay" deniyor.
Onun Kara Sülek adında bir oğlu mevcuttu.
Babası, oğluna dedi ki:
Siz bilinmeyen bir yola gidiyorsunuz.
Aranızda bilge bir aksakal yok.
Eğer zor durumda kalırsanız, ne yaparsınız?
İyisi mi beni yanınıza alın, bir gün işinize yararım.
Oğlu da, ona:
Ey babacığım, Oguz Kagan'ın buyruğuna nasıl karşı gelirim", dedi.
Sonunda onu bir sandığın içine sokup, devenin üzerine bindirdi ve birlikte Başkurt iline götürdü.

Başkurtlar


Başkurtlar, savaşçı bir kavimdirler.
Başbuglarına da Kara Şad deniyordu .
Kara Şad esir edildi ve Başkurtlar haltirniyete alındılar, vergi vermeleri sağlandı.
Oradan ayrıldıktan sonra karşılarına bir çöl çıktı.
Bir damla su bile yoktu.
Kara Sülek insanların susuz kaldığını babasına bildirdi.
Yuşı Koca,
Sığırları birbirlerine bağlayarak koşturun, sonra da bırakın.
Bu hayvanlar ayaklarını bir yere vurup, kazmaya başlarlarsa orada su bulunduğuna işarettir", diye anlattı.
Kara Sülek de öyle yaptı.
Hayvanların tırnaklarıyla kazdığı yerden su çıktı.
Askerler bol bol su içtiler.
Oguz bunu öğrenince, Kara Sülek' e pek çok hediye verdi.
Onu bütün halkın yurtçusı yaptı.
Burdan İtil (İdil/Volga) Innağı yakınında Uruk Kıran Köl adlı yere eriştiler.

Oranın halkı Oguz Kagan'ın geldiğini işitince, her şeylerini bırakarak, kaçmışlardı.
Bu sırada ordu nehrin içinde altından, gümüşten yapılmış eşyalar gördü.
Askerler bunları almak için suya daldılar ama bütün aramalarına rağmen bir şey bulunarnayınca çok şaşırdılar.
Kara Sülek bu durumu babasına söyledi.
Yuşı Koca, ona "suyun kenarında yüksekçe bir yer var mı", sordu.
Kara Sülek de; "evet suyun yanında kocaman bir ağaç bulunuyor" dedi.
Babası "o halde, suda görülenler ağacın dallarına ve yapraklarına saklanmış eşyaların akisleri olmalıdır", diye ikaz etti.

Kara Sülek hemen gidip, ağaca çıktı.
Oraya gizlenmiş altın ve gümüş eşyaları bulup, hepsini Oguz'un önüne yığdı.
Oguz Kagan yine ona bir sürü övgüler ve armağanlar ihsan etti.
Oguz Kagan bu arada şöyle düşündü:
"Bütün dünyayı fethetmek için her tarafa gideceğiz.
Asıl vatanımız Talas ve Sayram geride kaldı.
Bizim yokluğumuzda düşmanlarımız buraları alırsa, çok büyük talihsizlik olacak, düşmanlarımız da ün kazanacak.
Birazcık kır için esas vatanı kaybetmek olmaz".
Onun için Ogurları ana yurda gönderdi.
Onlar, Talas ve Sayram civarlarına yerleştiler.
 
Dünyanın karanlık yüzünde İt barak denilen, erkekleri çirkin yüzlü ve köpek gibi, kadınları ise çok güzel olan bir kavim yaşıyordu.
Oguz onların ülkesine yaklaşınca, dokuz atlı elçi gönderip; "bir sürü ülkeyi ve şehri aldım. Hepsi bana tabi oldu.
Eğer siz de, benim bir ilim olup, vergi ödemeyi kabul ederseniz çok iyi, karşı çıkarsanız savaşmaya hazır olun, çünkü biz geliyoruz" diye, haber saldı.
Onlar da elçilere şöyle dediler:
İki asker siz çıkarın, iki asker de biz.
Bizim adamlarımız yenilirse sizin hükmünüz altına gireriz.
Siz mağlup olursanız, bizden bir şey istemeyin".
Oguz Kagan buna razı oldu.
Ordunun içinden iki kişiyi seçerek, başa baş dövüşmeye yolladı.

İtbarakların adetine göre, savaşa çıkmadan önce insanlar, birine ak tutkal, diğerine de kara tutkal doldurulmuş havuzlara sırayla girerlerdi.
Bu tutkallar da onların kıllarına yapışırdı.
Ak tutkal havuzundan çıkıp, beyaz kumda yuvarlanırlar; arkasından da kara tutkal çukuruna dalarlardı.

Sonradan kara kumda da debelenirler ve bu maddeler üç defa vücutlarında kuruyunca gövdelerine hiçbir silah tesir etmezdi.
Onların karşısına çıkan Oguz'un erleri hiçbir şey yapamayarak, öldüler.
Bunun üzerine itbarak ordusu hücuma geçti,
Türk ordusundan epey insan öldü.
Bu durumda savaşa devam etmenin hiçbir faydası yoktu.
Askerlerine, oraya yakın bir yerde bulunan ırmağa doğru gitmelerini emretti.
Nehrin kıyısında sallar ve kelekler yaparak, bir bölümü bu suretle, bir kısmı da yüzerek karşı kıyıya ulaştılar.

İt-baraklar köpek gibi çıplak ve yaya olduklarından onların geçmeleri imkansızdı.
Oguz, adamlarını burada yeniden toparladı.
Oguz Kagan'ın askerlerinden birisi tesadüfen İt-barakların kadınları arasında gizlenmişti.
Bu kadınların kocaları pis vücutlu, çirkin yüzlü ve köpek gibi olduklarından kadınlar onu çok beğendiler.
Onunla ilişkiye girmeyi arzu ettiler ve it-barak'ın karısının yanına götürdüler.
Kadın ondan çok hoşlandı.
Çünkü kendi kocası ona yanaşmıyordu.
İt-barak'ın karısı bu münasebetin sevinciyle Oguz'un tarafına meyletti.
Gizlice ona elçi yolladı.
Oguz' a düşmanını nasıl yeneceğini şu şekilde anlattı:

Demirden dikenli çiviler yaptırın ve askerlerinizden her biri bu demir dikenlerden bir bölümünü atlarının terkesine bağlasınlar.
Savaşta bunları düşmanlarının üzerine serpsinler.
Fakat, kendi atlarınızın ayağına bu dikenli çivilerden zarar gelmemesi için uygun nallar hazırlayın.
İtharakların burunları ve vücutlarının kenarları çıplak, yani tutkalsız olduğundan oralarına ok yağdırın.

Oguz Kagan bunu duyunca çok sevindi.
İki su arasını kendisine karargah yaptı.
Burada kayıklar inşa etti.
Yakışıklı adamlarını itbarak kadınlarına elçi olarak yolladı.
Kadınlar onlara çok yardımda bulundular.
Lazım olan araç ve gereçleri Oguz'un askerlerine temin ettiler.
Bu hanımlar erleri çok sevdiklerinden, bazıları onlarla döndüler.
Oguz burada on yedi yıl kalıp, dinlendi.
Askerlerini yeniden düzene koydu, silahlarını elden geçirdi. ilim ışığı her yeri aydınlattı.

Kimi korkudan, kimisi kendiliğinden Türk sancağının altında toplandı.
Türk'ün adını duyan herkesin yüreği ürperdi.
Türk ülkesi sınırsız bir şekilde genişledi.
Bu sırada bebekler ve çocuklar büyüdü.
Oguz Kagan'ın da bir hatunundan dört tane oğlu oldu.
Bu arada Oguz'un adamlarından birisinin karısı hamileydi.
Adam daha önce bir savaşta şehit düşmüştü.
Kadının doğum yapması yaklaşmıştı.
Civarda içi oyuk bir ağaç vardı.
Kadın o ağacın içine girip, çocuğunu doğurdu.
Bunu gören beyler, çocuğu Oguz Han'ın yanına götürüp, durumu anlattılar.
Oguz kadına acıyarak, şöyle dedi:
Mademki bu kadının kocası vatan ve millet için şehit olmuş ve bu çocuğun benden başka kimsesi yoktur, şu halde bu doğan bebek de benim oğlum sayılır."

Kıpçaklar 


Bundan sonra herkes bu çocuğu Oğuz Han'ın bir oğluymuş gibi gördüler.
Oguz Han ona Kıpçak adını koydu.
Kıpçak sözü Türkçede, "içi çürümüş ve oyulmuş ağaç" demektir.
Kıpçakların hepsi onun soyundan gelirler.
O oğlanı han kendi yanında büyüttü.
Onu oğlum diyerek sevdi.
Yiğit olduktan sonra Urus, Ilak (veya Ulak), Macar ve Başkurt illeri düşman idiler.
Kıpçak'ın yanına bir sürü insan verip o tarafa, Ten ve İtil suyunun yakınına gönderdi.

Üç yüz yıl Kıpçak oralarda hükümdarlık yaptı.
Bütün Kıpçak halkı onun neslindendir.
Oguz Kagan çağından, ta Çingiz Han zamanına kadar Ten, İtil ve Yayık nehirlerinin kenarlarında Kıpçak'tan başka il yoktu.
Dört bin yıl boyunca oralarda oturdular.
Onun için bu yerlere Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkın) derler.

Oguz Kagan, it-barak ülkesini zapt ettikten sonra iki yıl daha burada kaldı.
Her yeri ve herkesi Türk töresine göre idaresi altına soktu.
Nihayet sınırlarına yakın Karanlıklar Ülkesine doğru yol aldı.
Oraya ulaştığında karanlıktan dolayı yürümek mümkün olmadı.

Bu sırada Kara Sülek pek çok zor işi halleden babasının yanına gidip, durumlarını izah etti. Yuşı Koca dedi ki: "Dört tane taylı kısrak, dokuz tane sıpalı eşek seçin.
Adamlan bunların üzerine bindirin ve yavrularını Karanlık Ülkesinin girişine bağlayın. Onlar karanlığın içine dalsırılar.

İstedikleri yere gidip, sonra geri dönecekleri vakit, o kısraklada eşekler yavrularının özlemiyle erleri geri getirir ve yolda hiç hata yapmazlar."
Kara sülük bunu Oguz' a anlattı.
Oguz Kagan da makul karşıladı.
Böylece karanlığa girip, üç gün üç gece devam ettiler.
Bir ara sağdan soldan sesler gelmeye başladı: "
Bu karanlıkta yolda bir şey bulup, yanına alan pişman, almayan da pişman olur" sesi yankılanıyordu.

Adamların bazıları bir şey almadı, bir kısmı ise almıştı.
Hayvanların yardımıyla karanlıktan aydınlığa çıktıkları zaman baktılar ki, aldıkları her şey mücevher ve kıymetli taşlar.
Dolayısıyla az alanlar da, almayanlar da pişman oldular.
Oguz oradan it-barak ile İtil arasında ıssız bir ülkeye hareket etti.
Onlarla savaştı ve hükümdan orada öldürüldü.

Bu memleketin düzene konması, vergilerin ve idarecilerin tespiti için üç yıl burada kaldılar. Oradan Hazar Derbent'i üzerine yürüdü.
Buranın sınırına geldiklerinde Yuşı Koca, oğlu Kara Sülek'e: "Ordunuz bir defa yenilip, bozuldu.
Bu haber dost ve düşmanca duyuldu.
Onun için buradan yüz atlıyı yurda gönderelim.
Onlar bizim sağlığımızı, fetihlerimizi ve zaferlerimizi iletsinler.
Soyumuz ve soydaşlarımız sevinip bayram etsinler, düşmanlarımız kahrolsun.
Elimize geçen bütün hazineleri ve yiyecekleri kağnılarla götürsünler.
Ünümüz bütün cihana yayılsın", dedi.
Kara Sülek bu teklifi de Oguz Han' a aktardı.
O da bunu gayet iyi buldu.
Kendi elbiselerini ona giydirdi.
Yüz Kanglı atlısını bu önemli işle vazifelendirip, arabaları yükletti ve gönderdi Oguz'un altın uçlu okları ve yayı vardı.

İki altın uçlu ok ve yayını kendi işareti olmak üzere elçilerine verdi.
Kagnıar gittikleri yerlerde bunları gösterince, halk kendilerine yiyecek, içecek ve hayvanları için yem vererek, hizmette kusur ctmiyorlardı.
Kagnıların başında Barmaklıg Çosun Bilge adında birisi vardı.
Oguz Kagan onlara yurdunu, soyunu ve hazinesini kendisi dönünceye kadar korumalarını emretti
Bunlar gittikten sonra yedi gün daha buralarda kalıp, Derbent' e yöneldi.
Buranın ahalisi hırsızlardan ve haydutlardan ibaretti.
Geçitleri tutarak yolcuları soyuyorlardı.
Oguz'un da atlarından çoğunu çaldılar.
Oguz Han, Kara Sülek'i çağırıp, şöyle buyurdu:

"Burası dar ve oldukça sarp bir geçit. Buraya bizi sen getirdin ve burada hırsızlar çok, onlara karşı ne yapalım?
Bu yerin bir tarafında deniz, öbür yanında dağlar var." Kara Sülek, yine nasıl hareket etmeleri gerektiğini babasına sordu.
Ak-saka! babası da şöyle dedi: "
Bu Derbent vilayetinin etrafındaki ekili, dikili araziyi yağmalayıp, harap etmeli.
Burası gayet dar; bir tarafı deniz, bir tarafı dağ olduğundan şehir kuşatılıp, halkı teslime mecbur tutulsun."

Kara Sülek durumu olduğu gibi Oguz'a anlattı.
Oguz Kagan da bu planı kabul etti.
İlkbahara kadar kalarak Derbent'i kuşattılar.
Derbent halkı çaresizlik ve perişanlık içinde kaldı.
Bir araya gelip, toplantı yaptılar.
Oguz'un fetihlerini ve İt-barak'ın başına gelenleri işitmişlerdi.
Sekiz aylık kuşatmadan sonra barış yapmak üzere Oguz Han'ın huzuruna geldiler.
Ona hediye olarak dokuz tane kır at sundular ve tabi oldular.
Oguz adamlarına şöyle dedi:
Onlara sorun, biz buraya geleli hayli zaman oldu.
Niye yanıma gelip, itaat etmeyip de, karşı durdular."
Onlar da cevap olarak: "
Bizim aramızda akıllılar olduğu gibi, deliler de var.
Biz şimdiye kadar bu akılsızların sözlerine uyup, gelmedik.
Kötü yaptığımızı da biliyorduk.
Şimdi ise aramızdaki gerçek bilgililer bizi uyardılar ve öğüt verdiler.


Böylece ne yapacağımızı anladık ve itaat etmeye karar verip, sizin kulunuz olmaya karar verdik", diye söylediler.
Oğuz da,
Madem suçunuzu itiraf ettiniz.
Ben de sizi bağışladım.
Fakat benim iki tayımı alıp götürdüler.
Bunlardan biri Irak-kula, diğeri de Ak-süt'tür.
Bu atlar çok güzel ve iyi koşar.
Sizleri affettim ama söylediğim atlar bana getirilmezse, hiçbirinizi sağ bırakmam," dedi.
Çalınan atların hepsi geri geldi.
Fakat adı geçen atlar hiçbir yerde bulunamadı.
Oguz, bu iki atını çok sevdiğinden onlar konusunda son derece ısrar etti.
Bunun üzerine iki ay müsaade istediler.
Oguz Kagan bir ay daha orada kaldı.
Sonunda adarını bulup getirdiler.
Bu bölgeye vergi memurları ve komutanlar tayin ederek, Şirvan ve Şarnahı taraflarına hareket etti.

Oğuz, böylece Derbent vilayetindeki işlerini hallettikten sonra Şirvan ve Şarnahı'ya şöyle haber yolladı: "
Buraya geldiğimizi duymuş almalısınız.
Gittiğimiz her yerde ne emrettiysek yapılırdı.
Geçtiğimiz yollarda itaat etmeyen ülke, boyun eğrneyen hükümdar bırakrnadık.
Siz de, kendi isteğinizle bize katılıp, tebarnız olun.
Şayet dik başlılık ederseniz, savaşmaya hazır olun.
Elçilerin hemen peşinden geliyoruz."
Bu haber ulaşınca, Oguz Han'ın elçisine saygı gösterdiler.
itaat edip, bunun işareti olarak da dokuz at yolladılar.
Oguz'u şehrin dışında karşıladılar.
Ona her türlü hürrneti gösterdiler.
Oguz, Şarnahı' da on dört gün kaldı.
Şaberan ahalisi vergisini getirip, teslim ettiği halde Şarnahılılar geciktirdiler.
Anlaşmayı bozarak, ayaklandılar.
Oğuz, herkesin birer kucak odun getirerek, Şarnahı şehrinin kapısının etrafına yığınasını ernretti.

Askerler kucak kucak odunu kümeteyerek ateşlediler.
Kapı ve surlar korkunç bir şekilde alevler içinde kaldı.
Savaşarak şehir alındı ve yağrnalandı.
Bu yağma sırasında Şarnahılıların kadın ve çocukları da esir edilip götürüldü.
Yaptıklarından pişman oldular ve şehrin önde gelen büyükleri huzura çıkıp bağışlanmalarını dilediler.
Vergilerini ödeyip, düşmanlık ve isyankarlık yapmadıkları takdirde, kadın ve çocuklannın geri verilmesi kararlaştırıldı.
Oguz Kagan da onların çaresizliğine acıyıp, kadın ve çocuklarını salıverdi.
Haracını aldı, valisini tayin etti; oradan Aran ve Mugan taraflarına yola çıktı.

Oğuz Kaan'ın Azerbaycan'ı zaptı


Oğuz Kağan, Şirvan bölgesinden Aran ve Mugan havalisine geldiğinde mevsim yazdı. Havanın çok sıcak olması yüzünden orada kalamadılar ve daha yüksek olan yaylalara göç ettiler.
Kış gelince bu vilayeti zapt etmeyi düşündüler.
Yaz gelince Savalan Dağlarına kadar, Ala Tag ve Börü-agdı dağlarıyla, bütün yaylaları ele geçirdiler.
Azerbaycan ilini de aldılar.
Ucan bozkırında atlarını beslediler.
Burada bulunduğu bir sırada, herkesin birer etek toprak getirerek, buraya bir tepe yapmalarını emretti.
Ama önce kendisi toprağı döktü ve burada büyük bir dağ oluştu.
Bu tepenin adına "Azerbaycan" dediler.
O yazı Oguz, Ala Tag'da geçirdi.
Oradan Bağdat, Gürcistan, Diyarbakır ve Rakka taraflarına elçiler yollayarak, geleceğini bildirdi.
Çünkü onların buna nasıl tepki göstereceğini öğrenmek istiyordu.

