HİLAFET'İN TARİHİ - Kendime Yazılarım

HİLAFET'İN TARİHİ

Tarih boyunca halifelik Müslümanları birleştirmedi, böldü; halifelik rekabeti yüzünden Müslüman milletler birbirine düştü. Halifelik, 19. yüzyıldan itibaren İslam dünyasını ezen, sömüren Batı emperyalizminin oyuncağı haline geldi

Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesinin çok “sembolik” bir anlamı vardır. 
Ayasofya, Saidi Nursi'den Necip Fazıl'a Atatürk Cumhuriyeti'yle hesaplaşmak isteyen çevrelerin iki önemli sembolünden biridir. 
İkinci sembolleri halifeliktir. 
Nitekim geçtiğimiz hafta “Gerçek Hayat” dergisi, “Artık Ayasofya ve Türkiye hür! Hilafet için toparlanın!” başlıklı bir kapakla çıkmıştır.

Peki, ama hilafetçilerin iddia ettiği gibi ;

Halifelik dinsel bir kurum mudur ?
İslam dünyasını birleştirmiş midir ? 
Ve “İngilizlerin isteğiyle mi kaldırılmıştır? 
İşte halifelik gerçeği!



HALİFELİĞİN ANLAMI


Kuran'a göre halife insandır. 
Kuran'da Hz. Adem'den “yeryüzündeki halife” olarak söz edilmektedir. (Bakara: 30). 
Kuran'da Allah'ın veya peygamberin vekili anlamında bir halifelik yoktur. 
Hiçbir fani, Allah'ın halefi veya temsilcisi olamayacağından ve Hz. Muhammet de son peygamber olduğundan dolayı halife, Allah'ın veya peygamberin vekili olamaz. 

Tarihsel süreçte Osmanlı halifelerinin kendilerini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” diye adlandırmalarının hiçbir dinsel dayanağı yoktur. 
Bu yaklaşım, Kuran'daki İslam'a aykırıdır.

Hz. Muhammet'in ölümünden sonra onun yerine devletin başına geçecek kişinin belirlenmesi halifeliğin ortaya çıkmasına neden oldu. 
Yani halifelik dinsel bir gereklilikten değil, siyasal bir ihtiyaçtan doğdu:
Halifelik Birleştirmedi, Böldü

Yaygın kanaatin aksine halifelik tarih boyunca Müslümanları birleştirmedi, 
Tam tersine böldü.

Halifelik daha ortaya çıkarken ayrılıklara, kavgalara neden oldu. 
İlk halife belirlenirken başlayan ayrışmalar dört halife döneminde devam etti. 
Öyle ki dört halifeden üçü; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali katledildi. 

Halifelik daha doğarken kardeş kanı aktı; hilafet, Sıffın Savaşı ve Kerbela Olayı gibi kanlı “emirlik” kavgaları üzerinde yükseldi. 
Bütün bu kavgaların merkezinde “siyaset” vardı; bu kavgalar devletin başına geçme, “müminlerin emiri” olma kavgasıydı.

Tarih boyunca bütün İslam dünyasını tek bir noktadan yöneten tek bir halife hiç olmadı. 
Çünkü monarşik güçlerini halifelik unvanıyla daha da arttırmak isteyen Müslüman hükümdarlar fırsat bulduklarında kendilerini halife ilan etmekten çekinmediler. 

Bu nedenle İslam dünyasında aynı anda birkaç halife hüküm sürdü. 

Örneğin 910'da Abbasi Halifeliği devam ederken 
Şiiler Fatimi Halifeliği'ni kurdular. 
929'da Bağdat'ta Abbasi Halifeliği, Mısır'da Fatimi Halifeliği devam ederken İspanya'da Endülüs Emevi Halifeliği ilan edildi. 

Böylece 10. yüzyılda İslam dünyasında aynı anda üç halifelik ortaya çıktı. 
Sünni Abbasiler ile Şii Fatimiler arasında iktidar ve nüfuz mücadelesi uzun yıllar boyunca devam etti.

Halifelik ilk nerede ne zaman kaldırıldı 

11. yüzyıl başlarında İspanya'da Endüslüs Emevi Devleti iyice zayıfladı. 
Halifelikten kaynaklanan iç kavgalar nedeniyle devlet ileri gelenleri 1031'de halifeliği kaldırıp içlerinden halife ailesiyle alakası olmayan birini yönetici seçtiler. 

Böylece tarihte ilk kez Endülüs Emevi Devleti halifeliği kaldırmış oldu. 
İşin ilginç yanı, kaldırılan halifeliği kimse yeniden diriltmeye çalışmadı. (Kennedy, s.198)

1031'de Emevi Halifeliği, 1071'de Fatimi Halifeliği, 1258'de de Abbasi Halifeliği yıkıldı
Bu boşlukta halifeliğe Mısır'daki Memlük Devleti sahip çıktı.

