26231957
Bookmark

ÖN TÜRKLERDE CENAZE VE ÖLÜ GÖMME ADETLERİ

Ön Türklerde cenaze ve ölü gömme adetleri

Kadim Türk kültüründe ölü gömme:

İslamiyet öncesi Türklerde cenaze ve ölü gömme adetleri:

Ön Türklerin cenaze ve ölü gömme adetleri, Türk tarihinin en eski dönemlerinde yaşamış ve günümüzdeki Türk halklarının ataları kabul edilen bu topluluğun inanç, kültür ve yaşam biçimlerini yansıtan önemli unsurlar arasında yer alır.

Ön Türklerin cenaze ve defin gelenekleri, inandıkları dinlere bağlı olarak farklılık göstermiştir. Şamanizm, Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlık gibi çeşitli inançlara mensup olan Ön Türkler, bu dinlerin etkisiyle farklı ritüeller geliştirmişlerdir.

Bu dinlerin etkisiyle, Ön Türklerin cenaze ve ölü gömme adetleri farklılık göstermiştir. Eski Türk inanışına göre ölüm, ruhun bedenden ayrılması olarak kabul edilirdi. Ruhun bedeni terk ederken ağızdan çıkarak kuşa dönüştüğüne inanılırdı. Bu nedenle, Orhun kitabelerinde Bilge Kağan ve Kültigin için kullanılan "uçtu" ifadesi, ruhun tanrıya yükselmesini anlatırdı.


Şamanist Ön Türkler:


Ölümü bir son değil, yeni bir başlangıç olarak kabul ederlerdi. Onlara göre, ölen kişi ruhunu geride bırakarak başka bir aleme geçerdi. Bu nedenle, ruhun yolculuğuna yardımcı olmak amacıyla çeşitli törenler düzenlerlerdi. 

Ölen kişinin bedeni, genellikle doğal bir yükseklik olan dağa ya da tepeye götürülürdü. Burada ceset ya açıkta bırakılır ya da tahta veya taş bir yapının içine yerleştirilirdi. Cesedin yanına, ölen kişinin ihtiyaç duyabileceği eşyalar, yiyecekler, içecekler, silahlar, hayvanlar ve hatta insanlar konulurdu. Böylece, ölen kişinin ruhu hem bu dünyaya hem de öteki dünyaya bağlı kalırdı.

Budist Ön Türkler:


Ölümü bir yeniden doğuş olarak kabul ederlerdi. Ölen kişinin ruhunun başka bir varlığa dönüştüğüne inanırlardı. Bu nedenle, ruhun kurtuluşu için çeşitli törenler düzenlerlerdi. Ceset genellikle yakılır veya suya bırakılırdı, böylece doğaya geri dönerdi. Ölen kişinin iyi işlerini simgeleyen eşyalar, yiyecekler, içecekler, kumaşlar ve hatta altınlar da cesedin yanına konurdu. Bu ritüellerle ruhun dünyadan ve acılardan uzaklaşması sağlanırdı.


Maniheist Ön Türkler:


Maniheist ön Türkler, ölümü bir kurtuluş olarak kabul ederlerdi. Onlara göre, ölen kişinin ruhu bedenden ayrılarak ışığa ulaşırdı. Bu nedenle, ruhun aydınlanmasına destek olmak amacıyla çeşitli törenler düzenlerlerdi. Ölen kişinin cesedi genellikle toprağa gömülerek karanlığa bırakılırdı. Cesedin yanına, ölen kişinin inancını temsil eden eşyalar, yiyecekler, içecekler ve kitaplar konulurdu. Böylece, ölen kişinin ruhunun hem dünyadan hem de kötülükten arındığına inanırlardı.

Hristiyan Ön Türkler:


Ölümü bir diriliş olarak kabul ederlerdi. Onlara göre, ölen kişi ruhunu bırakıp Tanrı'ya ulaşırdı. Bu nedenle, ölen kişinin ruhunun yücelmesi için çeşitli törenler düzenlerlerdi. Ceset genellikle toprağa gömülür ya da kiliseye götürülerek kutsanırdı. Yanına ise ölen kişinin günahlarını affettirecek eşyalar, yiyecekler, içecekler, mumlar ve haçlar konurdu. Böylece ruh, hem dünyadan hem de cezadan arınmış olurdu.