Eğer önümde baş eğer, vergilerini düzenli olarak öderseler oraya askerlerim gitmez, ama uygun cevap vermezseler, onları tabi etmek için üzerlerine yürürüm", diye düşündü.
Elçilerini yolladıktan sonra kışın Aran ve Mugan bölgesine geldi.
Kür ve Aras ırmaklarının arasını kendine yurt tutup, kışı orada geçirdi.
Etraftaki bütün halkı devletine bağladı.
Karşı çıkanların mallarını yağma etti.
Bahar olunca çeşitli hükümdarlara yolladığı elçiler döndüler.
Diyarbakır, Rakka ve Bağdat'a gidenlere o yörelerin hükümdarları, Oguz'un başına felaketler geldiğini ve geri döndüğünü sanarak; "Oguz hele bir gelsin, savaş mı yaparız, yoksa ona bağlı bir il mi oluruz, o zaman cevap veririz," dediler.

Oğuz Kağanın Gürcistan'ın zaptı


Gürcistan, "biz savaşa hazırız" demişti.
Oğuz Han, Gürcülere haber yollayarak, "hemen üzerinize yürürnem gerek, hepiniz uyanık ve haberli olun.
Sonra Oguz, bizi ansızın bir gaflet anınızda bastı demeyin.
Savaş yerini siz belirleyin ve hazır olun, geliyoruz", şeklinde uyardı.
ilkbahar gelmişti ve atlar kuvvetlendiğinden, Gürcistan' a karşı harekete geçti.
Bu sırada Gürcüler de Gürcistan'a dört günlük bir mesafeye gelip, savaş için bekliyorlardı. Saflar düzüldü ve savaşa başlandı.
Türk ordusu galip geldi.
İki gün ve iki gece süren savaştan sonra Gürcüler kaçtılar.
Onlar bir kere daha toplanıp, saldırdılarsa da yine başarılı olamayarak, dağıldılar.
Gürcüler, Oguz'un ordusuyla baş edemeyeceklerini anlayınca, onun yanına büyüklerini yollayarak, itaatlarını bildirdiler.
Çevreye haberler gönderip, korkup kaçan ahali tekrar toplandı, vergilerini ödediler.
Oguz Han bir buçuk ay Gürcistan' da kaldı.
Yazın yeniden Ala Tag'a çıktı.

Burada birkaç gün geçirdikten sonra Gürcülerin bir kez daha Oguz'un komutanlarını kovarak, düşmanlığa başladıkları duyuldu.
Oguz bunun üzerine altı oğlunu çağırdı ve şöyle dedi:
Ben bu Gürcü kavmini denedim ve ne mal olduklarını gayet iyi anladım.
Onlar bir hücumdan fazlasına dayanamazlar, onun için üzerlerine büyük bir ordunun ve benim gitmeme gerek yok.
Her oğluna iki yüz asker vererek, savaşa gönderdi.
Gürcüler bu orduya da karşı durmaya çalıştılarsa da, Oguz Kagan'ın oğullarına mağlup olup, yağmalandılar.
O sırada Oguz' dan da haber geldi, askerin bütün yiyecek ve giyeceğinin Gürcülerden temin edilmesi buyruluyordu.
Yeni bir komutan ve haraç miktarı tespit edildikten sonra sayısız yiyecek ve giyecek toplanıp, Ala Tag' daki karargaha getirildi.
Oğulları iyi işler yaptığından dolayı Oguz onları takdir etti.

Ben hayatta iken şan ve şeref için yaptığımız bu büyük işleri, ben öldükten sonra da yapacağınıza işarettir.
Benim yerimi almaya layık olduğunuzu gösterdiniz", dedi.
Arkasından bütün kışlaklardaki askerlerin toplanıp, Kürtlerin yaşadıkları yerlere doğru yürümeleri emredildi.
Ordu bir araya gelip, hareket edildi.
Oguz Kagan buralardaki dağlarda üç yıl kaldı.
Bu dağlardaki eşkiyaları temizledi, ahaliyi kendi tarafına çekerek, vergiye bağladı.
Oradan Diyarbakır taraflarına gitti.
Erbil, Musul ve Bağdat'ın ileri gelenleri Oguz'un huzuruna çıkıp, kendilerinin de ona bağlı bir il olduklarını arz edip, hediyelerini sundular.
Kışı Dicle kıyısında geçirdi.
Bahar olunca Şam'a yöneldi ve altı oğlunu öncü olarak görevlendirdi.
Kendisi de arkalarından hareket etti.
Oguz Han'ın çocuklan Rakka'ya gelince, şehrin idarecileri tarafından karşılandılar. Çocuklar, babaları peşlerinden geldiğinden, onları babalarına gönderdiler ve bu yöneticiler Oguz'un huzuruna kabul edildiler.
Onlara bir vergi tayin edilerek, yurtlanna gönderildiler.
Bu şekilde Oguz Kagan Şam diyarının neresine vardıysa, halk kendi istekleriyle ona bağlandılar.
Sadece Türklerin "Batak Şehir" dedikleri, kapısı olan Antakya direndi.
Bir yıl kadar savaş olduktan sonra Antakya da teslim alındı.
Oguz şehre girdi ve bir altın taht üzeri ne oturdu.
Yanında bulunan doksan bin askeri, kadınlarını ve çocuklarını da bu şehre götürdü.
Sonunda Dımaşk (Şam) ve Mısır taraflarına elçiler yolladı.
Her elçinin yanına yüz kadar adam kattı.
Ordusunun her alayından yüz kişiyi ayırıp, oğullarının maiyetine verdi ve onları tekfura gönderdi.

Oguz Kagan'ın çocukları tekfurun topraklarına yaklaştığında, askerlerin nasıl olduğunu anlamak için elçi çıkardı.
Oguz'un çocukları tekfurun adamlarıyla konuştular.
Beraberlerinde kendi elçilerini tekfura yolladılar.
Oguz babamız dokuz bin askerle bizi öncü olarak görevlendirdi.
O, büyük bir ordu ile geliyor.
Eğer bize itaat edip, verginizi düzenli bir şekilde her yıl gönderirseniz, size saldırmayacağız, ama savaş istiyorsanız bir yer seçin ve bizi orada bekleyin," dediler.
Bu altı çocuktan en büyüğünün adı
  • Kün,
  • ikincisi Ay,
  • üçüncüsil Yılduz,
  • dördüncüsü Kök,
  • beşincisi Tag,
  • altıncısı da Tengiz idi.
Elçiler tekfurun yanına vardıklarında, tekfur onlara;
"yarın filan yerde savaşalım", dedi.
Ertesi gün oraya giderek, harp edildi ve tekfur yenildi.
Tekfurun askerlerinden pek çoğu öldü.
Geri kalanlar iki gün iki gece tekfurun şehrine ve ülkesine kadar kovalandı.
Şehrin halkı tekfuru yakalayarak, Oguz Han'ın askerlerine teslim ettiler.
Onlar da tekfuru yetmiş kişiyle beraber Antakya' da bulunan Oguz'un yanına götürdüler.
Başkentine ve bütün ülkesine el kondu.
Ama yağmaya ve halkın öldürülmesine müsaade edilmedi.
Oguz'un oğulları şehrin dışında otağlarını kurdular ve babalarına şu haberi yolladılar:

Eğer tekfuru öldürmek niyetinde iseniz, bize emredin ülkeyi yağmalayarak, hazineyi gönderclim. Yok bağışlayacaksanız senelik vergisini belirleyip, onu ülkesinin başına gönderin.
Bu suretle halkının da kalbini kazanırsınız".
Elçiler tekfuru yeniden Oguz'un huzuruna getirdiklerinde;
Oguz savaşın nasıl cereyan ettiğini, oğullarıyla arasında olup biteni, ülkeyi yağma edip, etmediklerini yeniden sordu.
Tekfor her şeyi başından itibaren teferruatıyla anlattı.
Hiçbir yağma hareketinde bulunmadıklarını, Oguz'un çocuklarının şehrin dışında kaldıklarını söylemesi, Oguz Han'ı çok sevindirdi.
Çünkü evlatları sözünü tutuyordu.
Yüzünü göğe çevirdi, elierin açtı; dediklerinden çıkmadıkları ve babalarının yerine geçmeye muktedir oldukları için Tanrı'ya şükretti.
Bundan sonra tekfora şöyle hitap etti:
Her nekadar önceleri sen bana itaat etmeyip, karşı çıkarak savaştıysan da, ben seni affettim.
Seni ülkenin başına göndereceğim ve tacını iade edeceğim.
Bundan sonra dosdoğru olun ve bana sadakatic boyun eğin.
Bulunduğum yere her sene verginizi gönderin.

Tekfor bunun üzerine Oguz Kagan'ın önünde yere kapandı, ayağını öptü:
Bütün memleketim emrinde ve hakimiyetinde.
Benim gibi ve benden daha iyi milyonlarca insan sana itaat etmiştir.
Sana karşı koymaya benim gibilerin gücü yetmez.
Ne emredersen, boyun eğeriz.
Eğer merhamet buyurup, beni bağışlarsanız, kulluk halkasını takar, her sene mal ve hazinemi gönderirim.
Bu kapıya inşallah kulluk hususunda kusur işlemem", dedi.

Oguz bu bahsi kapatıp, tekfordan Rum ve Frerık ülkelerinin durumunu, ordularını, yaşadıklan yerleri, bu ülkelere ordu sevk edilecek olunursa nasıl zaptedebileceğini sordu.
Tekfur;
Frenk ülkesini almanın yolu şöyledir:
Oraya armağanlada elçiler yolla, büyüklerin gönlünü kazan, onlara güzel elbiseler giydirip, haraç ödemelerini söylesinler.
Ben de gizlice onlara bir şeyler yazıp, kendi elçimi göndereyim.
Şunu iyice kafalarına yerleştirelim.
Bu Türk kavminin büyük bir kuvveti vardır.
Güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar her tarafı hakimiyetleri altına almışlardır.
Hiçbir canlı onların gücüne karşı koyamaz. iyisi mi iş savaşa varmadan, insanlar ölmeden ve ülke harap olmadan onlara itaat edin.
Verginizin miktarını öğrenip, her sene gönderin.
Onlar buna kulak verip, haraçiarını öderler.
Oralara kadar asker gitmesine lüzum yoktur.
Ama Rum memleketinin durumuna gelince, onların kışiağı denize yakındır ve çok sıcak olur.
Şunu yapmalısın; onlar kışlağa inerler ve zamanı geldiğinde tekrar yayiağa çıkarlar.
Rumlar yaylağa gitmeden, askerlerin yaylalarını işgal etsin ve kışlaklarından çıkmalarına engel olunsun.
Kışlakta, sıcak ve sinek yüzünden oturmak mümkün olmadığından mecburen sana tabi olurlarn, diye cevap verdi.

Tekfurun bu fıkirleri Oguz Kagan' ca da mantıklı bulundu ve tekfuru kendi ülkesinin başına, tahtına yerleşmek üzere yolladı.
Onunla beraber gelen elçileri ve elli kadar adamını onun yanına kattı.
Kendi çocuklarına ordularıyla birlikte gelmelerini emretti.
Oguz'un evlatları babalarının huzuruna çıktı.
Tekfur da Oguz Han'a hayli değerli şeyler gönderdi ve payitahtında Oguz'abağlı bir şekilde oturdu.
Tekfurun ülkesi bu şekilde boyun eğdirildikten sonra Rum ve Frenk ülkesine doğru harekete geçti.
 
Üç oğlunu; Kün, Yılduz ve Tengiz'i dokuzbin süvari ile Rum diyarına sevketti.
Diğer üç oğlu; Ay, Kök ve Tag'ı da dokuz bin kişiyle Frenk ülkesine yolladı.
Onlara deniz kıyısında karargah kurmaları, buradan elçileri gemilerle karşıya geçirip, Frenkleeden haraç istemeleri emredildi.

Tekfur, Oguz'un askerleri için böyle bir yer hazırlamıştı.
Elçilerin yanına ihtiyaçları verilerek, Frenk taraflarına yola çıktılar.
Elçiler oraya vardığında, Oguz Han'ın gönderdiği elbiseleri ileri gelerılere takdim ettiler.
Tekfur daha önceden kendi elçilerini yolladığından, Oguz Han'ın sözlerini dirılemelerini ve itaat etmelerini bildirmişti.
Frenkler de karşı koymayıp, boyun eğdiler.
Hediyelere karşılık, onlar da kıymetli eşyalar hazırladılar.
Oguz'un oğullarını görüp, burıları orılara takdim etmek istediler.
Oguz Han'ın çocukları bu şeyleri kabul etmedi;
Siz Oguz Han'ın yanına gitmelisiniz. Getirdiğiniz her şey yüce kagana aittir, vergi miktarını da tayin etmek onun işidir.
Biz orduyla, Oguz babamız emredinceye kadar buradayız.
Geri dönmemizi buyurmasını bekleriz", dediler.
Oguz'un çocuklarının ısrarlı olduklarını görünce, kulluklarını arz etmek için yola çıktılar. Oguz Han burıların geleceği haberini işitince, ordusunun saflarını düzenletti.
Ordusunu Frenklerin geleceği yola dizdi.
Bu askerler Frenklere uzaktan gösterildiler.
Frenk ülkesinden gelen bu insanlar, Oguz Kagan' ın ordusunu bu şekilde gördüklerinde, çok kalabalık sandılar.
Bu heyet sonra Oguz'un huzuruna kabul edildi.
Oguz onlara:
Sizin görmüş olduğunuz bu askerler, sadece küçük bir öncü birliğidir.
Şimdi gidin, ordunun esasını görün.
Bize karşı koyabileceğinizi düşünüyorsanız, savaşalım.
Eğer gücünüz yoksa, itaat etmekten başka çareniz yok.
Mal ve hazine olarak verginizi kararlaştırıp, her yıl güvenilir elçilerle gönderin.
Kesinlikle bilin ki, ordum sizin sandığınızdan daha büyük.
Belki siz su ve ateşi düşünüyorsunuz, ama ben kaç tane ırmak geçtim.
Sizin deniz ve nehirlerinizin hiç önemi yok.
Askerlerim bunları kolaylıkla sallarla geçerler ve memleketinizi alt üst ederiz", dedi.
Bunu duyunca Oguz'a:
Ey Oguz Kagan emredin, ordunuz geri dönsün ve haraçların toplanması için bir görevli tayin edin", diye söylediler.
Oguz da şöyle buyurdu:
Ne zaman gönüllü olarak vergiyi ödemcyi.kararlaştırırsanız, tekfurun yanına bırakmış olduğumuz komutan yeterli.
Her sene verginizi ona ulaştırın.
O, bana gönderir.
Her iki yılda bir halkımıdan bir kişi yanıma gelsin.
Ben ona hil' at (hükümdarlık armağanı olan elbise) giydirip, geri yollanın.
Sözlerini tamamladıktan sonra ülkenin durumuna göre haraçları belirlendi.
Elçiler gerçekten Oguz Han'ın ordularının çok olduğuna kanaat getirsinler diye, onlar gelirken yaptıkları gibi saflar tutuldu.
Adamlar memleketlerine vardıklarında krallarına Oguz'un ordusunun ne kadar büyük olduğunu anlattılar.
Kral endişeye kapılıp, ister istemez kendisinden talep edilen vergiyi kabul etti ve Oguz'un bir kulu oldu.
Onlar hem Oguz Kagan zamanmda, hem de oğulları çağında vergilerini düzenli gönderdiler. Oguz'a karşı gelenlerle savaştılar. ,
Oguz'un bir ordu ile Rum tarafina gönderdiği oğulları üç kere onlarla harp etti ve her seferinde de galip geldiler.
Sonunda Rumların ileri gelenleri bu Türklere karşı koymarun imkansız olduğunu anlayınca, bir toplantı yapıp, bağlılıklarını bildirmek için Oguz Han'ın çocuklannın yanına gittiler.
Her sene Oguz'a haraç ödemeyi kabul ettiler.
Oguz ve onun oğullarına en iyi atlarından verdiler.
 
Oguz'un oğulları onlara:
Niye daha önce bizim bir ilimiz olmayı kabul etmediniz?
Bu kadar insan ölmez ve ülkeniz de harap olmazdı",
Deyince;
Sizinle harp edenler budalalardı, biz ise gün görmüş; dünyanın sıcağını ve soğuğunu tatmış insanlarız.
Tek çarenin savaşa son vermek olduğunu gördük.
Hep beraber karar verip, kulunuz olduk.
Herhalde aramızda farklı düşünen kimse kalmamıştır",
Dediklerinde; Oguz Han'ın çocukları da bunların samirniyetle kendilerine bağlandıklarını anladılar.
 
Onlara şöyle söylediler:
Babamız kagan bize kim baş eğerse bizden aman bulur ona saidırmayın ve kimseyi cezalandırmayın buyurdu.
Biz de babamızın sözüne aykırı iş yapmayacağız.
Ülkenizin bir kenarında otag kurduk, oturuyoruz.
Hiçbir şekilde hiçbir canlıya saldırmayız.
Siz de aranızdan seçeceğiniz sözcüleri Oguz babamızın huzuruna gönderin.

Oguz Kagan'ın oğulları kendi ekçileriyle birlikte onları karargaha yolladılar.
Oguz bunları görünce hem çocuklarını hem de yaptıkları işleri sordu.
Her şeyi açıklıkla izah ettiler.
Oguz da onların gönlünü alarak vergilerini belirledi.
Askerlerini nasıl Frenklere çok gibi gösterdiyse onlara da bu şekilde gösterdi.
Bu heyeti de ikna etti ve onlara elbiseler giydirerek yola çıkardı.
Sonra da Oguz'un evlatlan adamlarıyla babalarının yanına geldiler.
Oguz onlarda olgunluk ve erdemlilik belirtilerini görünce1 şereflerine bir toy tertip edip eliyle kımız içirdi.
Hepsine bir taht ve onlarla her savaşlara katılan beylere de hil' at verdi.
Sonra çocuklarını ve beylerini toplayarak şu suali sordu:
Siz biliyor musunuz, niye oğullarıma taht, sizlere elbise giydirdim?
Çocuklar ve beyler şöyle cevap verdi:
Onu en iyi siz bilirsiniz, kaganım.
Oguz;
Altı oğlumu bir keresinde öncü yapıp, Şam taraflarına geldim.
Onların sevk ve idarelerini iyi gördüm.
Bir defasında da üç oğlumu Frcnk, üçünü de Rum taraflarına gönderdim.
Yine çok iyi işler yaptılar.
Sizin ve onların tuttuğu yol güzeldir.
Hatta ele geçirilen ülkeleri yağma etmeme konusunda koyduğum yasak ve emirlere tam olarak uyup, gereğini yerine getirdiler.
Benim sözümden dışarı çıkmadılar.
Fikirlerini bana söylediler.
İşte bunlardan dolayı, onlardan ve sizden memnunum.
İyice anladım ki, onlar kaganlığa layıktır; siz de beyliğe.