Halife Memlüklerdeyken diğer İslam devletleri Memlüklere biat etmediler. 
Tam tersine Müslüman Osmanlı Devleti, 1517'de Müslüman Memlüklere saldırdı. 
Yavuz Sultan Selim, 1517'de Memlük Devleti'ne son verip halifeliği ele geçirdi. 
Ancak bu sefer de diğer İslam devletleri Osmanlı Hilafetini tanımadılar. 
Mahmut Goloğlu'nun ifadesiyle “Osmanlı padişahları sadece kendi ülkelerindeki Müslümanların halifesiydiler. 
Yani bütün dünya Müslümanlarının halifesi hiç olmadılar.” (Mahmut Goloğlu, Halifelik, İstanbul, 2012, s. 23).

1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması'nda Ruslar Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenince Osmanlı da ilk kez halifelikten yararlanarak Kırım Müslümanları üzerinde benzer bir hak ileri sürdü.

Abdülhamit'in Hilafet Silahı ve Almanya

II. Abdülhamit halifeliği bir güç olarak kullanmak istedi. 
1876 tarihli Kanuni Esasi'nin 3. maddesine göre padişah aynı zamanda halifeydi. 
4. maddesine göre padişah halife olarak İslam dininin koruyucusuydu.

1897'de Yunan zaferi, İslam dünyasında Abdülhamit'in şöhretini artırdı. 
O sırada İngiltere'yle rekabet eden Almanya, Abdülhamit'in bu şöhretinden yararlanmak istedi. 1898'de Kayzer II. Wilhelm İstanbul'a gelip II. Abdülhamit'i ziyaret etti. 
Oradan Suriye, Filistin'e gitti. 
II. Wilhelm, Şam'da Müslüman kılığına girip Selahaddin Eyyübi'nin Türbesi'ni ziyaret ettikten sonra yaptığı konuşmada 
“Abdülhamit 300 milyon Müslümanın halifesidir, ben de onun dostuyum!” 
dedi. (Cüneyt Akalın, Halifelik Neden Kaldırıldı, İstanbul, 2014, s. 10).

Almanya, Abdülhamit'in şahsında “halifeliği” bir silah olarak kullanmak istiyordu. 
Abdülhamit dönemindeki Berlin-Bağdat ve Hicaz demiryolu projelerinin ardında da Almanya'nın halifelik planı vardı.
Ancak Alman halifelik planına karşı İngilizler hemen harekete geçtiler; 

Kuveyt, Necit, Hicaz, Asir, Yemen, Sudan mahalli liderlerini Osmanlı'ya karşı ayaklandırdılar. 
1885-1906 arasında buralardaki Müslüman liderler Abdülhamit'in halifeliğini tanımayarak isyan ettiler.

II. Abdülhamit'in “halifelik silahı” ne Fransa'nın Tunus'u işgaline, ne İngiltere'nin Mısır'ı işgaline, ne Bosna Hersek'in Avusturya'ya bırakılmasına engel olabildi. 
Çünkü bu kurusıkı bir silahtı.

II. Abdülhamit döneminde Rusya, Orta Asya'da Hive, Buhara ve Hokand hanlıklarını ele geçirdi. 
Bu Müslüman hanlıklar, Osmanlı halifesinden yardım istediler. 
Mozanbik ile Madagaskar arasında Komor Adaları'ndaki Müslümanlar da Fransız tehdidine karşı Osmanlı halifesinden yardım istediler. 
Fakat II. Abdülhamit bu Müslümanların hiçbirine yardım etmedi, edemedi. (Kennedy, s. 218,219)

Kısacası halifelik, II. Abdülhamit döneminde de İslam dünyasını birleştirmedi, 
Müslümanların dertlerine derman olmadı.

İngilizlerin Arap Halife Planı Emperyalizmin Halifelik Oyunları

19. yüzyılda İngiltere, Almanya kontrolündeki Osmanlı Halifeliğine karşı kendi kontrolünde bir Arap Halifeliği kurmak istedi. 
I. Dünya Savaşı'nda bu plan açıkça ifade edildi. 
31 Ekim 1914'te Kahire'deki İngiliz temsilci Lord Kitchener, 30 Ağustos 1915'te de Sir H. Mc. Mahon, Mekke Şerifi Hüseyin'e gönderdikleri iki ayrı mektupla 
Gerçek Arap soyundan birisinin Mekke veya Medine'de halifeliği üzerine almasını” 
istediler. 

İngiliz desteğini arkasına alan Mekke Şerif'i Hüseyin, 1 Kasım 1916'da Osmanlı'ya karşı ayaklandı. 
Mekke'de bağımsızlığını ilan eden Kral Hüseyin, Arap dünyasında “halife” sayılmaya başlandı. Ancak İngiltere, Şerif Hüseyin'in halifeliğini hemen tanımayıp savaş sonunu beklemeye karar verdi. 
İngiltere'nin, halifeliği kullanabileceğini gören Fransa ve İtalya da harekete geçtiler. 
İngilizler, Kral Hüseyin'i halife ilan ederlerse 
Fransa Fas sultanını, 
İtalya ise Şeyh Ahmet Sunisi'yi halife ilan edecekti. 
Sovyetler Birliği'nin de bir halife adayı vardı. 
Onlar da Afganistan Emiri Amanullah Han'ı halife yapmayı düşünüyordu.  