Ön Türklerin cenaze ve defin adetleri, tarih boyunca yaşadıkları coğrafyalar, kültürler ve dini değişimlerle şekillenmiş zengin ve çeşitli bir miras sunar. Bu gelenekler, onların ölüme, öbür dünyaya bakışını, değerlerini ve yaşam felsefelerini yansıtır. Bu adetleri incelemek, Ön Türklerin kimlik ve kültürlerini daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

İslamiyet öncesinde farklı ülke isimleriyle anılan Türklerde, ölü gömme adetleri küçük farklılıklarla birbirine benzer. Başlıca ölü gömme adetlerinin tamamı, inandıkları Şaman ve Gök Tengri inancına dayanmaktadır.
 
Oğuz efsanesine göre ölüm inançları şu şekildedir:

Önce gün, ay ve gökyüzündeki yıldızlar yaratıldı. Gök tanrısından ayrılan göl, deniz, dağ ve toprak, yeryüzü tanrısına bağlandı. Bu iki ayrılık, ana tanrıça Umay'da birleşti. Ölüm de bu felsefeye göre yorumlandı. Ana tanrıça ise göklerden gelmektedir.

Hunlar başta olmak üzere Türkler, ölülerini küçük farklılıklarla birlikte Kurganlara gömerler. Bu mezarlar adeta birer hazine niteliğindedir. Altın, gümüş, ipek ve deri gibi değerli malzemelerle süslenmiş, müze değeri taşıyan bu mezarlardan günümüze ne yazık ki çok azı ulaşabilmiştir.
 
Başta Çinliler, Romalılar ve Ruslar olmak üzere, bu tür mezarlar yüzyıllar öncesinden yağmalanmıştır. Hatta tarihte, atalarının yağmalanan mezarları Türklerin Romalılara saldırma gerekçesi olmuştur.

Türklerde ölüm ve yas adetleri, Hunların Orta Asya’da dağınık boylar halinde yaşayan Türk topluluklarını ilk kez bir araya getirerek bir devlet haline getirmeleri nedeniyle büyük önem taşır. Çeşitli Türk boyları, geleneklerini, kültürel yaşamlarını, teşkilatlanmalarını ve askeri yapılarının temelini genellikle Hunlardan almıştır. Ölü gömme adetleri de bu nedenle Hun geleneğinin izlerini taşır. Türkler arasında bu adetler, küçük farklılıklarla şu şekilde uygulanır:

Türkler’ de mumyalama geleneği:


Devlet büyükleri, ordu komutanları ve boy liderleri gibi önemli kişilerin ölümleri durumunda, gömülme zamanları mevsime göre ayarlanır. Yazın ölenler sonbaharda, kışın ölenler ise ilkbaharda defnedilir. Bu süre boyunca cesetlerin bozulmaması için tahnit ya da mumyalama işlemi uygulanır. Ancak bu uygulama yalnızca önemli kişiler için yapılır; halktan ölenler ise hemen defnedilir.

Türklerde ölüm, yeniden can ve ruh anlamına gelen “tin” (nefes) kelimesiyle ifade edilirdi. Ölüm, ruhun bedenden ayrılması olarak yorumlanırdı. Ruhun bedeni terk ettiğinde ağızdan çıkarken kuşa dönüştüğüne inanılırdı.
 
Orhun kitabelerinde Bilge Kağan ve Kültigin için kullanılan “uçtu” ifadesi, tanrının yanına yükselmek anlamını taşır. Türkler, özellikle Hunlar, ölülerini batı yönüne gelecek şekilde defnetme geleneğine sahipti, çünkü öldükten sonra yeniden dirileceklerine inanırlardı. Batı karanlığı, doğu ise aydınlanmayı temsil ederdi. Bu inanışa göre, ölenlerin batıda yeniden dirileceği düşünülürdü.