Bundan dolayı onlara taht sizlere hil' at verdim," dedi.
Oguz yeniden idari teşkilatianınayı düzene koyduktan sonra üç yıl daha Antakya, Rum ve Frenk işleriyle uğraşmak üzere burada oturdu.
Bu ülkeyi huzura kavuşturup, Dımaşk' a hareket etti.
Oguz Kagan Dımaşk' a geldiğinde, buranın ahalisi onunla savaşmak niyetindeydi.
Fakat Oguz bu konuda istekli görünmedi.
Dımaşk çevresinde üç gün dolaştı ve savaşa girişmedi.
Çocukları, babasına bunun sebebini sordu.
Oguz onlara şöyle dedi:
Siz biliyor musunuz ki, Adem (a.s) bu topraklarda uyumuştur.
O yüzden savaşa başlamakla acele etmedim.
Elçi de yollamak istemiyorum.
Bakalım iş nereye varacak ve onlar ne yapmak niyetindeler.

Geleli üç gün olduğu halde, Oguz Han Dımaşklılara (Şam) elçi yollamayınca, Şamlılar ona on eşek yükü yay gönderdiler.
Elçiler konuştuktan sonra Oguz;
Sizin ve başınızdakllerin tereddütlerinin sebebi nedir. Aklınızda ne var ki, buraya geleli kaç gün oldu, ancak şimdi geldiniz.
Eğer çarpışmak düşüncesinde iseniz, herhalde Antakya ordusundan daha güçlü değilsiniz. Ordunun hepsi buraya ulaşmadığından, geri kalanını bekliyorum.
Bundan dolayı size kimseyi yollamadım.
En iyisi mi siz gidin ve efendilerinize durumu anlatın; gelip, bana itaat etsinler.
Biz Mısır'a gitmekteyiz ve sizinle savaşmak istemiyoruz.
Zaten sizlerle harbi de lüzumsuz görüyorum.
Verginizi yay olarak kararlaştıracağım ve bundan başka bir şey beklediğim de yok.
Diye söyledi.
Oguz'un bu sözlerini Dımaşk elçisi alıp, idarecilerine nakletti.
Oguz Han'ın bu dedikleri orada makul karşılandı ve yüz eşek yükü yay ile birkaç meşhur Arap atı yanlarına katılıp, Oguz' a takdim ve onun vassallığı kabul edildi.
Oguz bunların yöneticilerine tatlı dille;

Ülkenizin yayları gayet iyi olduğundan, askerlerimiz için gereklidir.
Getirdiğiniz bütün yayları orduya taksim edin.
Her birine üç yay verin.
Eğer bu şekilde yetişiyorsa, hazırladığınız yaylar bu sene için tamamdır.
Şimdi ben Mısır'a gideceğim ve Allah'ın izniyle, sağlıkla dönersem verginizi belirleyeceğim", dedi.

Bu anlaşmadan sonra bir ay daha Şam'da kaldı ve arkasından bütün ordu ile Mısır'ın üzerine yürüdü.
Üç gün yol aldıktan sonra insanların dinlenmesi için bir yerde iki gün konaklandı.
Alayların gece biraz geri dönüp, gündüz tekrar esas orduya yetişmeleri emredilmişti ki, böylece düşmanLara ordunun daha kalabalık olduğu gösterilecekti.
Bundan sonra Mısır' ı nasıl alacakları ve nasıl tabi edeceklerine dair bir kurultay toplandı. Üç oğlunu dokuz bin kişiyle öncü olarak vazifelendirdi.
Bir başka oğlunu yine dokuz bin insanla onlara destek olmak üzere artlarından yola çıkardı. Kendisinin hareket ettiği gün, üç yedek atla habercilerini Mısır'a yollayıpi oğullarının yanındaki askerlerin ve kendisinin geldiğini ilgililere ulaştırdı.

Oğuz Han Dımaşk, Guta, Kudüs ve Halil vilayetlerinde kışladı buralarda av yaptı.
Şamlılar da Mısır'a haber gönderip, Oğuz hakkında bilgi verdikten sonra onunla savaşmanın yerinde olmayacağını bildirdiler.
Bu sözler Mısırlıları çok etkiledi.
Oguz'un çocukları Mısır yakınlarına varınca, Mısır' ın önde gelenleri karşılamaya çıktılar i onlara armağanlar getirdiler ve bağlılıklarını arz ettiler.
Vergileri belirlendi ve Oguz'un oğulları orada bir yıl kaldılar.
Askerlerinden hiçbirinin, kimseye ilişmemesi ve zarar vermemesi yönünde yasa çıkardılar.
Ayrıca şunu da şart koştular:
Uzaktan geldiklerinden dolayı, her sene oraya vergi toplamaya gidemeycceklerini, üç yılın vergisini ödemek için hazırlık yapmalarını, bu suretle altı yıllık vergiyi iki defada vermelerini söylediler.
Mısır'ın üç senelik haracını aldıktan sonra pek çok ganimet ile geri döndüler ve babalarının huzuruna vardılar.
Oğuz Kagan bir yıl daha Şam vilayetinde kaldı.
Adem peygamberin mezarının orada olduğunu duyduğundan, Mekke ve Medine'ye elçi gönderip, oradan bir miktar toprak getirmelerini emretti.
Adamlar toprağı alıp geldiler.
Oguz Kagan bundan bir parçasını vücuduna sürüp, Tanrı'ya şükretti.
Oğullarına ve beylerine dedi ki:
Adem topraktan yaratılmıştı ve sonunda toprak oldu.
Biz de toprak olacağız.
İnsan ne kadar güçlü olursa olsun, bunu unutmamalı.
İyilik yapmalı. Bundan sonra ilkbaharda Baalbek Dağlarına ve serin yerlere giderek, yayladı. "Yazın Bağdat'a gitmenin imkanı yoktur, biraz zaman geçirip, havalar serirı1eyince Bağdat'a gideriz," dedi.
Oguz yazı Baalbek havalisinde geçirdikten sonra, havalar serinteyince Bağdat tarafına yöneldi.
Bağdat halkı evvelce Oguz Han'a tabi olmuştu.
O, Diyarbakır'a ulaştığında Bağdat'ın bütün ileri gelenleri karşılamak ve hizmetine girmek için oraya gelmişlerdi.
Bunlar Oguz ile birlikte Bağdat' a döndüler.
Oguz Kagan Bağdat'ta bir ay kadar ikamet etti.
Sonra şehrin dışına çıkarak havalar ısınana kadar oralarda kışladı.
Havalar sıcaklaşınca da doğuya çekildi.
Sonbahar' da Basra'ya hareket etti.
Basralılar da diğer ülkeler gibi boyun eğmişler, Türk devletine bağlanarak vergilerini ödemişlerdi. _

Oguz buradan Huzistan taraflarına gitti ve orayı da kendine bağlı bir il yaptı.
Hepsi vergi vermeyi kabullendi.
Oradan Isfahan' a yöneldi.
Isfaharı1ılar ona boyun eğmek istemediler ve savaşa tutuştular.
Isfahan Kalesi'ne sığınıp, dışarı çıkmadılar.
Isfahan önünde on bin kişilik bir kuvvet bırakıldı.
Onlar dışarı çıkıp, harp edecek olurlarsa, vuruşmaları emredildi.
Belirli zamanlarda bu bir tümenlik askeri güç değiştiriliyordu.
Oguz Kagan üç yıl kadar bu ülkede kaldı ve her yanı talan etti.
Oğuz Kaan İsfahan'ın fethi
Üç sene sonra bütün ordu Isfahan kapısı önünde toplandı.
Yedi gün, yedi gece Isfahan ordusuyla savaşıldı.
Askerin yarısı bir gün, diğer yarısı öbür gün savaştırılmak suretiyle dinlendirilmiş ve yedi gün sonunda bir faydası görülmeyince, Oguz'un işlerinde yol gösterici ve güvendiği Kara Sülek, babası Yuşı Koca'nın yanına gitmişti.
Ona danıştı:
Bunca büyük savaşlara girdik, hala Isfahan'ı alamadık, bize bir akıl ver ve ne yapacağımıza dair çare bul", dedi.
Yuşı Koca vaziyeti oğlundan öğrenince, dedi ki:
Duvarla savaşmak bir fayda vermez.
Siz saldırıp, duvara çarptığınızda onlar da ordunuzdaki insan ve atlara vuruyorlar.
Tabii ki onların darbesi tesirli oluyor ve bu sebepten sizinki bir işe yaramıyor.
Bunun çaresi şudur:
Askerin yarısı Isfahan halkının göremeyeceği bir yere saklansın.
Onlar hiç birşey yapmasın ve ortaya çıkmasınlar ki, Isfahanlılar pusudaki bu askerlerden haberdar olmasınlar.
Diğer yarısı Isfahan önlerinde yeniden savaşa tutuşsunlar.
Eğer yine surlardan dışarı çıkmıyorlarsa, onların şehir dışındaki bağlarını, bahçelerini, evlerinin duvarlarını dümdüz edene kadar yıkın.
Sonra askeriniz yenilmiş gibi geri çekilsin, onlar da arkanızdan takip etsin.
Kasabadan hayli uzaklaştıktan sonra, pusuya yatmış olan askerler onların arkalarını çevirsin. Orada Isfahanlılar ezilip, mağlup olacaklar.
Ancak onların şehre kaçıp, sığınmalarına fırsat tanımayın, hepsini yok edin.

Kara Sülek, Oguz'un huzuruna varıp, babasının anlattığı çözümü arz etti;
Oguz Kagan da bunu beğendi.
Oğullan kırk bin kişiyle pusuda gizlendiler.
Elli bin askere de Kara Sülek'in komutasında şehrin önünde savaşmaları, her tarafı yakıp yıkmaları emredildi.
Oguz Kagan'la beraber kalenin etrafında beliren bu elli bin kişi bir yandan savaşıp, diğer yandan da Isfahanlılann evlerini yakınakla meşgul oldular.
Isfahanlılar onların çok büyük zarar vereceğini, sayılanın da eskisine göre bir hayli azalmış olduğunu görünce buna kandılar.
Bu yüzden kapıyı açarak, dışarı hücum ettiler.
Kılıçlannı ellerine alıp, Oguz'un ordusuyla savaşa tutuştular.
Oguz Han'ın daha evvelce kararlaştırdığı üzere, sahte bir bozgun ile gerilerneye başladılar. Yavaş yavaş bulundukları yerden ve şehirden uzaklaştılar.
Onları büyük bir meydana çektiler.
Oguz'un çocukları kırk bin askerle şahinler gibi onların peşine düştüler.
Şehir kapısını ve geçitleri tutarak, geri dönmelerine fırsat verilmedi ve kimse sağ bırakılmadı.
Isfahan böylece düştü.
 

Oğuz Kaan'ın İran'ı fethi

 
Bu galibiyetten sonra Oğuz Kağan, oğullarından dördünü Fars ve Kirman taraflarına yollayarak, oraları fethetmekle görevlendirdi.
Oguz'un çocukları babalarının emri gereğince önce Kirman bölgesine gidip, orada savaştılar. Isfahan'ı aldıkları şekilde Kirman'ı da zapt ettiler, ama oldukça yoruldular.
Oradaki işleri yoluna koyduktan sonra Fars vilayetine geldiler.
Önce Şiraz'ı ele geçirdiler.
Bir yıl kadar bu yerlerin fethiyle uğraştılar.
Buralara olununca, babalarına haber gönderip, nasıl davranmaları gerektiğini sordular.
Oguz Kagan da şöyle buyurdu:
Bu ülke alındığına ve tabi edildiğine göre yağmalamayın, vergilerini söyleyin ve üç yıllığını alarak, dönün."
Oguz'un bu emri oğullarına ulaştırıldı.
Onlar da üç yıllık haracı tahsil ederek, babalarının yanına Isfahan'a döndüler.
Aynı biçimde sonraki üç yıllık vergi zamanı gelince, Kirman ve Fars'a ordu yollayıp, Fars ve Kirman'a sahip oldular; vergilerini tayin edip, idarecileri atadılar.
Bütün bu olaylar sırasında Oguz, hep Isfahan' da oturdu.
Oğuz Kaan Irak'ın fethi
Oğulları döndüğünde Irak-ı Acem'i almayı planlıyordu.
Bu yüzden bu topraklara elçiler yollayarak durumunu öğrenmek istedi.
İlk önce iki yüz kişilik bir öncü kıt'ayı Irak-ı Accm'e gönderdi.
Bunlar çok gizli bir şekilde güçlü hükümdarlarla da savaşmadan, küçük ve zayıf yerleri ele geçirme emrini aldılar.
İki yüz kişilik bu öncü ve istihbarat kolu Irak-ı Acem' e yola koyuldular.
Rey, Kazvin, Hemedan ve diğer bazı şehir halkı Oguz'un ününü zaten daha önceden duyduklarından, ona karşı bir sevgileri oluşmuştu.
O yüzden ahali, Oguz üzerlerine asker yollamadan ve ülkeleri harap olmadan onun bir ili olmayı, vergilerini belirlemeyi dilemek amacıyla Oguz'un huzuruna geldiler.
Bu vergiyi her sene· Oguz Kagan'ın hazinesine ulaştırmak konusunda Irak-ı Acem halkı anlaştı.
Oguz'un yanına gidecekler ve onun itimadını kazanarak, memleketlerine döneceklerdi. Oguz Kagan'ın huzuruna vardıklarında bahar gelmeye başlamıştı.
Oguz'un otağına erişip, ona dua ettiler; durumlarını bildirdiler.
Oguz Kagan onlan hoş karşıladı.
Ödeyecekleri vergiyi söyleyip, geri gönderdi.
Ondan sonra Demavend' e yöneldi.
Burada yazı geçirmek istiyordu.
Demavend'e gidip, yaz boyunca orada kaldı.
Oguz'un Demavend Dağında geçirdiği yaz sona erince
Mazenderan,
Amul,
Sarı,
Astarabad ve bu memleketin diğer şehirlerini almak için hareket etti.
Bunlardan bazılannı savaşla, bir kısmına banş ile sahip oldu ve kendisine bağladı.
Oguz Kagan kışı orada geçirdi ve her ilin başına bir idareci atadı.
Öbür yaz geldiğinde yine Demavend' de yayladı.
Gürgan ve Dihistan civarlarına elçiler yolladı.
Buraların beylerini tamamen itaat ettirdi.
O yörelerin halkları gelerek, Oguz' a boyun eğdiler ve on yıllık vergilerini peşin ödemek şartıyla miktarları belirlendi.
Oradan Horasan'a giderek Esferayin, Keran ve Sebzvar ahalisi tabi edildi.
Yalnız Nişabur ahalisi baş eğmeyerek, direnmeyi tercih etti.
Oguz Kagan kışın burada kaldı ve bahar gelince Nişabur ile Tus'a yönelip, buraları zapt etti.
Yazın da orada oturdu ve kış mevsiminde
  • Baverd,
  • Serahs ve
  • Merv taraflarına gidip, bu havaliyi idaresine soktu.
Üç yııllık vergilerini aldı, yazın Herat'a geldi ve orada yayladı.
Herat'ın da vergisini topladı.
Ardından Kuhistan vilayetini tamamen ele geçirip, vergilerini tespit etti.
Üç yıllığı yine yıldan yıla peşin olmak üzere, Oguz'un hazinesine getirmeleri kararlaştırıldı. Sonbalıarı Herat'ta geçirdi.
Bir oğlunu ihtiyaten oradan dokuz bin askerle Basra dolayIarına yolladı.
Bundaki amaç, oralarda yaşayan halkın, Oguz Kagan'ın ordusu nasıl olsa uzaklaştı, vergi ödememize gerek yok düşüncelerine kapılmamaları içindi.
Üç yılın vergisi önceden alındığından, sonraki üç seneninki belirlendi.
Oguz, ben de geliyorum
Diye haber yayarak, oğlunu dokuz bin kişi ile bu yüzden göndermişti.
Oguz Kagan'ın oğlu, babasının buyruğu gereğince Basra'ya hareket etti.
Etrafa haberler yollayarak, vergilerin ödenmesi için elçiler görevlendirdi.
Bütün bu haraçların, Oguz'un oğlu babasının yanına dönerken götürmek üzere Irak-ı Acem' de toplanmasına karar verilmişti.
Bu işler tamamlandıktan sonra, Oguz'un çocuğu yanındaki hazineyi babasına ulaştırdı. Bunlar olurken Oguz Han Herat, Serahs ve Baygız illerinde ikamet etti.
Oguz, oğlu yaruna gelince ordugahı olan Kür Tag ve Or Tag'a gitmeye niyet etmiş; Gur ve Garcistan yoluyla çabucak hareket edilmesini buyurmuştu.
Bu sırada yolda karşısına bir dağ çıktı.
Bu dağı geçtikten sonra Amu Derya'yı da aştılar.
Semerkant' a doğru akan büyük bir ırmak üzerindeki İlik (veya İlak) vilayetini de geçerek, Buhara sınırındaki Yalguz-ağaç' a indi.