TBMM, 1 Kasım 1922'de saltanatla halifeliği birbirinden ayırıp saltanatı kaldırdı. 
Halife Vahdettin, 17 Kasım 1922'de, “halifelik” sıfatıyla İngilizlere sığınıp ülkeden kaçtı. 
TBMM, Abdülmecit Efendi'yi halife ilan etti. 
İngiltere, Vahdettin'in “halifelik” sıfatından yararlanarak özellikle Hint Müslümanlarını kontrol etmeyi düşündü. 
Kaçak Vahdettin, İngiltere'nin bilgisi dâhilinde, Hicaz Kralı Hüseyin'in davetini kabul ederek 15 Ocak 1924'te Hicaz'a gitti. 

Ancak Arapların Vahdettin'i değil, Hicaz Kralı Hüseyin'i “halife” olarak tanıdıkları görüldü. 

Hint Müslümanları da Milli Mücadele'deki ihaneti nedeniyle Vahdettin'in halifeliğini kabul etmiyordu. 
Bunun üzerine İngilizler, “halife” olarak hiçbir gücü olmadığını anladıkları Vahdettin'i “istenmeyen adam” ilan ettiler. 

1924 başlarında İngiliz basını Hicaz Kralı Hüseyin'in halife ilan edileceğini yazmaya başladı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, İngilizlerin halifelik entrikalarını yakından izliyordu. 
İngiltere “Kimi halife ilan etsem?” diye düşünürken Atatürk, bu İngiliz planını suya düşürecek radikal bir karar verdi; 
TBMM, 3 Mart 1924'te halifeliği tamamen kaldırdı.

Türkiye'nin halifeliği kaldırmasına İngiliz basını çok şiddetli bir tepki gösterdi. 
Türk düşmanı Lloyd George'un yayın organı Daily Telgraf gazetesi, 4 Mart 1924'te halifeliği kaldıran Türkiye'ye şöyle saldırdı:

Türkler halifeliği kaldırmakla Batılılaşacağını, uygarlaşacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar… 6 milyon nüfuslu Türkiye halifelik sayesinde büyük devletler arasında sayılıyordu. 
Bundan sonra bu devlet artık üçüncü sınıf bir Tatar devletçiği derecesine düşecektir!” 

İngiliz basını bir hafta boyunca halifeliği kaldıran Türkiye'ye ateş püskürdü. (Şimşir, s. 136-141). 
İngiltere, halifeliği kaldıran Türkiye Cumhuriyeti'ni uzun süre tanımak istemedi. 
İngiltere, halifeliğin kaldırılmasından 6 yıl sonra, 1930'da Ankara'da büyükelçilik açtı. 
İngiltere uzun yıllar Türkiye'ye kredi de vermedi.

TBMM, 3 Mart 1924'te halifeliği kaldırdıktan iki gün sonra 5 Mart 1924'te Hicaz Kralı Hüseyin 101 pare top atışıyla halifeliğini ilan etti. 

Ancak özellikle Mısır ve Hint Müslümanları Şerif Hüseyin'in halifeliğini tanımadı. 
Şerif Hüseyin, halifelik ilanından 7 ay sonra bir Vahhabi saldırısıyla (Abdülaziz Bin Suud tarafından) Hicaz'dan sürüldü. 

Bu sırada önce İsviçre'de bulunan devrik halife Abdülmecit Efendi sonra da Mısır uleması, İslam konferansı çağrısı yaptılar. 
1926'da Kahire Kongresi ve Mekke Konferansı düzenlendi. 
Ancak bu toplantılardan hiçbir sonuç alınamadı  
1920'lerde Türkiye, Hilafetin İlgası, İstanbul, 1998, s. 81, 84-87, 106-116). Çünkü artık ulus devletler çağı başlamıştı; hiçbir İslam ülkesi kaderini bir halifeye teslim etmek istemiyordu. 

Ayrıca Türkiye dışında bağımsız bir İslam ülkesi de yoktu. 
Halife seçilse bile İngiltere veya Fransa'nın kontrolü altında olacaktı.

Sonuç olarak, halifelik siyasal bir kurumdu. 
Atatürk, “Halifelik hükümet, devlet demektir. 
Türkiye Cumhuriyeti kendi içinde başka devlet kabul etmez” mantığıyla halifeliği kaldırdı.

Tarih boyunca halifelik Müslümanları birleştirmedi, böldü; halifelik rekabeti yüzünden Müslüman milletler birbirine düştü. 
Halifelik, 19. yüzyıldan itibaren İslam dünyasını ezen, sömüren Batı emperyalizminin oyuncağı haline geldi. 
İşte Atatürk, Müslümanları birbirine düşüren, Batı emperyalizminin oyuncağı haline gelmiş ve çağ dışı kalmış halifeliği kaldırarak İslam milletlerine “bağımsızlık” ve “barışçı iş birliği” yolunu açtı. 
İslam milletleri, halifelik varken değil, halifelik kaldırıldıktan sonra bağımsızlıklarına kavuştular.

ALINTI VE KAYNAK ; Sinan meydan

0 تعليقات

Yorumlarda lütfen saygılı olun