Eski Türklerde cennet, cehennem ya da mahşer günü gibi kavramlar bulunmazdı. Ölüm sonrası için cennet veya cehennem yerine göğe yükselme anlayışına inanırlardı. Bu yüzden defin törenlerinde buna özel bir hazırlık yapılmazdı. Sadece ölüyü bu dünyada olduğu gibi diğer dünyaya hazırlamak amaçlanırdı.

Ön Türklerde yas tutma geleneği 


Türklerde ölünün ardından yas tutma geleneği oldukça dikkat çekicidir. Yas tutan insanlar genellikle siyah ya da mavi renk elbiseler giyerlerdi. Eski Türkler, ölümden sonraki hayatın ters olduğuna inandıkları için elbiselerini ters çevirerek yas tutarlardı. Bu gelenek özellikle Kırgız Türklerinde görülmektedir. Ayrıca, Türkler ölümden sonra kendilerini yerlere atıp gelişi güzel ağlamazlar, bu da onların yas tutma anlayışındaki farklılığı ortaya koyar.
 
Ağıt geleneği vardır. Özellikle geceleri, bu kültürü bilmeyenleri korkutan ağıt sesleri göğe yükselir ve çevrede ürpertici bir atmosfer oluşturur. Gece yapılmasının sebebi, ölen ruhun gündüzün aydınlığına doğru yolculuk ettiğine inanılmasıdır. Geriye kalanlar ise karanlıkta kalır.

Pek çok Türk boyunda görülen diğer ilginç yas geleneklerinden biri, sesli ağıtlardan bile daha ürkütücüydü: Yüzlerini tırnaklarıyla ya da keskin bir aletle çizerek kanatırlardı. Gözyaşları ile yüzlerinden akan kan birbirine karışır ve korkunç bir görüntü oluşurdu.
 
Bu şekilde birinin yas tuttuğu anlaşılır ve ona uygun davranılırdı. Aynı durum, başka ülkelere ya da farklı inançlara gelin giden prensesler için de geçerliydi. Devlet yöneticileri de bu kurala uyardı. Ayrıca, diğer ülke temsilcilerinin de devletin başındaki hakanın yasına saygı göstermesi beklenirdi.
 
Prenseslerin ya da Hakanların yaslarına saygı gösterilmemesi anlaşmaları da etkilerdi.
Hem çadır hem de ölünün mezarı etrafında atla koşma ya da atla dönme eylemleri gerçekleştirilirdi. Çin resmi hanedan kaynaklarında bu eylemin yedi defa yapıldığından bahsedilir. İnanışa göre ölen kişi yaşadığı çevreyi hemen terk etmezdi.

Canlı canlı gömülme


Türklerde Desti Kıpçak olarak adlandırılan bölgede, daha çok Rus knezliklerinde görülen ölüm merasimi örneklerine rastlanıyor. Kıpçak-Kumanlar, ölülerini Türk geleneklerine uygun şekilde kurganlara gömüyorlardı. Ancak bu gelenek, Ruslardan etkilenmeleriyle biraz farklılık gösteriyordu.

Ölen kişinin çok sevdiği karısı, cariyesi, atı ya da köpeği de onunla birlikte canlı olarak gömülüyordu. Bu durum, gömülen kişi için bir işkence değil, aksine GÖK Tengri'ye sunulan değerli bir ödül olarak görülüyordu.

Hazar Türkleri'nde, devlet büyüklerinin ruhlarının geri dönmemesi ve huzur içinde uyumaları için mezarlar genellikle su yataklarının yanına inşa edilirdi. Bu nedenle, pek çok Hazar Türkü Hakan mezarı günümüze ulaşamamıştır. Bunun sebebi, Hunlar ve Göktürkler döneminde sıkça yaşanan yağmalamaları önleme isteği de olabilir.
 
Ölülerini değerli eşyalarıyla birlikte su kenarlarında hazırlanan özel mezarlara gömüyorlardı ve bu mezarlar genellikle sular altında kalıyordu.