Burada birkaç gün kaldıktan sonra sağ salim kendi yurduna gitti.
Ülkesinden çıkarak yaptığı bu fetihler elli yıl sürmüştü.
Kendi başkentine varacağı sırada, vaktiyle yoldan geri göndermiş olduğu Kanglı ve Uygurlar Oguz'u dokuz günlük mesafede karşılayarak, ona armağarlar sundular.
Daha sonra Oguz Kagan'ın ülkesine dönmesi şerefine yapılan toyda doksan bin koç, dokuz yüz at kesilmiş ve altın atağı kurulmuştu.
Evvelce Oguz Han Şam vilayetinde iken, yanındaki adamlardan birisinin eline gizlice bir altın yay ve üç altın ok verdi.
Ona dedi ki:
Yayı gün-doğusunda bir çölde, insan ayağının değmeyeceği herhangi bir yere, ucu görünecek şekilde göm; akları da günbatısına götür, aynen yay gibi sakla.
Adam söylenenleri harfiiyyen yaptı.
Bundan bir yıl sonra üç büyük oğlu Kün, Ay ve Yılduz'ı çağırdı ve

Yabancı bir ülkeye geldim, işim çok.
Avlanmaya elim değmiyor.
Gündoğusu ·tarafında filan yerin avı iyi diye gittim.
Maiyetlerinizle beraber gidin ve avlanıp, gelin", dedi.
Arkasından üç küçük oğlu Kök, Tag ve Tengiz'e de haber saldı.
Onları da aynı şekilde günbatısına yolladı.
Günlerden sonra üç büyük oğul altın bir yay ile pek çok av hayvanını Oguz'un huzuruna getirdiler.
Üç küçük oğul da, üç altın akla, epeyce avı ona takdim ettiler.
Bunun şerefine büyük bir şölen tertip edildi.
Çocukların getirdikleri avlara başka yiyecekler de katıldı.
Tay esnasında çocuklar hep beraber bulduklarını babalarına getirdiler ve aralarında paylaştırılmasını istediler.
 

Oğuz Kaan ülkesini oğullarına paylaştırması


Oğuz Kağan altın yayı parçalayıp, üç büyük oğluna; okları da diğer üç küçük çocuğuna verdi.
Arkasından şöyle dedi:
Kendilerine yay verdiğim üç oğlumun soyundan gelecek kavme
Boz Ok densin,
Çünkü yayı paylaştırmak için mutlaka parçala­mak gerekiyordu.
Bozok sözünün manası da zaten 'parçalamak, bozmaktır.'
Bizden önceki halklar, yayı han yerine saymıştır, oku da elçi.
Yay, oku ne tarafa çekip gönderirse oraya gider.
Kendilerine ok verdiğim üç oğlumun soyundan gelenlerin sanı
Üç Ok olsun.
Yani bu üç tane ok demektir.
Bundan sonra oğullarımdan kim başa çıkarsa beraberce hareket etsinler.
Biz hepimiz bir soydanız deyip, orduda yerlerini ve rütbelerini bilsinler.''
Ve şöyle kararlaştırdı:
Yay verdiklerimin yeri daha üstte olsun ve orduda sağ kolu teşkil etsinler.
Kendilerine ok verdiklerimin yeri daha altta olsun ve sol kolu meydana getirsinler.
Zira yay, han gibi hükmeder; ok ise ona tabi bir elçi dir.

Onların yurtlarını da buna benzer bir şekilde paylaştırdı.
Bu toy sırasında, herkesin önünde;
Ben öldükten sonra eğer Kün sağ ise, yerim ve tahtım onundur", buyurdu.
Kara Sülek'i de çok çalıştığından ve güzel işler başardığından dolayı övdü.
Ona "böyle mükemmel çareleri nereden buldun" diye sordu.
Kara Sülek artık durumu saklamanın gereksiz olduğunu gördü.
Bütün olup bitenleri Oguz'un ihtiyarları yurtta bırakın yasağını buna rağmen babasını nasıl gizlice yanında götürdüğünü anlattı.
Babasının öğrettiği her şeyi Oguz' a nakl etti.
Bunun üzerine Oguz babasıNun getirilmesini emretti.
Kara Sülek babasını Oguz Han'ın huzuruna çıkardı.
Yuşı Koca Oguz'u Oguz da onu görünce birbirlerine iltifatlar yağdırdılar.
Bundan sonra huzur içinde hayatını sürdürmesi için Semerkant havalisini ona tahsis etti.
Kara Sülek1 "Ulug Beg" (emir-i buzurg) yapıldı.
Kendisine elbiseler kemerler ve pek çok mal verildi.
Bütün burılar büyük bir toy sırasında gerçekleşti.
Oguz Kagan'ın yüz on altı yıl yaşadığını söylerler.
Bundan sonra ordusuyla hep burada oturdu.
Ama dediklerine göre bir keresinde it-barak düşman olduğundan vergi göndermiyordu. Oguz Kagan Kıpçakları oraya göndererek İtil ve Yaman-su kıyılarına kadar gidip oturmalarını ve orasını yurt edinmelerini buyurdu.

Harman vergisini istedikleri gibi kullanmalarını ve maaş olarak ödemelerini de emretti. Kıpçaklar it-barak Derbent ve o civarlardaki haraçları toplayıp hazineye gönderdiler.
Bu yüzden Kıpçaklar orayı yurt tuttular ve burası onların oldu.
Oğuz Kağan yüz on altı yıl hükümdarlık yaptıktan sonra Hakk'ın rahmetine kavuştu

Oğuz' dan sonra büyük oğlu Kün Han tahta çıktı.


O başa geçtiğinde yetmiş yaşındaydı ve yetmiş yılda hükümdarlık yaptı.
Bundan çok yaşamadı.
Babası Oguz Kagan'ın ölümünden sonra, Oguz'un Yangı-kent adını verdiği bir şehir ortaya çıktı.
Bu şehri o, Irkıl Koca adında bir kişinin idaresine vermişti.
O, Uygur beyinin oğluydu.
Irkıl'ın manası "her şeyi kendine çekmek", koca da "büyük ve ulu" demektir.
Bu Irkıl Koca, görmüş geçirmiş yaşlı bir insandı.
Aralarındaki münasebetlere ve hukuka dayanarak, Oguz'un evladına çok şefkatli davrandı. Bir gün Kün Han'a dedi ki:
Oguz büyük bir handı ve yeryüzünü hakimiyeti altına alıp, pek çok hazine ve ganimet ele geçirdi.
Yazın gölgede, kışın sıcakta oturmadı.
Sizlere bir sürü ülke fethetti.
Eğer siz ve sizin torunlarınız hep birlikte hareket eder, bir ağızdan konuşursanız bunlar elinizden çıkmaz.
Ama diliniz bir olmazsa, fethettiğiniz yerler gittiği gibi, vatanınızı ve canınızı da kaybedersiniz.
Şimdi onların hepsi senindir.
Siz altı çocuğun, Allah'ın takdiriyle dörder taneden yirmi dört oğlunuz var.
Muhtemeldir ki, onlar sonradan mal ve mülk için kendi aralarında tartışabilirler, birbirleriyle çekişme olmasın.
Onların her biri de yerlerini bilsinler.
Bunu yapmak devletin devamlılığı ve milletin iyi ün kazanması için şarttır.
Bu sözler Kün Han'a çok tesir etti ve:
Siz babamın müşaviriydiniz.
Babamın yerine şimdi siz babamız oldunuz.
Sizi hangi işi uygun görürseniz, ben onu yapayım, ded!.
Irkıl Koca'nın söylediklerinin yerine getirilmesini buyurdu.
lrkıl Koca, Oguz Kagan hayatta iken Boz Ok ve Üç Ok adlarını alan oğullarının yirmi dört evladına birer lakap ve her birisine hayvanlarıyla, mülklerine vurulmak üzere tamgalar tespit etti.
Bu yirmi dört oğul, asıl hatunlardan olan çocuklardı.
Bundan başka kumalardan olan oğlanlar da çoktu.
Onlara da layık oldukları nesneler verildi.
Ondan sonra Oguz Han'ın altın otagı kuruldu.
Sağ ve sol tarafta altı ak çadır hazırlandı.
Sağ yanda üzerinde altın bir tavuk bulunan kırk kulaç yüksekliğinde bir direk dikildi.
Sol taraftaki direğin üstünde ise gümüş bir tavuk vardı.
Büyük oğullar altın tavuğa
Küçük oğullar gümüş tavuğa at üzerinde ok attılar.
isabet ettirenlere mükafatlar verildi.
Ve Irkıl Koca yine herkesin ongununu belirledi.
Ongun "ıduk bolsun"dan türemiştir.
Yani "kutlu olsun" manasıa gelir.
Ongun da "kut" ve "devlet" demektir.
Şimdi her bir şahsı birer birer açıklayalım:
  • Yaşça büyük olan üç kardeşe Oguz Kagan tarafından Boz Ok,
  • Küçüklere de Üç Ok diye ad verilmişti.
Irkıl Koca da onların her birisine özel isim ve unvanlar taktı.
Onların kabilesinden olan herkes bu lakap ve boy isimleriyle anılırdı.
Altın otagın baş köşesinde Kün Han oturdu.
Devletin bütün ak-sakallan ittifakla, koyunun başını ve arkasını, kuyruk sokumunu ve bağnnı sırtın üstünde bırakıp, Kün Han'ın önüne koydular. "
Kim han olursa, bu pay onun olsun", dediler.
Çadırın iç eşiğinde Irkıl Koca yer aldı.
Göğsünü onun önüne getirdiler.
Kim vezir olursa, onun payı da budur, karar kıldılar.

Kün Han'ın çocukları:


1- Kayı (Muhkem) Tamgası: Ongunu: Şahin-Sungur Ülüşü: Sağ karı-yagrın-sağ aşıldı ilik. Bayat doğradı.
2- Bayat (Devletli ve nimetli) Tamgası: Ongunu: Şahin-Uki Ülüşü: Sağ karı-yagnn-sağ aşıldı ilik
3- Alka Evli-Alka Avul (Vardığı her yerde başarı ve refaha ulaşan. Her yere giderler, muvafakat ederler) Tamgası: Ongunu: Çakır-Köykenek Ülüşü: Sağ karı-yagnn-sağ karı ilik. Kara Evli doğradı.
4- Kara Evli-Kara Avul (Kara yolda iyi gider. Evleri kara ol.ın, kara çadırda oturanlar) Tamgası: Ongunu: Şahin-Çaylak Ülüşü: Sağ karı-yagrın-sağ karı ilik


İkinci oğul Ay Han'ın çocukları:



1-Yazır (Pekçok ilin önderi, çok vilayet i olan) Tamgası: Ongunu: Kartal-Torumtay-Atmaca Ülüşü: Aşıldı umaca-sağ yan baş. Yazır doğradı.
2-Döger (To planmak için bir yerde olanlar) Ta.rtıgası: Ongunu: Kaıtal-Köçkün-Çaylak Ülüşü: Aşıklı umaca-sağ yanbaş
3- Dodurga (Ülkeyi alan ve düzene sokan. Devlet sahibi olmak, yasa koymak. Devleti korumayı bilici) Ongunu: Kartal-Kızıl Karçagay-Ala Togan Ülüşü: Aşıklı umaca-sağ umaca. D öger doğradı.
4-Yaparlu ( Oyuk. Onun asıl adı Y agma idi. Savaş esnasında bir kabahat işlediğinden cezalandırıldı.
Çin tarafından esen sert bir rüzgar vardı.
Adına Sam-süyrek denilen bu rüzgar çok rahatsız ediyordu.
Ona bu rüzgarın estiği yerin "önüne sen otur da rüzgarı kes" dediler.
Bundan maksat onu yok etmek idi ve bu yüzden o bu yere gönderilmişti.
Her önüne çıkanı deviren) Tamgası: Ongunu: Kartal-Kargu ülüşü:
Aşıldı umaca-sağ urnaca

Yılduz Han'ın çocukları:


1- Avşar-Afşar (işinde çevik ve avcılığa düşkün. işini zamanında yapan)
dı.
Tarngası: Ongunu: Ak Togan-Tavşancıl-Erkek Laçin ülüşü: Sağ urnaca ve adiu-sağ uyluk. Kızık doğra
2-Kızık (Kuvvetli olup, yasa ve savaşa aklı eren) Tamgası: Ongunu: Tavşancıl-Sarıca ülüşü: Sağ umaca ve adiu-sağ uyluk
3- Begdili (Büyüklerin sözleri gibi aziz olur. Sözü hürrnetli)
radı.
Tarngası: Ongunu: Tavşancıl-Kuzgun ülüşü: Sağ urnaca ve adiu-sağ yagrın. Karkın doğ
4-Karkın (Aşı çok ve halkı doyurucu) Tarngası: Ongunu: Tavşancıl-Şahin-Sürbüktü ülüşü: Sağ umaca ve adiu-sağ yagrın
Yaşça küçük olan üç kardeşi Oguz Kagan, sol kol olarak belirlemiş ve adlarını Üç Ok koymuştu.
Irkıl Koca, onların çocuklarına da başka başka sanlar verdi.

Kök Han'ın çocukları:


1- Bayandır-Bayundur (Herzaman bolluk içinde olan) Tamgası: · Ongunu: Sungur-Laçin-Şahin Ülüşü: Sol karı-yagrın-sol uyluk kemiği. Beçene doğradı.
li)
2-Beçene-Beçenek-Biçene (İyi gayret eden, becerik
Tamgası: Ongunu: Sungur-Ala Togan-Şahin Ülüşü: Sol karı-yagrın-sol uyluk kemiği
3- Çavuldur-Çavundur (Herkese işinde yardım eden. Durmadan savaşan, namuslu) Tamgası: Ongunu: Sungur-Bugdaynık-Kut Kuşu Ülüşü: Sol karı-yagrın-sol yanbaş. Çepni doğradı.
4-Çepni (Düşman olan, her yerde durmayıp, savaşan. Kahraman) Tamgası: Ongunu: Sungur-Kut Kuşu Ülüşü: Sol karı-yagrın-sol yanbaş

Tag Han'ın çocukları:


1- Salur-Salır-Salar (Gittiği her yerde kılıç sallayan, kılıçlı)
lı)
Tamgası: Ongunu: Uç Kuşu-Bürgüt Ülüşü: Ucayla adiu-sol aşıldı ilik. Eymür doğradı.
2-Eymür (Askeri çok ve zengin; zenginlerin zengini) Tamgası: Ongunu: Uç Kuşu Ülüşü: Ucayla adiu-sol aşıldı ilik
3-Alayundu-Alaca-atlı (Atlan daima çok olan, ala at
Tamgası: Ongunu: Uç Kuşu-Yagılbay Ülüşü: Ucayla adiu-sol umaca. Üregir doğradı.
4-Ürcgir-Yüregir (İşi daima yüksekte olan, iyi iş gören) Tamgası: Ongunu: Uç Kuşu-Baykuş-Atmaca Ülüşü: Ucayla adiu-sol umaca

Tengiz Han çocuklan:


1-Yigdir-İgdir (İyi ve büyük; ululuk ve babadır lık) Tamgası: Ongunu: Çakır-Karçıgay-Kartal Ülüşü: Aşıldı ve kıç-sol karı ilik. Begdüz doğradı.
2- Begdüz-Bügdüz (Herkese karşı alçak gönüllü ve hizmet eden) Tarngası: Ongunu: Çakır-İdelgu-Şahin Ülüşü: Aşıklı ve kıç-sol karı ilik
3-Yıva (Atları yüksek ve aynı zamanda hünerli olan. Derecesi yüksek) Tarngası: Ongunu: Çakır-Toygun-Şahin Ülüşü: Aşıklı ve kıç-sol yagrın. Kınık doğradı.
4-Kınık (Bulunduğu heryerde aziz olan) Tarngası: Ongunu: Çakır-Ak Kartal Ülüşü: Aşıklı ve kıç-sol yargın.
Irlal Koca böylece bir toyda, hangi boya at etirlin neresinin düşeceğini tespit edip, herhangi bir anlaşmazlığın çıkmasını da önlemiş oldu. "
Bir meclis toplanacağı zaman iki at kessinler; at on iki parçaya bölünebildiğinden, bir atı Boz Oklara, diğerini de Üç Oklara versinler.


Boyuna yakın olan bir arka kemik, arkaya yakın olan sırt omurgası (kaburga) ve bir sağ kol, han ile halkın büyüğünün olsun.
Öbür parçalar ise, her boya ve Oguz'un oğullarına özel parçalar olarak verilecek.
Kimse başkasının hakkını ve payını almasın" diye, açıklanarak her kabilenin ismi altına yazıldı.
Oguz Han'ın iki baş hatununun dışındaki hanımlarından da oğlu vardı.
Onların da isimleri şunlardır:
  • Kene,
  • Köne,
  • Turbatlı,
  • Kireyli,
  • Sultanlı,
  • Oldu,
  • Köklü,
  • Suçlu,
  • Horasanlu,
  • Yurtçu,
  • Çamçı,
  • Torumçu,
  • Kumu,
  • Sorkı (Sorhı),
  • Kurçuk,
  • Suraçuk,
  • Karaçuk,
  • Kazgurt,
  • Kırkız,
  • Tigin,
  • Lala,
  • Mürdeşur,
  • Sayır.
Bunlardan başka birçok kavimlere de Oguz ad koymuştu.
Oguz soyundan değildiler, ama toyda onların da yeri bulunuyordu.
O yüzden kitaplarda adları yazılır, bunlar;
  • Kanglı,
  • Karluk ve
  • Kıpçak' tır.
Bütün halk kendi aralarında şöyle anlaştılar:
Kim suç işlerse, hanın yakını bile olsa, onun cezası kılıçlanarak öldürülmektir.
Oguz oğullarından ve Boz Ok neslinden sadece bir hükümdar yükselsin.
Bir baş olursa il düzene girer; iki kişi ortaya çıkarsa, dirlik bozulur, devlet dağılır.
Ataların bir sözü vardır; "bir kına iki kılıç sığmaz, bir kadın iki erkek alıp, oturamaz ve bir yurda iki töre sığmaz.

Bu şekilde bir ahiit-name yazdılar ve Kün Han'ın adının altına kardeşleri, oğulları, boy beyleri, ak-sakallar ve alpler de isimlerini ekleyerek, ant içtiler.
O zamanlarda herhangi bir ülke hükümdan vergisini ödemeyi geciktirirse, boylardan birisini askerlerle gönderirlerdi.
Böylece uzaktaki vazifeler vaktinde yerine getiriliyordu.
Bütün başka memleketlerde de Oguz'un çocuklarının işi tamamen yoluna girdikten sonra şöyle buyruldu:

Sağ kol olan Boz Oklar Sayram sınırları ve Başkurt Dağların dan, Karabağ'a kadar yaylak sahibi olsunlar.
Sol kolclalu Üç Oklara ise, yaylak olarak Kür Tag, Yer-yurt, KuşInk {veya Tugluk) ve Boz-yaka'dan; Almalık'ın Ak Tag'ına değin olan yerler aynisın.
Boz Okiarın kışiakları için Borsuk, Ak Tag, Tamalmış, Dasar-kum tayin olunsun.
Sol kol için Karlu Dere (Kayı) Asanaş {Sal Geçdim), Kumsengir1 Kayı-d urdu, Yar-sengir verilsin.

Dib Yagbu dönemi


Kün Han yetmiş yaşında tahta çıkmıştı bir o kadar da kağanlık yaptıktan sonra öldü. Kün Han' dan sonra atasının adını koyduğu oğlu, Dib Yabgu tahta oturdu. meclis üyelerinden ve ak sakallılardan;
Atamız Oguz Kagan bu kadar ülkeyi nasıl ele geçirmiştir nereden nereye değin fetihler yapmıştır", diye sordu.
Kurultayda bulunan Salur boyundan liTaş ve Ulat adındaki iki baba oğul birlikte gelip, diz vurarak hanı selamladılar ve ona cevap verdiler: "
Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün memlekettler senin baban ve ataların ele geçirmişlerdir.
Biz de scnlc herabcriz ve o ülkelerin vergilerini ödemeleri için senin ile yürürüz.
Eğer herhangi bir karşı koyuş olursa, öyle bir savaşır, onları yok ederiz ki, baba ve atalarının ünü sonsuza kadar yaşar.
Hiçbir canlı sana haraç ödemede gecikmek için kuvvet bulamaz.
Yabgu bunu duyunca çok sevindi.
Kendi kendine.
Ülkeyi olduğu gibi muhafaza edebilmek, bilgili ve yetenekli oldukları açıkça belli olan bu iki şahsın sözüne uymakla mümkündür", diye düşündü.
Onlara güvenip, kendilerine saygılı, hürmetkar ve konuksever davrandı.
Siz bizimle dost oldunuz, acaba sizin gibi diğer illerin beyleri de bizimle işbirliği yaparlar mı", dedi.
Onlar da şöyle söyledi:
Yazırlardan Alan adında bir bey ile oğlu Bulan bizimle dosttur.
Dögerlerden Dib Cengşi ve oğlu Türgişnı, Taş Beg ve oğlu Belgü Beg, Bayındırlardan Tuglu Koca da bizle aynı düşünür.
Düşman olan her tarafa birlikte gelirler ve senin için ölürler.
Dib Yabgu Han, bu sözü de işitince çok memnun oldu ve gönlü ferahladı.
Yine içinden, "bu kadar boy benimle birlik olunca, alınacak tedbirlerin sonuçları da iyi olur" diye, düşündü.
Bundan dolayı adı geçen boyların beylerinin babalarını yanına çağırdı; oğullarını da geçmiş ve gelecek üç senenin vergilerini toplamak üzere
  • Şam,
  • Başkurt,
  • Fars,
  • Kirman,
  • Isfahan,
  • Bağdat ve
  • Basra'ya gönderdi.
Bu yerlerin ahalisi gerekli olan haraçiarını verdiler.
Bütün ülkeler Dib Yabgu Han'ın emrindeydi.
Etraftaki hükümdarların hepsi babası ve ataları devrinde olduğu gibi itaat ettiler.
Dib Yabgu bir müddet hanlık yaptıktan sonra Yimekler ona düşman oldular ve baş kaldırdılar.
Burası gün-doğusunda bir vilayetti ve Yemekan deniyordu.
Güçlü kuvvetli insanlar olup; onlardan iki kişi, başkalarından on kişiye karşı durabiliyordu. Bu halkın güneş doğduğu zaman davul çalmak gibi bir adeti vardı.

Yabgu Han, onlar düşman olunca, orayı almaya gitti.
Bunları tamamen mağlup, edip geri döndü.
Ancak İlahi takdirin emrine uydu.
Atı tökezleyince, yere düştü ve uyluk kemiği kırılıp, öldü.
Ondan sonra .

Kuzı Yabgu dönemi


Yardımcısı Alıs-oglu Olsun idi.
Han yapacağı her işte ona danışırdı.
Onun müşavirleri arasında Eymür Kerençük, Salur Budak ve yine Salurlardan Engeş-oglu Ötken ile onun oğlu Kul San bulunuyordu.
Hükümdarlık otuz yıl onda kaldı ve sonra.

Koru Yasak Yabgu dönemi


Doksan sene idarede bulundu.
Ondan sonra da
Inal Yabgu Han, yerine tahta çıktı.
Söylendiğine göre yüz yirmi yıl hanlık yaptı.
Hükümdarlığı müddetince kendisinin vezir, yardımcı ve beyleri olan Dede Kerençük, Salurlardan Budak ve Öksi ile kengeş ve meşveret ediyordu.
O sıralarda bütün ülkelerle, illerde barış ve huzur mevcuttu.
Hanlığı sona erince, oğlu
Inal Sir Yabgu Han babasının yerine tahta oturdu.
Ülkede dirlik ve düzenlik sağlayarak, yedi yıl hanlık yaptı.
Veziri Salur boyundan Öksi Koca ile Yıvalardan Şiban Koca idi.
Yedi senelik hükümdarlığı süresince kendi oğlu Ala Atlı Kiş Tonlu Kayı Inal Han' dan çok memnundu.
Bu sözün manası "bir al ata binmiş ve sarnur elbise giymiş" demek olup, Kayı da atasının ismidir.
Daha hayatta iken hükümdarlığı bu oğluna vermek istedi ve onu hanlık mevkiine çıkardı. Onun hükümdarlığı zamanında Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa zuhur etti.

Bu hükümdar, Bayat Dede Korkut Kerençük'ü elçi olarak onun huzuruna göndererek, Müslüman olmuştu.
Bu Korkut, Bayat boyundan Kara Koca'nın oğlu olup, çok akıllı, bilgili ve keramet sahibi birisiydi.
Inal Sir Yabgu Han zamanında ortaya çıkmıştır.
Bu aktaranın dediğine göre 295 yıl ömür sürmüştür.
Güzel sözleri, anlatılan kerametleri ve hakkıdaki hikayeler çoktur.
O sırada Kayı inal Han'ın babasının tayin ettiği yardımcılar ölmüştü.
Onların yerine, başka yardımcılara da, vezirler seçilmişti.
Bunlardan biri Bayındırlardan Tönker ve diğeri ele İgdirlerden Tönke olup, bu han ölene kadar vezirlik ve naiplik ikisinde kaldı.

Kayı inal Han vefat edince yog töreni için babasının naibi olan Bayındır Tönker'in oğlu Erkin büyük bir aş tertiplemişti.
İki göl yapıp; birisini ayran, öbürünü de kımızla doldurmuş; öylesine çok at ve koyun kesmişti ki bunlardan birkaç dağ olmuştu.
Ne kadar ülke varsa, oralardan bu yoga insanlar geldi.
Hepsine aş verdiler; beraberlerinde yemek götürdüler.
Ama yine de artmıştı.
Bu hanın hiç oğlu yoktu, fakat son günlerinde hatunu hamile kaldı ve o öldüğü sırada bir oğlu dünyaya geldi.
Bu çocuk doğduğunda Bayat boyundan KorkutAta ve Erkin, her ikisi "oğlanın adı Tuman olsun" dediler.
Yani bu "sis" manasındadır.
Aksakallar "Duman karanlık demektir ve bu hanlara yakışır bir ad değil, bundan daha iyi bir isim koymak gerekir" diye, söylediler.

Dede Korkut da şöyle dedi:


Gerçi duman olunca hava karanlıktır, ama özellikle otlar için faydalı olan nem bırakır.
Bu çocuğun babasının ölümüyle, halkın gönlü paslanmış, ortalığı duman kaplamış ve karanlık olmuştur.
Ama şunu da ümit edebiliriz ki, bunlar geçecek, güneş doğup, dünyaya tazelik getirecek. Otlar yeşerecek, herkesin işi düzelecektir.
Ondan dolayı bu adı koyduk.
Oguz ilinin yurtlarının
Gündoğusu Issık Köl ve Almalık
Güneyi Sayram, Kazgurt ve Karaçuk Dağı,
Kuzeyi Ulu Tag ve Kj.çik Tag'dır, ki bakır madcnidir,
Günbatısı Sir Suyu'nun (Sır Derya) ayağı Yangı-kent ve Karakurın.
Bu söylenen yerlerin üzerinde dört beş bin yıl oturdular.
Hangi kabilenin sayısı çoksa, genellikle ondan han seçtiler.
Bundan çıkarılacak ders şudur:
Büyük kabilelerden han tayin olunur ve küçükler de ona katılırdı.
Ama yine sonra düşman olup, vuruşuyorlardı.
Aldıkları esirleri, Maveraünnehir pazarlarında satarlardı.
Mesela Beçenek (Peçenek) kabilesi, Salur halkıyla düşmandı.
Beş altı nesle kadar aralarında husumet vardı.
Onun için Salur boyu Beçenek halkına "İt-beçene" derler.
Beçcnek ilinin Toymaduk adlı bir beyi bulunuyordu.
Ordu ile hücum edip, Salur Kazan Alp'ın anası Çaçaklı'yı rehin alıp, gitti.
Üç yıl sonra adamı Engeş'i birçok haraç ile gönderip, Çaçaklı'ya geri sahip oldu.
Bunun neticesinde, saldırıya uğrayanların kurtulanları Mavcraünnehir' e kaçarlardı.
Böyle ola ola Türkmenlerin sayısı azaldı.
Öte tarafta oturan kavimler çoktu.
Bunlar Türkmenlcre vurmaya başladılar.
Bu yüzden Sir Suyu'nun her iki yanında oturmaya başladılar.

Tacikler


Maveraünnehir'de oturan Türkmnenlere önceleri Tacikler, "Türk" derdi.
Evvelki Türklere ise, "Türkrnanend" deyip, ad koydular.
Onun manası "Türk' e benzer" demektir.
Halk Türkrnanend diycmediğinden, "Türkmen" dediler.
Yabgu Han, oğlu Ala Kiş Tonlu Kayı Inal Han' ı yerine atamıştı.
O, hayatında bütün hayvanları yakalayıp, öldürmüş ve dillerini keserek, bir kutuya koyup saklamıştı:
Bir oğlum olursa hayvanların dilini öğrenmesi için ona verirsiniz", şeklinde vasiyet etmişti.
Tesadüfen bu kutuyu, Tuman Han doğduğu zaman buldular ve içindekileri suda yıkayarak, ona sundular.
Bu yüzden, büyüdüğü zaman o, bütün hayvanların dilini biliyordu.
Bundan sonra devlet ileri gelenleri ve ak-sakallar toplanarak, "Tuman Han büyüyene kadar yönetmek için kimi görevlendirelim" diye, müzakere yaptılar.
Dede Korkut, herkesin ortasında yüksek bir sesle, şöyle hitap etti:
Hanımız öldüğü vakit, herkes bilir ki, Erkin onun hizmetindeydi ve o çok iyi bir ün bıraktı.
Hiçbir şeyle ölçülemeyecek hizmetler gördü.
İki göl yapıp, ikisini de ayran ve kımızla doldurdu.
Her çeşit eti o kadar yığdı ki, hiç kimse onun gibi yapamamıştır.
Onun böyle, bize çok hakkı geçtiğine göre, zamanın ve durumun gereği şudur:
Turnan Han gayet küçük, hükümdarlık görevini yerine getiremez.
Hanlık onun adına kararlaşsın, ancak o büyüyene kadar, onun adına ülkeyi yönetmek için vekil olarak Köl Erkin' i tayin edelim."

Korkut Ata bunu dedikten sonra herkes bu konuda anlaştı ve çocuğu kagan, Köl Erkin' i de vekil atadılar.
Ayran ve kımız dolu iki göl yaptığı için adına "Köl Erkin Han" dediler ve onu hanlık tahtına oturttular.
Turnan Han adına hükmedip, dokuz yıl bu makam da kaldı.
Turnan Han ergenlik çağına gelince;
Kaanlık tahtı onun oldu.
Bu sebeple ata mirasını istedi.
Sağ ve sol kol beylerini huzuruna çağırdı ve yanındaki üç yüz kişiye; "artık tahta ben oturacağım", dedi.
Vekili olan Köl Erkin Han bunu işitince korktu ve endişelendi.
Köl Erkin yardımcılarına, "dokuz yüz koyun ve dokuz yüz kısrak kesin, ona toy yapın", dedikten sonra; "Tuman'a ava gittiğimi söyleyin" dedi.
Bu toy kararlaştırılınca, aynca kımız sunma merasimi için üç bin koyun ve otuz kısrak hazırlanmasını emretti.
Korkut Ata'nın gelip, ona kase sunması dileğiyle bir adam gönderdi:

Devletin direği sensin; işler şöyle veya böyle cereyan etmiştir, fakat bu hakanlık Turnan Han'ın olduğunda şüphe yoktur.
Taht ve ülke onundur.
Gelsin, hangi şey münasipse söylesin; biz de, ona göre davranalım.
Korkut Ata haberi alınca, oraya ulaştı.
Köl Erkin Han, Turnan Han' a bir toy verdi.
Toy esnasında, yemekler getirilip, aş yendiği sırada yaşlı bir kurt uluması duyuldu.
Turnan Han bütün hayvanların dilini bildiğinden, kurtun ne dediğini anladı.
Diyordu ki:
Ne yazık artık yaşlandım.
Avlarımın peşinden yetişemiyorum.
Eğer yetişsem, yakalayamıyorum;
Yakalasam da, parçalayamıyorum.

Yaşlı kurt'un sözü bitince, üç genç kurt şöyle cevap verdiler:
Eğer sen yaşlı ve güçsüzsen, bizim kuvvetimiz var.
Her genç, yaşlıya yardım etmezse, onur. ne değeri olur.
Bu gece sis, karanlık ve şiddetli bir fırtına olacak.
Bundan yararlanıp, toy için getirilmiş bütün hayvanların kuyruklarını ve karınlarını parçalayıp, sana vereceğiz.
Bunları gönül huzuroyla ye!
Artık her zaman sana bu şekilde yardım edeceğiz.

Onların yakınındaki mutfakta, koyunlara göz kulak olan, Köl Erkin'in Karabarak adında bir köpeği vardı.
Bu köpek, "Eğer han bana sıcak, yağlı bir kuyruk verirse, sizlerden hiçbirinizin bir kuzuya bile el uzatıp, sahip olmasına müsaade etmem", dedi.
Han-oglu Turnan bunu anlayınca, pişmiş ve hazır olan yemek içinden bir kuyruk alıp, o köpeğe attı.
Yanındaki herkes; "bir köpeğe hiç böyle yağlı bir et atılır mı", dediklerinde; o da şöyle cevapladı: "
Bunu, bizimle Köl Erkin arasında bir gönül kırıklığı olmasın diye yaptım.

Söylerler ki, eğer birine sadaka vereceksen, önce köpeğe vereceksin.
Köpek dertsiz olmalı ki, bizler de tasasız olun O yüzden attım."
Daha sonra yemek ycndi ve uyudular.
Gece yarısı Turnan Han uyanıp, yanındakilere:
Bakın dışarıda rüzgar var mı, yok mu" buyurdu.
Adamlar baktığında, "ortalığın gayet karanlık, havanın esintili ve korkunç bir yağmurun olduğunu" söylediler.
Turnan Han, kurtların doğru tahmin ettiğini anladı.
Gün ağarıp, fırtına ve yağmurun yağması duRUnca, köpeğe baktılar ve koyunları da bulamadılar.
Turnan Han, Kara-barak'ın sözünde durup durmadığını bilmek istedi.
Etrafındaki üç yüz adamına Kara-barak ve koyunların nereye gittiklerini öğrenmeleri için dört bir yanı aramalarını emretti.
Araştırma yapılıp, öğrendiklerinde; geceleyin koyunlar kurttan ürküp, Kara-barak'la birlikte, peşlerinde kurtlar olduğu halde, sadece bir yolu olan Aklı isminde bir geçide gitmişlerdi.
Kara-barak kurtlada boğuşmuş, geçidin önünü tutarak, koyunlara saldırımalarına engel olmuştu.
Turnan Han bunu işitince, bizzat atına atlayarak oraya gitti, durumu gördü ve kurtların hepsini öldürdü.
Köpeğin de sözünün eri olduğuna kanaat getirdi.
Koyunların toplanıp, Köl Erkin Han'ın yanına götürülmesini buyurdu.
Erkin Han, Turnan'ın geldiğini duyunca, hemen karşısına çıktı.
Turnan Han ile Erkin kucaklaştılar ve yan yana oturdular.
Konuşma sırasında Köl Erkin;

Bir han oğlunun bu kadar koyun için yorulmasına gerek var mı?
Eğer bunlar ve bunlardan fazlası telef olsa bile ne çıkar.
Biz hepimiz senin kullarınız ve neyimiz varsa senindir.
Çünkü sen bizim kaganımızsın", dedi.
Turnan Han da ona şöyle cevap verdi:
Aslında koyunun pek fazla önemi yok
Ama talih ve ün bakımından bunların telefi kötü olurdu.
İnsanlar sonra Turnan Han'ın ayağı uğurlu gelmedi de, şerefine verilen toyun koyunları telef oldu, derler.

Böylece toya başladılar ve bu yedi gün yedi gece sürdü.
Toyda her gün doksan koyun ve dokuz kısrak kesiliyordu.
Bu sırada Dede Korkut geldi ve Turnan Han' a:
Baban öldüğü zaman sen henüz küçüktün.
Hakan vekilliğini aramızda kengeş yaparak, sen büyüyünceye kadar Köl Erkin' e verdik. Şimdi sen büyüdün ve bu uğurlu makama eriştin.
Köl Erkin yaşlanmış olup, bugünden yarına çıkacağı belli değil.
Bu arada sen onu görevden uzaklaştırsan, halk serzenişte bulunur, bu da senin beyliğine yakışmaz.
En iyisi mi sen onun kızını al, o da bütün mal ve hazinelerini sana verir.
Ölünce de her şey sana kalır." dedi.