Kurganlardan çıkarılan at kalıntılarından, atların kuyruklarının kesildiği ya da bağlandığı görülüyor. Atların kuyruklarının örülü olması, ölen kişinin cesur ve savaşçı bir insan olduğunu simgeliyordu.

Pazırık kurganlarından çıkarılan atların kulaklarında nişanlar bulunuyordu ve bu nişanlar, atların hangi Türk boyuna ait olduğunu gösteriyordu. Kurban edilen atların çoğu aygır olup, atlar için mezar odası açılmış ve defin odalarında mezar yapıları da bulunmaktaydı.

Türkler savaşa giderken atlarının kuyruklarını bağlarlardı. Atlar, sahipleri gibi altın ve gümüş karışımı değerli madenlerle süslenmiş özel eşyalarıyla birlikte gömülürdü. Kurgan tarzındaki Türk mezarlarında mutlaka balbal taşları bulunurdu. Bu balballar, ölen kişinin cesaretini ve yaşarken öldürdüğü kişilerin sayılarını simgelerdi.

Günümüzde Gök Tengri inancındaki ölü gömme adetlerini, Rusya’nın Sibirya bölgesinde yaşayan Yakut Türklerinde kısmen de olsa görmek mümkün. Önemli değişikliklere rağmen Yakutlara göre evren; üst tabaka, alt tabaka ve insanların yaşadığı orta tabaka olmak üzere üç bölümden oluşur. Üst tabakada Gök Tanrı, alt tabakada ise korkunç yer altı tanrısı bulunur. Orta tabakada yaşayan insanlar ise hayatlarını ata geleneklerine göre devam ettirirdi.

Göktürkler de ölü gömme:


Gök Türkler, ölüyü bir çadıra koyarlardı. Oğulları, torunları, diğer erkek ve kadın akrabaları atlar ve koyunlar keser, bunları çadırın önüne sererlerdi. Ölü bulunan çadırın etrafında, at üzerinde yedi defa dolaşılırdı. Günümüzde ölünün ardından 7 gün yemek verme ve ruhuna Yasin-i Şerif okuma geleneğinin köklerinin bu ritüellere dayandığı iddia edilmektedir.

Türklerin Kırgız boylarındaki ölü yakma geleneğinde, ölen kişinin sevdiği eşyalar ve atı da yakılırdı. Külleri bir kapta saklanırdı. Kırgız şaman geleneğine göre ateş kutsal kabul edilirdi. Muhtemelen bu ölü yakma geleneği, zengin kurganların yağmalanmasıyla da bağlantılı olabilir.

Sonuç

İslamiyet öncesi kadim Türklerde cenaze ve ölü gömme adetleri, ruhun ölümsüzlüğü, at kültü ve öteki dünyada hayatın devamı gibi temel inançlar etrafında şekillenmiştir. 

Bu tür ölü gömme ritüelleri, sadece bir vedalaşma değil, aynı zamanda ölen kişinin yeni yaşamına hazırlanmasını ve atalar kültünün devamlılığını sağlayan kutsal uygulamalardı. Kurganlar ve balballar, bu dönemin sosyo-kültürel yapısını ve güçlü inanç sistemini günümüze taşıyan çok önemli arkeolojik kanıtlardır.


Fotoğraf temsili olup yapay zekâ ile üretilmiştir.

Kaynaklar;
- Arkeofili (2020). İslamiyet Öncesi Türklerde Ölü Gömme Adetleri. https://arkeofili.com/islamiyet-oncesi-turklerde-olu-gomme-adetleri/
- TDV İslâm Ansiklopedisi (2005). Cenaze. https://islamansiklopedisi.org.tr/cenaze
- Türkçü Siyasetname (2012). İslamiyet Öncesi Türklerde Cenaze Töreni (Ölü Gömme) [Yuğ Töreni]2Ö. https://turkcusiyasetname.blogspot.com/2012/12/islamiyet-oncesi-turklerde-cenaze.html

Yorum Gönder

Yorum Gönder

Yorum Gönder