Turnan Han, Köl Erkin'in kızını toyda kase sunarken görmüştü.
Onu beğenip istedi.
Bu sebeple bir ay daha toy ve eğlence düzenlendi.
Turnan Han' a Köl Erkin'in kızı zevce olduğu sırada, Avşar ilinin bir ham vardı.
Onun adı Ayna idi ve bu kızı oğlu Urçe'ye istemişti.
Ancak kızın Tuman'a verildiğini işitince, askeriyle Köl Erkin'in üzerine yürüdü.
Köl Erkin de karşılık verdi ve onu mağlup etti Ayna'nın oğlunu öldürdü.
Ayna'yı kovalayıp, Avşar iline gitti.
Yurdunu alıp, altı ay orada oturdu.
Ayna başka bir yere kaçtı.
Ona adam gönderdi ve dedi ki:

Bu kötülüğü yapan sen değildin, oğlundu.
O da cezasını buldu.
Şimdi seninle kardeşiz, gel yurduna sahip ol.
Ben dönüyorum.
Ayna gelip, Köl Erkin' i gördü ve yurdunu geri aldı.
Turnan'ın Köl Erkin'in kızından bir oğlu oldu.
Çocuğunun yüzünü görünce, sevinç ve neşeden ne yapacağını bilemedi, onun adını Kayı koydular.
Kaylar
Sonraları çok Devletli ve kahraman oldu.
Bir gün su kenarında gençlerle oynuyordu.
Onlardan birisiyle kavga etti.
Yakında bulunan kalem kadar ince ve Türklerin tiken (diken) dedikleri, başı üç yüzlü olan bir otu tutup, gencin boynuna vurdu.
Boynunu ikiye ayırdı ve o genç öldü.
Köl Erkin, Turnan ve Korkut Ata hep oturuyorlardı.
Kayı'nın bu yaptığını görünce, hayrete düştüler.
O zaman Tuman, "bu oğlanın adına bugüne kadar Kayı diyorduk, bundan sonra onun ismi Tiken Bilen Er Biçken Kayı Yabgu olsun", dedi.
Bir süre sonra Turnan Han ile Köl Erkin Han'ın birlikte tahtta oturduğu bir sırada, Turnan'ın oğlu da oradaydı.
Köl Erkin' e şöyle söyledi:
Bu tahtta oturmak babamın hakkıdır.
Babam büyüdükten sonra da hükmetmek gayesiyle, annemi ona verdin.
Şimdi ben de büyüdüm, sense ihtiyarladın.
Tahttan inip, gerçek sahibine vermek zamanın gelmedi mi?
Büyük, küçük herkes biliyor ki, bu bizim hakkımızdır.
Bundan böyle orada oturma ki, aramızdaki dostluk ve işbirliği düşmanlığa dönmesin.

Köl Erkin bunları işitince, şu şekilde konuştu:
Bunları benim daha önceden düşünmem gerekti.
Hatta sen diken ile birini ikiye böldüğün gün, tahtı sana vermeliydim.
Doğru söylüyorsun, ne diyebilirim ki.
Ertesi gün Köl Erkin Han bir toplantı yaptı.
Turnan'ın atalarından kalan altın otagını, öbür çadırlara da beraber kurdular.
Köl Erkin Han, Korkut Ata'yı ve bütün Oguz halkını toplayıp, şöyle dedi: "

Otuz iki yıldan beri tahtta oturuyorum.
Bugün bu yer Turnan Han'ın hakkıdır ve ona babasından kalmıştır.
Eğer bizim soyumuzdan han olması gibi bir hevesimiz bulunsaydı, ancak hoş bir sevda olurdu.
Kaganlık tahtı bu iş için Ulu Tanrı tarafından seçilmiş olanlarla, onların neslinden gelen insanlara layıktır.
Muhakkak ki bu soydan gelen insanlar asla hata yapmazlar, ama ben yapabilirim.
Bu yüzden şimdiye kadar otuz iki yıl müddetince, herhangi bir kişinin kalbini kırdıysam söylesin."

Orada bulunan herkes bir ağızdan cevapladı: "Biz hepimiz, senin her yaptığından memnunuz.
Senden inciten bir toz dahi gönlümüzün eteğine konmamıştır."
Sonra tahtı Turnan Han'a "şu şartla takdim ediyorum" dedi: "Bütün atalarının davrandıkları gibi hareket etsin.
Adalet ve doğruluktan nesilleri ayrılmasın.
Biz de bu yolu tutmuştuk.
Sözünü tamamladıktan sonra şaka ile torunu Kayı Yabgu'ya dedi ki:
Ey benim kızımın oğlu, sonunda bana düşman ve asi oldun, Gel kutlulukla tahta otur.
Çocuk bu sırada dokuz yaşında idi.
O da şöyle cevapladı:
Benim bu hususta babamla aramda bir söz var, Yarın bizim günümüzdür.
Ne yapacağımızı biliriz, senin sözüne ihtiyacımız yok.
Toya gelenler, atlarını eyerleyip gitme hazırlığında bulunurlarken, çocuk geceleyin babasıyla görüşüp, ona şöyle dedi:
Baba sağ iken, oğlun tahta oturması doğru olmaz.
Sen bir kurultay topla ve makamına otur.
Ben ancak sen ihtiyarlayınca başa geçerim.
Babası onun bu sözlerini çok beğendi.
Hemen o gece, babası zamanında iş başında olan bütün beylerin ve idarecilerin yanına gelmesi için elçiler yolladı.
Herkes gelince nihayet toya başlandı.
Bu toy öyle mükemmel hazırlanmıştı ki, bundan öncekilere hiç benzemiyordu.
Toy, tam on üç gün sürdü. ilk gün Turnan Han tahtına oturtuldu.
Yüz gün geçtikten sonra kendi arzusuyla tahtından inip, oğlu Tiken Bilen Er Biçken Kayı Yabgu'yu başa geçirdi.
Dört taraftaki memleketlerle harp edip, kendisine bağladı.·
Bu han doksan yıl idarede bulundu.
Son derece yiğit, dürüst, inançlı ve namuslu olduğundan, bütün ülkeleri Türk töresine göre tabi kıldı.
Onun çağında kurt koyuna, pars geyiğe, kartal tavşana ve kekliğe zorbalık yapamadı. Dünyanın diğer yerleri de ona vergi gönderdiler.
Doksan yıl hanlık yaptıktan sonra ölmüştü.
Onun iki oğlu vardı.
Büyüğünün adı Ula-Temür
Küçüğünün ismi Kara Alp Arslan idi.
Ölmeden önce yurdunu ikiye böldü.
  • Talas'ın batısını Ula-Temür'e,
  • Doğusunu da Kara Alp Arslan' a verdi.
Yerine, oğlu Ula-Temür Yabgu Han yog ve yas töreninin ardından bir kurultay ile hanlık makamına çıkarıldı.
Kara Alp Arslan ağabeyinden ileriydi.
Hükümdarlığının on beşinci yılı biterken, eskiden beri Oguzlara bağlı olan Uygur boyunun başındaki Kara Alp Arslan Han düşman olmuş ve isyan etmişti.
Ula-Temür Yabgu Han asker toplayıp, ona savaş açtı.
Bu harp için gereken bütün silah ve mühimmat ihtiyacını Sayram şehrinden karşıladıktan sonra, Kara Alp Arslan Han'ın ordusu ile Talas sınırlannda karşılaştı.
Üç gün, üç gece savaştılar.
Ula Temür Han galip geldi, onları ezdi ve Kara Alp Arslan Han komutanlarıyla beraber vuruşmalar sırasında öldürüldü.
Daha önce onlara verilmiş olan topraklar, geçmiş otuz yıllık vergileri de ödetilerek, geri alındı.
O, bir yıl bu topraklarda kaldı.
Ölümden kurtulan kılıç artıkları, UlaTemür Yabgu Han'ın huzuruna geldiler.
Kendi günah ve suçlarını itiraf edip, ona hizmete hazır olduklarını bildirdiler.
Kara Alp Arslan'ın küçük bir oğlu vardı.
Bir gün onu Ula-Temür Yabgu'nun yanına getirdiler.
Çocuğun yüzünü görünce ona acıdı.
İki gözünden yaşlar akarak; "ne yazık ki atalarımız bu ülkeyi Uygur kardeşlerimize vermişlerdi.
Eğer Kara Alp Arslan boş ümitlere kapılıp, nankörlük etmeseydi, bu çocuk böyle malızun ve yetim kalmazdı", dedi.
Çocuğa Alp Tabgaç Han unvanını verip, bu memleketin idaresini ona terk etti.
 
Alp Tabgaç Han'a her türlü kolaylığı gösterdi ve Uygur beylerine şunu söyledi: "Atalarımız ve babalarımız sizleri her zaman korudular, yardım ve iyilik ettiler.
İnşallah bundan sonra ben de aynı yolu takip ederim.
Yeter ki siz temiz kalp li olun, bize itaat edin, iyi haberler yollayın.
Siz bize sadık olursanız, biz de güzel karşılık veririz.
Ama bir de Allah göstermesin, dik başlılık eder, yanlış yola sapar, asi olursanız; böyle insanlara ne yapmışsak sizin de akibetiniz öyle olur.
Sözünü bitirdikten sonra payitahtına döndü.
Babası ve devlet ileri gelenleri ona bir toy hazırladılar.
Bu toplantı ve eğlenceler o kadar hoş geçti ki, atalarından emanet kalan o toprakların bu çocuğun hakkı olduğuna kesinlikle kanaat getirildi.
Uygurlardan esir alınan bütün insanıları salı verildilcr.
Bu maksatla ülkenin her tarafına haberciler yollanıp, bütün esirlerin bırakılmaları emredildi. Toplanan Uygur Türkleri, Alp Tabgaç Han'a gönderildi.
Dünya düzene girdi ve her yerde huzur sağlandı.
Bundan sonra babası Tiken Bilen Er lliçken Kayı Yabgu Han öldü
Ula-Temür Yabgu Han'ın hükümdarlığı yetmiş beş yıl sürdü.
Ancak bir oğlu olmadı.

Ula-Temür Han'ın ölümünden sonra da Kayı Yabgu Han'ın oğlu ve UlaTemür'ün kardeşi Kara Alp tahta çıktı.
Düşman onubabasınin Urçe Han ile savaşı sırasında beşikten çalıp götürmüş; sonra dönüp, gelerek babasını hayatta iken görmüştü.
Ula-Temür Yabgu Han'ın bu suretle yetmiş beş yıllık idaresinin ardından Kara Hanıı başa geçti ve yirmi iki sene hanlık yaptı.
Kara Han da vefat edince onun oğlu Bugra Han'ı hükümdar tayin ettiler.
Doksan yıldan sonra üç oğlu oldu.
En büyüğü İl Tigin,
Ortaneası Kun Tigin,
En küçükleri de Beg Tigin idi.
Tiginin manası "güzel yüzlü" dcmektir.
Bugra Han Aşı" denilen yemek ona izafe edilir.
Rivayete göre şöyle bir hadise gerçekleşmiş:
Bir gün asker aç kalmış ve ne yemek pişirelim diye düşünmüşler.
O da acele bir parça hamur alıp, yassılaştırmış ve kazana atmış.
O tarihten günümüze kadar bu aş, onun adıyla anılır.
Bugra Han devrinde adalet ve dürüstlük tamdı.
Herkes hakkını alırdı.
Halk bolluk ve refah içindeydi.
Her üç oğlunun da annesi olan Bayır Hatun adında çok akıllı, iş bilen bir karısı vardı.
Ülkenin pek çok işi konusunda zaman zaman o karar verirdi.
Bir gün bu kadın ölüverdi.
Bugra Han üç yıl boyunca yas tuttu.
Çadırından dışarı çıkmadı ve saçını kestirmedi.
Bugra Han artık ihtiyarlamış, kötülerniş ve zayıflamıştı.
Nihayet onun bu vaziyetini gören beyler; "üç oğlundan hangisini yerine han seçersin," diye sordular.
Bugra Han,

Toplantı yapın, beyler hangisinde karar kılarsa, han seçin," dedi.
Fakat arılar son derece saygılı bir şekilde ve beraberce birbirlerine fikir danışıyorlar, hürmet gösteriyorlardı.
Beyler son durumu Bugra Han'a arılattılar.
O da, "sizler hangisini düşünüyorsunuz", şeklinde sordu.
Onlar da şöyle cevap verdiler:

Her üçü de mükemmel, taç ve tahta layıklar, ama hüküm sizindir.
Bugra Han, "her şeyin ortası iyidir," dedi.
Beyler de bu sözden ortanca oğul, Kurı Tigin'in tercih edildiğini arılalar.
Bundan sonra yedi gün süren bir toy düzenlendi ve Kurı Tigin'i tahta çıkardılar.
Bilahare Kun Tigin babasının yanına gelerek, şunları söyledi:
Ey babacığım, kaç senedir evin bir köşesinde yas tutuyorsun.
Böyle yalnızlıktan ne çıkar.
Sonra babasını ikna etti ve ava gittiler.
Avda tesadüfen Kurı Tigin bir dağ geyiğine ok attı.
Sarı-kul isimli bir adam bu oku bulup, Kun Tigin' e getirdi.
Kurı Han onun sadakatine ve samirniyetine önem verdi ve bu yüzden Sarıkul'a çok önem verip, kendisini ordu komutanlığına tayin ederek, yüksek unvanlar bahşetti.
Avdan döndükten sonra Kurı Han, babasına;

Annemin hizmetlerini görmesi için sana bir hatun alacağım," dedi.
Bugra Han ağlayarak, şöyle söyledi:
Hangi hatun annen Bayır'ın yerini tutabilir?
Hem ben kadınlardan korkarım.
Baba, oğlun arasını bozar ve anlaşmazlık çıkarırlar.

Kurı Han, Bcylerbeyi Küncc'nin kızını babası için istedi.
Kış mcvsiminde tertip edilen bir toyda Bugra Han sarhoş olup, Uyumuştu.
Karısı, Kurı Han'ı yalnız görüp, onun hoşuna gitmtek amacıyla başını taramak istedi.
Kadın kendi kendine ''Kun Tigin'in bana meyli var.
Benim gibi güzel birisiyle sevişmek için babasına bahane olarak alıyor" diye düşünüyordu.
Kun Han, "nasıl olsa annem sayılır" diyerek ondan hiç çekinmeden çadıra girdi.
Kadın ona:
Beni baban için aldın, Bana hiç bakmıyorsun, bir ihtiyarın eline bıraktın", dedi.
Yine bir gün duygularını şöyle açıkladı:
Hiç benim halimden haberin var mı?
Ben sana aşığım, geceleri uyuyamıyorum.
Kurı Han, erkeklik gururoyla hiddetlencrck:
Sen içinde nasıl böyle çirkin bir duygu taşırsın, yarından tezi yok babamla konuşup, hak ettiğincezayı vereceğim", diye söyledi.
Ve oradan çıkarak, kendi çadırına gidip, uyudu.
Kadın bunun duyularak etrafa yayılmasından ve rezil olmaktan korktu.
Kendi kardeşlerinin karılarının da öğüdüyle, ondan daha önce davranarak bir hileye başvurdu.
Kun Han'ın evinden iki üç tane kız çağırdı.
O gece kar yağrnıştı.
Bu kızlardan birisi Kurı Han'ın çizmelerini giyerek, izlerini Bugra Han'ın çadırının önüne. bıraktı.
Sabah vakti kadın, kocası Bugra Han'ın yanına giderek, dedi ki:
Oglun Kun Han'ın benim için yüz kızartıcı ve çirkin şeyler söylemesi, arzular duyrnası doğru mudur?
Bu gece seher vaktinde uyuyup, yatrnıştım.
Bir adam gelip, koynurna girdi.
Görünce, Kurı Tigin Han:
Bağırrna' dedi.
Sana aşık olup, babama alıverdim.
Onun için gündüz babamın, gece benim olacaksın.
İşte onun çadırına geldiğini gösteren çizme izleri.
Bugra Han buna çok öfkelendi ve ateş püskürdü.
Beyleri çağırıp, onlarla konuştu.
Beyler de
Doğrusunu öğrenmek için en iyisi onu tutuklayalım. işlediği suçu ve alçaklığı soralım, dediler.
Bugra Han da bunu müspet karşıladı.
Beyler Kurı Han'ın çadırının önüne geldiğinde, o henüz uykudaydı. ileri gelen bu adamlar, "Seni yakalamamız için emir aldık", diye söylediler.
Kurı Han buna şaşırdı.
O herhalde, Sarı Kulbaş geldi, düşman oldu ki beni tutmak istiyor," şeklinde düşündü.
Fakat beyler bunun babasının buyruğu olduğunu söylediler.
Kurı Han, "madem ki babam emretmiş, o halde buyrun" diyerek, ellerini uzattı.
Kadının anlattıklarını kendisine sordular.
Kurı Han şöyle cevapladı:

Şu bir gerçek ki, ben meseleyi babama anlatmakta gecikmişim.
Kadın benden önce davranmış.
En iyisi, sonradan yapılacak bir işi dille söylememeli.
Zaten büyükler, dile düşen iş ziyan olur, demişler.
Bu öğüt insanlara yapmadıkları şeyleri söylememelerini hatırlatıyor.
Çünkü sonunda kişi kendisi zararlı çıkar.

Bundan sonra kadınla arasında geçenleri beylere anlattı.
Kurı Tigin, "Gerçi çizme izi benimdir, ama böyle bir işe teşebbüs etmediğim gibi, asla da böyle bir alçaklığa tenezzülde bulunmam", demiş;
Beyler de bu sorgu da söylenenleri babasına aktarmışlardi.
Bugra Han, "Bu konuda sizin fikriniz nedir?" diye beylere danıştı.
O zamanlar yüksek bir dağın eteğinde anavarlar vardı.
Bunlar iki tane ağacın altındaki çeşmelerin ayağında duran mavi yaratıklardı.
Bir kişi herhangi bir suç ile itharn edilirsc, sanığın.vücudunu yaralayarak, canavariara gönderirlerdi.
Eğer gerçekten suçlu ise, bu yaratıklar hemen onu yerdi.
Ama suçsuz ve masumsa yaralı bedeni iyileştirirlerdi.
İnsanların dürüst veya kötü oldukları orada mutlaka belli olurdu.
Bugra Han, onun ihanetinin canavarlarla halledilmesini ve gözlerine mil çekilmesini emretti.
Sonra da hızlı giden bir çöl devesinin sırtına bindirilip, kendisine hizmet edecek zenci bir aşçı ile gönderdiler.
Zenci devenin yularından tuttu ve iki ay sürecek yolculuğa koyuldular.
Bu sırada Kurı Han'ın başkomutanı ve asker başı olan Sarı Kul-baş yoktu.
Geri döndüğünde bu haberi duyunca, çok üzüldü ve kendi kendine:

Bugra Han' ı öldürüp, başını oğluna götüreyim, onu yoldan çevirip, tahta geçireyim.
Gözleri görmese de hükmedebilir", dedi.
Fakat sonra şöyle düşündü:
Ben nasıl babamı seviyorsam, Kurı Tigin de kendi babasını öyle sever.
Eğer onu öldürürsem, hiç de hoşuna gitmez.
Bir iş yapayım, ona hizmet edeyim derken kötülük yapmış olurum.
Hele kendisini bulayım, iznini alırsam geri döner, babasını öldürürüm.
Tez bir şekilde peşlerinden gitti.
Sabaha karşı yanlarına ulaştı.
Kurı Tigin nal seslerini duyup, hizmetçisirıe; "ardımızdan yetişrnek isteyen kimdir, bak" diye, sordu.
Adam, "atının göğsüne kotuz (kutas) bağlamış bir atlı" dedi.
Kun Tigin, "öyleyse bu antalıg Sarı Kul-baş'tır.
Yani benimle dostluk andı içen kişidir.
Eğer kardeşlerim olsaydı atları siyah, kotuzları da beyaz olurdu", diye söyledi.
Bir araya gelince Sarı Kul-baş ve Kurı Tigin atlarından indiler.
Sarı Kul-baş, Kurı Tigin'in cl ve ayaklarını öptü, ağladı.
Kurı Tigin,
Ey vefalı dostum, bana pek çok hakkın geçmiştir.
Kardeşlerimin yerine sen geldin.
Evine, çocuklarının yanına geri dön.
Ben kendi suçsuzluğumu biliyorum, sağ selamet döneceğim.
Ama netice başka türlü olursa evime ve çocuklarıma sen bak, dedi.
Antalıg Sarı Kul-baş ağlayarak,
Geri gitmeyeceğim, İyi veya kötü seninle beraber olacağım", şeklinde cevapladı.
Sonra yola koyuldular.
Uzun süren yolculuk kısaldı ve iki ayın ardından bir gün ağaçlar uzaktan göründü.
Antalıg, "Üç ağacın hangisine gidelim?" diye, sordu.
Kurı Tiginı "ben ortanca oğul olduğumdan, ortadaki ağaca", dedi.
Bu esnada üç dağ tekesi göründü.
Antalıg atını sürüp, canavarın önüne geldi.
Sonra baktı ki, Kurı Tigin çeşmenin başında uyuyor.
Canavar onun üzerine doğru gidiyordu.
Sarı Kul-baş bundan korkarak, kılıcını çekti ve canavarı öldürmek istedi.
Canavar "ne yapıyorsun?", diye sordu.
O bir handır.
Günahsız olduğu halde, onu feci bir duruma soktular.
Ona zarar vermemen için seni öldüreceğim", dedi.
Canavar, "hiç tasa etme, o suçsuz ve masumdur", şeklinde konuştu.
Dilini Kurı Tigin'in her iki gözüne sürünce, hemen gözleri açıldı.
Oradan sağ geri döndüler.
Evlerine ulaşıp, eşlerini ve çocuklarını gördükleri zaman, düşmanın geldigini ve Bugra Han' ı kuşattığını haber verdiler.
Hemen koşup, düşman askerine saldırarak, onları dağıttılar.
Kurı Tigin başından geçenleri babasına anlattı.
 
Bugra Han şöyle söyledi:
Bu kadını daha benim için istediğin gün biliyordum ki, bir gün fitne ve kanşıklığa yol açacaktır.
Ama sen benim sözümü dinlemedin.
Şimdi bu hatunun cezasını nasl istersen öyle ver.
Kurı Tigin beş tane at getirmelerini emretti.
Kadını bir atın kuyruğuna bağladılar.
Sağ kolunu ve ayağını başka bir ata, sol kolu ile ayağını başka birisine tutturdular.
Atları birden kamçıladılar, böylece vücudu parça parça oldu.
Kurı Tigin,
Bundan sonra kim yalan söylcrsc ve iftira atarsa onun sonu da böyle olacak", dedi .
Bundan sonra Buğra Han, oğluna şunları söyledi:
Artık hiçbir engel ve dedikodu olmaksızın tahta geç.
Hükümdarlık zaten senin idi.
Kurı Han, Karı-Talas'ta oturup, yetmiş beş yıl hanlık yaptı.
Düşmanlarını ağlatıp, dostlarını güldürdü.
Adaletle iş gördü, fakir fukaraya ihisanlarda bulundu.
Oğlu Arslan Han'ı yerine oturtup, vefat etti.

Kara Arslan Han Külenk' de ikamct etti.
Çok yıllardan sonra Soracık ili düşman oldu.
Arslan gidip, burayı bastı ve kendisine tabi kıldı.
Oradan bir küçük erkek çocuğu esir alıp, getirdi.
Adını Suvar koydu, kendi elinde büyüttü.
Onun Suvar ile beraber kırk hacibi vardı.
Suvar çok hünerli, çevik, kahraman ve cana yakındı.
Han ona çok önem verirdi.
Öylesine güvenilirdi ki, vezirlerin ve beylerin huzurunda hanın kulağına gizlice bir şeyler söyleyebiliyordu.

Bir defasında onun ünü hatuna kadar gitti.
Ancak onun serbestliğinden ve küstahlığından dolayı şaşırdı.
Hacipler ve diğer danışmanlar onu kıskandılar.
Aralarında bir toplantı yapıp, hana şöyle anlattılar:
Bu Suvar hükümdarımız hakkında kötü niyetler besliyor.
Seni öldürüp, hanlığa zorla sahip olacak ve kağanı da alacak.
Biz bunu öğrenince saklayıp, gizleyemedik.
Kara Arslan Han, "onu bir göreve gönderdiğini, döndüğü zaman yakalayıp, parça parça edebileceklerini," bildirdi.
Onlar gidince, han da haremine geldi.
Büyük hanım Bal Hatun ile Gevher Hatun içki sunmak için yanına yaklaştılar.
Hükümdan üzüntülü ve sıkıntılı görüp, sebebini sordular.

Arslan Han, Suvar hakkında duyduklarını aktardı ve asabının bu yüzden bozuk olduğunu söyledi.
Yarın buraya dönünce, bu hususta sorguya çekilecek,eğer anlatılanlar doğru ise, herhalde onu öldüreceğim", dedi.
Hatunlar da;
Gerçi biz de onu kıskanıyor, çekemiyorduk.
Zira gizli, açık her şeyi sana söylüyor, küstahlık yapıyordu.
Ama o çevik ve kahraman bir adamdır.
Her türlü hizmetin ortasından pişerek gelmiştir.
Bütün dünya ve hükümdarlık işlerini, yeme içme, at, katır, deve gibi hayvanlara bakma, giyim kuşam hususlarını mükemmelce düzenlemiştir.
Onlar, bu sözleri kıskançlıktan söylemiş olabilirler.
Önce titiz bir araştırma ve inceleme yapılsın.
Böylece fitnecilerin düzenledikleri bir şey varsa, fırsat verilmesin.
Adam günahsızken, kendisini çckemeyenlerin yalanı ile ölüme gitmesin.
Son pişmanlık fayda etmez.
Huzurlu olmak için dikkat gerekir.
Şeklinde fikirlerini beyan ettiler .

Kara Arslan Han bütün gece enine boyuna düşündü.
Sabahleyin güneş doğarken hacipierine haber yollayıp, şöyle dedi:
Ben Küyük Hisar' a ava gitmek istiyordum, ama dünden beridir her yerim ağrıyor.
Siz halka baş olup gidip, avlanın, akirlere kış azığı hazırlayın.
Ertesi gün Suvar geldi, fakat Kara Arslan Han, onun kendisini görmesine izin vermedi.
Bir gün sonra haber salıp, Anande ve Yangı-kent illerinden üç yıllık vergiyi toplayarak getirmesini emretti.
Ona bir ferman ve hayvanlar verdi.
Başkaca bağışlarda bulunarak, yola çıkardı.
Sonraki gün hacipierine ve Suvar' a karşı bir hile düşündü.
Kendisini ölmüş göstererek, bir tabuta yattı.
Haciplerle, Suvar' a Kara Arslan Han öldü diye haber gönderdi.
Hacipler bunu duyunca hemen döndüler ve alelalacele bir toplantı düzenlediler:

0, bize hiç iyi davranıp, itibar etmez, aksine onurumuzu kırar ve Suvar'ı tercih ederdi.
Onun yas töreni, bize bir gelinin düğün matemi gibidir," biçiminde düşündüler.
Hatunları hiç sormadılar.
Bir gün zorla yas ettiler.
Arslan Han'ın hazinelerini aralarında paylaştılar.
Onun kös, davul ve bayrağını da alıp, götürdüler.
İkinci gün Suvar gdip, yetişti.
Efendisinin tabutu başında yürekten ağlayıp sızladı.
Bir taş alıp, başına ve göğsüne vurdu.
Her yerini parça parça yaptı.
Ona pek çok ağıt yaktı, ahaliyi ağlattı.
Bunlardan birinde şöyle diyordu:
Ey han, ne yazık ki beylerini memnun edemedin.
Yoksa ölümünden sonra evine koşarlar, çocuklarına yardım edip, korurlar; davul ve bayrağını çadıriarına götürmezlerdi.
Öldüğünde bulunmadım.
Bir bardak su veremedim.
Şimdi sen öldükten sonra benim yaşamamın ne faydası var.
Kendimi öldüreyim de, senin ardından düşmanlarının sevincini görmeyeyim.

Onun bu feryatları Arslan Han'ın kulağına erişince, han birden elleriyle vurarak, tabutu kırdı ve ayağa kalktı.
Hatunlar bundan korktulari
Bir ölü nasıl olur da canlanır diyerek kaçtılar.
Suvar bir yere gitmedi ve yüksek sesle
Sana karşı sadakatim malum oldu da, beni de öbür dünyaya birlikte götürmek için geldin, dedi.
Kara Arslan Han onu sıkıca kucakladı ve sevinçle öptü.
Çok mutlu oldu:
Yüce Tanrı bana yeniden can bağışladı, hayat verdi, sen hiç tasa etme", diye söyledi.
Suvar şaşırarak:
İnsanı nasıl böyle deneyip, imtihan edersin, dedi.
Han,
Şimdi serzeniş zamanı değildir.
Oğullarım İl Arslan ve Mahmud ile bütün yardımcılar ve hizmetçiler atlanıp, gelsinler.
Kırk hacip yakalansın.

Buyruğunu verdi.
Onları tutuklayıp, hanın huzuruna getirdiler.
Bilmeyip, yaptıklarından dolayı utanarak yere bakıyorlardı.
Kara Arslan Han öfkelendi;
Niçin gözleriniz yere takılıp kalmıştır, diye bağırdı.
Onlar da dehşet ve korku içinde,
Çünkü suçluyuz", şeklinde cevapladılar.
Bunun üzerine Arslan Han şu şekilde konuştu:
- Sizin onun hakkında düşündükleriniz, size geri tepti, ondan bana naklettikleriniz, meğer sizin kötü tabiatınızda varmış.
Bizim mallarımızı çadırlanmza götürdünüz.
Silvar geldiğinde ben tabuttan çıkmakta bir an gecikseydim, o kendini öldürecekti.
Şimdi sizin yaptıklarımza karşılık, cezanız ölümdür.
Bunların öldürülmesi işini Suvar' a bıraktı.
Suvar da şöyle dedi:
-- Hanın izniyle sizlere öyle bir ceza vereceğim ki, bütün düşmanlara ibret olsun. Onların yol başlarına götürülmeleri emredildi.
Gözleri oyulup, kulakları kesildi.
Ders olsun diye öldürüldüler.
El ve ayaklarını vücutlarından ayırıp, yol girişlerine diktiler.
Ülkenin çeşitli yerlerinden yas merasimi için gelmekte olan kalabalık insanlar ve beyler yol başlarındaki bu durumu görünce şaşırdılar.
Kara Arslan Han bu durumu şöyle izah etti:
Onlar kötü niyetli insanlardı.
Hep yalan söyler, ortalığı karıştırmayı düşünürlerdi.
Yaptıklarının karşılığı işte budur.
Daha sonra da Suvara dedi ki:
-- Sen iyi bir ad bıraktın, söyle, onların pis bedenlerinden dünyayı kurtardığını ilan et.
Kim yalan söyler, iftira eder, kötülük düşünür, hatta hana el kaldırırsa, onların layık olduğu ceza böyledir.
Sü-başılığı, vekilliği ve danışmanlığı hep Suvar'a havale etti.
Yetmiş sene devletin başında mutluluk ve huzur içinde yöneticilik yaptı.
Kendi oğlu henüz küçük olduğundan, amca oğlu Osman Han Külenk'te tahta çıktı.
On beş yıl idarede bulundu.
Osman'ın Esli adında bir küçük kardeşi vardı.
 
Ölümünden sonra Esli Han'ı başa geçirdiler.
Yaşlı ve güngörmüş bir adam olduğu için dünyayı ayların ve yılların ölçüsüyle hesaplamıştı. Üç sene sonra oğlu Şiban Han'ı (Ş eyhan) tahta çıkardı.
Şiban Han yirmi iki sene hükümdarlık yaptı.
O da, atalarının yürüdüğü yoldan yürüyüp; iyiye iyi, kötüye kötü oldu.
Ölümünün ardından oğlu Buran Han idareyi ele aldı.
Halk ile iyi geçindi.
Oguz ilinin törelerini bozmadı.
On sekiz sene hanlık etti.
 
Buran'ın vefatından sonra oğlu Ali Han babasının yerine geçti.
O, yirmi sene hükümdarlıkta bulundu.
Kendisi Amu Derya'ıun bu tarafında oturuyordu.
Amu Derya'nın öbür yanında, kalabalık kabileler yerleşmişti.
Onların önderi birkaç bey vardı.
Ali Han kendi oğlu Kılıç Arslan 'ı, kırk bin atlı çıkarabilen bu toplulukların idaresiyle vazifelendirdi.
Yüz Seksen yaşında olan Begdüz (Bügdiiz) Karaçı'yı oğlunun dürüst iş görebilmesi ve Karaçı'nın adaletinden ayrılmaması için danışman ( atabeg) olarak tayin edip, gönderdi.
Kılıç Arslan'ın beline bir Kılıç kuşatıp, adın "Kılıç Arslan olsun," dedi.
 
Onlar Horasan' a vardılar ve birkaç sene geçtikten sonra Kılıç Arslan delikanlı oldu.
Hemen her gün günah ve kötülükle meşguldü.
Geceleri beylerin kızlarının çadırlanna gidip, onların namuslarını kirletiyordu.
Beyler de buna tahammül edemiyorlardı.
Ona bu yüzden "Zalim Şah Melik" namını taktılar.
Hep beraber Atabeg Karaçı'nın yanına varıp, onu şikayet ettiler.
Karaçı ona bir sürü öğüt verdi, ama faydası olmadı.
Nihayet beyler, bir olup onu yakalamayı kararlaştırdı.
Şah Melik ırmağı geçerek kaçtı ve Begdüz Karaçı da peşinden yola çıktı.
Ali Han'ın huzuruna gidip, oğlunun yaptıklarını bir bir anlattı:

Benim nasihatlarımı dinlemediğinden, böyle çirkin bir durum meydana geldi", dedi.
Ali Han,
Eğer oğlum bunlan duyarsa yanıma gelmez", diye düşündü ve Karaçı'ya
Yalan söylüyorsun, bütün bu karışıklıklar senden kaynaklanıyor, o daha küçüktür",
şeklinde cevap verdi.
Şah Melik, babasının böyle söylediğini işitince; hemen gelip babasının ayağını öpmek istedi.
Babası başına bir tekrne atıp; bu uğursuzu yakalayın" diye buyurdu.
Onu yakalayıp hapse tıktılar.
Ali Han, Begdüz Karaçı'yı çağırıp, kendisinden af dileyerek, şunları söyledi: "Bu çocuğu zincirlerle bağlayarak götür.
Beylerin diledikleri gibi öldürmeleri ve gönülleri hoş olması için düşmanlanın eline teslim et." Fakat gece baş başa kalınca, iyice düşündüler.
Atabeg Karaçı, "Çocuğu bu şekilde götürmek iyi bir hareket olmaz.
Hem de düşmanlara verilir ve öldürülürse mağrur olurlar.
Düşmanlıklarından vazgeçmezler.
Uyuyan yılanı uyandırmayalım.
Yoksa gelip bizimle savaşırlar.
Çocuğu herkesin içinde yakalatıp, zincire vurutmasını emredin. iyisi mi onu bugün bir yere gizle.
Ben de onların öfke ve hiddetini yatıştırmak için gidcyim.
Diyeyim ki, Ali Han oğlunu yakaladı ve size teslim edip ondan öcünüzü almanız için bana verdi.
Şimdi herkes yerine gitsin.
Eğer dinlemezler ve baş kaldırmaktan geri durmazlarsa, hiç olmazsa oğlun sağ kalacak.
Onu askerlerle gönder de, bunları yenerek itaat ettirip, boyun büktürsün, şeklinde bir görüş beyan etti.
Bu fıkre Ali Han'ın aklı yattı.
Begdüz Karaçı'yı derhal süratli bir ata bindirip, yola çıkardı.
Oğlan da geceleyin bir yere saklandı
Merv, Serabs ve Feramurzan (Merzduran) dolaylarındaki Oguz boyları ve beyleri toplandılar.
Bu beylerden bazıları İran'a doğru aynlıp, gitmişlerdi.
Karaçı, Merv sınırlarında onlara yetişince durumu onlara anlattı.
Beyler hep birlikte, "Ali Han oğlunu öldürmedikçe, biz ona dönmekten ve kendi yurdumuza göçrnekten vazgeçmeyiz", dediler.
Bu beylerin önderi Kmık Kazı-kurt idi.
Horasan şehirlerine, Buşeng ve Merv'e adamlar gönderildi.
Yıllık vergiler istendi.
Ama halk, "aranızdaki çekişmeler ne zaman sona erer ve önderiniz belli olursa o vakit vergi öderiz", dediler.
Böyle olunca Amu Derya'nın her iki tarafmdaki halk ve kabileleri göç ettirip, Merv' dekileele birleştirmek amacıyla bin kişilik bir suvari birliği gönderdiler.

Bu topluluğun beylerinden Kam Amiran adında geleceği ve gizli sırları bilen bir fakih vardı. Kınık Kazı-kurt ona; "bak bakalım, Ali Han'la düşman olmamızın sonu ne olacak", diye sordu.
Bir saat düşündükten sonra;
İçinizden adalet, doğruluk, kahramanlık ve cömertliğiyle tanınmış birisi çıkacak.
Oguz ilinin içinde savaş olup, kızıl kan kara su gibi akacak", şeklinde cevapladı.
Bunların içinde Kerekeçü Koca'nın oğlu Tokurmuş adında, çadır iskeleti yapan bir usta ve üç oğlu vardı.
Enbüyüğü Tukak, ortaneası Tugrul ve küçükleri Arslandı .
Bu zat, o gece göbeğinden sağlam gövdeli ve dallı, hudaklı üç ağaç çıktığını gördü.
Bunların tepesi göğe ulaşıyordu.
Rüyasını anlattığı Karn Arniran (veya Emren), "sakın bunları kimseye söyleme; senin kaç oğlun var", diye sordu.
O da, "üç tane", dedi.
Kam Arniran, onların her üçünün de han olacaklarını bildirdi.
Bu durum ona inanılmaz geldi.
O kadar fakir olmasına rağmen, elindeki iki üç çadırını sattı.
Birkaç. koyun alarak, sadaka verdi.
Onun her üç oğlu da cesur ve kahraman idiler.
Her avı iyi yaparlardı.
Oguz beyleri onların maharetli bir şekilde av yaptıklarını görünce, kuşçubaşılıkla onları vazifelcndirdiler.
Beyler bir keresinde
  • Herat,
  • Gazne,
  • Kirman ve diğer
  • Horasan 'tilayetlcrine elçiler gönderip, haraç istediler.
Tabii ki halk bunu yerine getirmedi.
Tokurmuş'un oğulları arasında Tugrul daha becerikliydi.
Kınık Kazı-kurt'a bana biraz atlı verin, gidip vergileri toplayıp, getireyim", dedi .
Bunun üzerine yanına bin atlı kattılar.
O da, önceden etrafa elçiler yollayıp;
-- Niçin vcrginizi ödemezsiniz, işte karınca ve çekirgeler gibi askerler geliyor" diye bir haber yaydı.
Askerlerinin her birisinin delikli torbalara toprak doldurmalarını ve atlarını hızla koşturmalarını istiyordu.
Toprak deliklerden dökülünce öyle bir toz duman oluyordu ki, hava kararıp, gözler kamaşıyordu.
Elçiler de etrafa;
-- İşte Sultan Tugrul, sayısı belirsiz bir orduyla geliyor.
Sizi mahvedip kadın ve çocuklarınızı da esir alacak.
Diye ilan ediyorlardı.
 
Tugrul aynca her konak yerinde adamlarına pek çok ateş yakmalarını buyurdu.
Bu tür tedbirleriyle herkesin gönlüne korku düşürdü.
Halk haraç vermeyi kabul etti. "Asker gelmesin, vergimizi ödeyeceğiz" şeklinde haberciler yolladılar.
Tuğrul ahaliden bütün vergiyi toplayarak, geri döndü.
Bu başarısı üzerine ona çadırını ve yurdunu kurup, kendilerine bey seçtiler.
Olaylar bu şekilde cereyan ederken Begdüz Karaçı geldi.
Oguzlar Tugrul'u kendi beyleri yapmıştı.
Onu Tugrul'un yanına götürdüler.
Tugrul'un büyüklüğü ve heybeti Karaçı'nın içine tesir etti.
Tugrul, "senden bir şey soracağım, yalnız doğru söyle", dedi.
O da, "söylerim" deyince;
Tugrul, "buraya niçin geldin" diye, sordu.
Karaçı da şöyle cevap verdi: "Ali Han, Şah Melik'i yakalayıp, intikamınızı alın diye yanınıza getirmem için bana teslim etti.
Şimdi yolda Can-kent (muhtemelen Cend) vilayetindedir nerdeyse gelir.
Tugrul,
-- Eğer doğru söylüyorsan benden kurtulursun, değilse sana yapacağım işkencelerle öleceksin", dedi.
Bunun üzerine Karaçı korkup, işin gerçeğini anlattı.
Tugrul, Begdüz Karaçı'yı hapsedip, başına birkaç kişiyi dikti.
On altı bin askeri orada bırakıp, "yerinizden sakın ayrılmayın", buyurdu.
On dört bin adam seçip, bunun altıbinini sağ taraftaki iki dere arasında pusu kurması için kardeşi Tukak'ın emrine verdi.
Altı binini de küçük kardeşi Arslan'ın idaresinde vazifclendirdi ve onu da sol kolda pusuya yatırdı.
Tugrul'un kendisi iki bin kişiyle, Şah Melik'in yirmi bin insandan ibaret olan ordusuyla karşılaştı.
Tugrul geri çekilip, pusuların hizasına gelince, kardeşleri gizlendikleri yerlerden saldırddar ve yirmi bin kişiyi ortalarına alarak, pek çoğunu öldürdüler.
Şah Melik'i yanında birkaç büyük emirle beraber yakalayıp, muzaffer olarak döndü.
Şah Melik'i ordunun içinde iki parçaya böldüler.

Tugrul şöyle konuştu:
Kim idareci olursa, iyi bir sistem kurması gerekir, Şah Melik kötü hareketlerinin ve suçlarının cezasını buldu.
Ali Han, Tugrul'un sultan olup, Şah Melik'i öldürdüğünü duyunca üzüntü ve kederinden hastalanıp, iki sene sonra vefat etti.
Saltanat da Tugrul'un üstünde kaldı.
Etrafa ve komşu ülkelere elçiler yollandı.
Devleti adalet, doğruluk, iyilik esasına göre yeniden düzenledi.
Dünyanın dört köşesinden vergiler topladı.
Büyük kardeşi Tukak'ı Gazne ve o civarlara idareci olarak gönderdi.
Küçük kardeşi Arslan Yabgu'yu Rum ve ona yakın memleketlerin bey liğine atadı.
Ermeniyye bölgesine beylerinden İl-Arslan'ı vazifelendirdi.
Gürcü topraklarının vergisinin toplanması işini de o üstlendi ve İl-Arslan\ Sultan Kılıç Arslan'ın hizmetine yolladı.
O, Rum'a (Anadolu) gitti ve bütün Rum ülkesini savaşarak ele geçirdi.
Her yıl Merv' e kardeşi Sultan Tugrul'a vergi gönderdi.
O, yirmi sene hükümdarlık yaptı.
Ölünce kardeşi Tukak yerine geçti.
Bu adama kuvvetinden dolayı "Temür Yalıg" deniyordu.
O gayet yiğit ve bütün zor işleri başarabilen bir kişiydi.
Akıllı, tedbirli, özü sözü doğru adamdı.
Yedi yıl da o sultanlıkta bulundu.
O vefat edince Tokuz Yabgu'yu hanlığa getirdiler.
Bu Uygur Türkçesinde bir unvandır.
Tokuz Yabgu, on iki yıl hanlık görevini yerine .getirdi.
 
Ondan sonra Saman Yabgu'yu tahta oturttular.
Samaniler tarihinde ona Saman Hudat derler ki, bütün Samanilecin atasıdır.
Ondan sonra Akım Yabgu bir yıl devleti idare etti.
Arkasından Tokurmuş'un tarunu (Arsbn'ın oğlu) Kökem Yabgu hükümdar oldu.
O henüz çok küçüktü.
Ülkenin Kara Şad (Şit) adında bir düşmanı vardı.
Beyler memleketin idaresi için gereken işleri yapıyorlardı.
Birden Kara Şad asker yollayıp, kıyasıya savaşlara girişti.
Öyle ki Kokem Yabgu zor durumda kaldı.
Düşmanları evinin kapısına kadar yağmada bulundular.
Beşikteki kardeşini alıp götürdüler.
Pek çok ganimet topladılar.
Kökem Yabgu'nun ordusu tekrar kuvvetlendi.
Yeni bir gayret ve istekle erkek kadın beraberce Kara Şad'ın arkasından gittiler.
Onları yenip, bozguna uğratarak, geri döndüler.
Devlet işleriyle, adalet ve doğruluk içinde uğraştılar.
Esir alınan küçük kardeşi birkaç sene sonra ağabeyine şöyle bir haber yolladı:
Ben artık büyüdüm ve yiğitlik çağına eriştim.
Asker göndermen gerekiyor.
Onların yardım ve desteğiyle, bunları yenelim.
Ben de kendimi kurtarayım.

Kökem Yabgu'nun oraya yolladığı ordu, Kara Şad'ın askerleriyle karşılaştı.
Yabgu'nun kardeşine orada Serenk adını vermişlerdi.
Onların arasından kurtulup, kardeşinin ordusuna katıldı.
İki ordunun çarpışmasıyla büyük bir savaş meydana geldi.
Her iki taraftan birçok insan öldü ve yaralandı.
Neticede geri çekildiler.
Ordu karargaha ulaşınca, Serenk kardeşinin huzuruna gelip, yeri öptü ve başından geçenleri anlattı:
Bana orada çavuşluk ve eşiK ağalığı yapmamı emretmişlerdi" deyince; Kökem Y abgu, "burada da aynı görevi yap", buyurdu.
Kökcm Yabgu ansızın öldü.
Yirmi yıl hanlık etmişti.
Serenk kardeşinin cesedini bir tabuta koyarak, bir yıl hasta diye bekletti.
Kendisi kapıda durup, ülkenin işlerini idare etti.
Bir seneden sonra beyler toplanıp, Serenk'e şöyle dediler:
-- Bir yıldan beridir sen hükmediyorsun.
Kardeşin yaşıyorsa onu bize göster.
Eğer ölmüşse, neden gizliyorsun?
Sen kendin tahta geçersin.

Serenk onların kendi hükümdarlığına razı olduklarını görünce, ağlayarak;
Kardeşim öleli bir sene oldu.
Ülkemizin düşmanı çok olduğundan, duyulmasını istemedim", dedi.
Senra kardeşini çıkarıp, toprağa gömdüler ve kendisi de han oldu.
On yıl sultanlık yaptı.
Nihayet vefat edince, ondan sonra Oguz ilinden, Kmık urugundan Selçuk Beg başa gcçti.
O, Tukak'ın oğluydu.
Bilgili, uzak görüşlü ve muktedir bir yiğitti.
İyi ahlak ve huylada donatılmıştı.
Daha önceki hanın bütün askerleri ona hürmet gösterip, boyun cğerdi.
Atası da komutan olduğundan, han onu sü-başı atadı.
Türkçede sü-başı "sultanın kumandanı" demektir.
Selçuk olmadan hiçbir iş yürümezdi.
Meğer hanın (Oguz yabgusunun) bir hanımı vardı.
Daima hana;
Bu seninkisi işin iş, hareketin hareket değil.
Getirdin bir düşman oğlunu, her şeyin başına geçirdin.
Onu selahiyet sahibi yaptın.
Askerler ondan daha fazla korkuyorlar.
Böyle giderse, iktidarının sonu yakındır.
Selçuk askerlerle işbirliği edip, seni tahtından uzaklaştıracak.
Kendi elinle, kendini öldürüyorsun.
Onu ortadan kaldırasın ki, saltanatın yıkılmasın" diye kışkırttı.
Nihayet bu sözlerden han etkilendi, fakat Selçuk'un dostu olan bir kişi, durumu haber verdi. O da merkezden uzaklaştı, kabilesine danıştıktan sonra adamlarıyla Cend taraflarına gitti.
Han Selçuk'tan korktuğu için üzerine yürüyemcmişti.
O buralarda yüz yıl ömür sürdü.
Bir gün rüyasında, ateşe işediğini, bu ateşin kıvılcımlannın doğuya ve batıya yayıldığını gördü.
Vaziyeti akıllı bir kişiye yorumlattı.
Bu adam;
Senin evlatların da padişah olup, her yeri hükümleri altına sokacaklar" demişti.

Selçuk geriye dört oğul bıraktı:
  • Mikail
  • Arslan
  • Yusuf ve
  • Musa.
Onlar Buhara yakınlarındaki Nur kasabasını yurt tuttular.
Bu arada Türkistan' da Sultan Mahmud bin Se bük Tigin çok güçlüydü.
Buhara halkı, şehrin hakimine Selçukogullarını şikayet ettiler.
Sultan Mahmud da onlara;
Ceyhun'un öbür yaruna, Horasan' a gitmelerini buyurdu.
Sultan Mahmud'un ileri görüşlü, aynı zamanda acımasız ve Arslan adını taşıyan hacibi; "padişahım iyi emir vermediniz.
Çünkü bunların sizin saltanatımza ve Horasan ülkesine zararı dokunacaktır.
Onlar, savaş için yetişmiş, ellerinden her iş gelen bahadırladır.
Şimdi yapılması gereken, bunlar az iken ortadan kaldırıp, kurtulmaktır" dediyse de;

Gazneli Mahmud: "Sen ne taş kalpli bir adamsın.
Bir avuç Müslüman öldürülür mü?
Bir daha benimle bu şekilde konuşma" diye, onu azarladı.
Ayrıca Selçuk-oglu Mikail'e de izzet ve ikramda bulundu.
Horasan beyi, sonra onları Dandanakan civarlarına yerleştirdi ve bunun ardından da Sult.:m Mahmud binSebük Tigin vefat etti.
Böylece Horasan' da, Sultan Mahmud'un çocukları ve torunları hakim oldular.
Onların devletleri yükselmektcydi.
Selçuk neslinden Sultan Tugrul'un yakınları ve akrabası Çagrı Beg (Davud) Merv, llelh ve Herat civarlarına hakim olmuşlardı.
Sultan Mesud onlardan haraç isteyince, reddettiler ve cevap olarak;
Biz ancak kendimizden olanlara vergi öderiz, çünkü biz de Türk soyundanız", dediler.

Sultan Mesud bir yıl Cürcan ve Mazenderan' a gidince Çağrı Beg (Davud) Gaznelilerin başkenti olan Gazne şehrini almak için kurultay topladı.
Mesud bunu duyunca otuz bin suvari ile Merv şehrini kuşattı.
Kınık Selçuk'un oğulları yardım için dışarıya elçiler yolladı.
Üzerlerine kefen giyip, "sana hizmet etmek istiyoruz diyerek", o gün vergilerini ödediler. Ama giden elçi ve habcrdlere, "Mesud'un ordugahı nerededir, ne durumdadır, iyice dikkat edin" diye talimat verdiler.
Onlar da vazifelerini layıkıyla yerine getirdi.
Çagrı Beg her kapıya tam techizatlı yüz suvari bıraktı ve onlara,
Gece yarısı duaları sırasında tetikte olacaksınız, hep beraber çıkıp, düşmanın üzerine gece baskını yapacagız , buyurdu.
Gece müezzin münacaatta;
Ey Davud seni bu yeryüzünde kendime halife yaptım" ayetini okudu.
Davud, bunun ne demek olduğunu sordu.
Kendisi için iyi bir talih olduğunu öğrenince, tekrar kulak verdi.
Hafız diyordu ki:
-- Ey Allah'ım, sen dilediğini yükseltiyor, istediğini yere çakıyorsun.
Hayır senin elindedir.
Sen her şeye kadirsin.

Davud bu ayetin de manasını sorup, öğrendi.
Onu da hayırlı sayıp, gönlü ferahladı.
Cesareti arttı.
Dört bir yandan düşmanlarının üzerine atıldılar.
Askerler Mesud'u yakalayıp, Davud'un yanına getirdiler ve ona teslim ettiler.
Selçuk, Kınık boyundan olup, Türk hanlarının otag iskeletlerini yapan Kerekeçü Koca'nın oğlu Tokurmuş soyundan idi.
Keza Muhammed Harezm-şah'ın atası Anuş Tigin de Oguz ilinden, Begdili evladındandır. Anuş Tigin Selçuklu sultanlarının hizmetinde bulunanlardandı.
Oguz soyundan hanlar, beş evladın neslinden gelir:
  • Kayı
  • Yazır
  • Eymür
  • Avşar ve 
  • Begdili.
Bu boylardan başkasından hükümdar çıkmamıştır

Salgurluların hikayesi de şöyledir:

 
Şah Melik'in beyle­rinden olan Kınık Kazı-kurt'un nökerlerinden Salgur Dikli ( Salvur-Salur-Salar) isminde bir bey vardı.
Yine dcrler ki, Şah Mclik'in bozguna uğradığı sırada, bütün Oguz beyleri Mcrv'de toplanmışlardı.
Salgur kendi kabilesinden on bin atlı ile göç edip, Horasan sınırlarına geldi.
Kuhistan, Tabes ve Isfahan taraflarını yıllarca yağma etti.
Nihayet Selçuklular bu ülkeyi ele geçirdikleri vakit Salgur onlarla birleşti ve uzun süre onlara yardımda bulundu.
Sonunda onun çocukları Fars taraflarına gitti ve o diyarı aldılar.
Tarihte Salguri de denilen Fars Atabegleri onların soyundandır.
Başka bir Oguz beyi de Ceyhun'un öte yanında yurt tutmuştu.
Kışlak ve yaylak için Balkan (Balhan) Dağlarına, keza Harezm sınırlarına gitti.
Onun çocukları Kutlug Beg ve Karaman Beg'dir.
Onların soyları hala da devam eder.
Rum Türkmenleri,
Karaman,
Eşref ve diğer Türkmenler
Selçuklu sultanı Tugrul, Rum'a (Anadolu) gittiği sırada yanında olan yirmi bin Oguz taifesindendirler.
Tugrul geri döndüğü zaman, onlar orada yerleştiler.
Onların beyi ve önderi Kınık soyundan Arslan Sultan idi.
Oguzlar parçalanıp, dağıldıkları esnada Şah Melik'in Yazır boyundan bir beyi ve Ali Han oğulları Kayaş-kul ile Veli Han Yazır tarafına gittiler; yer ve yurt olarak Hisar Tag'ı seçtiler, orada oturdular.
Hala onların torunları o taraflardadır
Oguz ve onun soyunun durumu ile açıklaması, Türk sultan ve hükümdarlarının anılması, Allah'ın yardımıyla tamam oldu.


Oğuz kaan destanı tam metin
pdf den alıntı ve kaynak


Prof Dr. Saadettin Gömeç TÜRK DESTANLARINA GİRİŞ

0 Yorumlar

Yorumlarda lütfen saygılı olun