Osman Gazi: Osmanlı Devleti'nin Kurucusu ve Atası

Osman Gazi
 Osman Gazi

Osman gazi Han 


Osman Gazi, Asıl ismi Otman' mıdır?1258 yılında Söğüt'te doğan ve 1324 yılında Bursa'da vefat eden, Osmanlı Devleti'nin ilk padişahı ve Osmanoğulları Hanedanı'nın atasıdır. Babası Ertuğrul Gazi, annesi Halime Hatun, dedesi Süleyman Şah'tır. Oğuz Türkeri'nin Bozok boyunun Kayı koluna mensuptur.
Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi kimdir?
Osman Gazi, gençliğinde babasının yanında Bizans'a karşı savaşlara katıldı. 1281 yılında Şeyh Edebali'nin kızı Mal hun Hatun ile evlendi ve bu evlilikten Orhan Gazi doğdu.
1288 yılında babasının ölümü üzerine beyliğin başına geçti.
Beyliğini genişletmek için Bizans topraklarına akınlar düzenledi ve birçok kaleyi fethetti.

Osman Gazi, 1299 yılında bağımsızlığını ilan ederek Osmanlı Devleti'ni kurdu.
Bu tarihten sonra Anadolu'da diğer Türk beylikleriyle ittifaklar kurdu ve Bizans'ın gücünü zayıflattı.
1302 yılında Koyunhisar Muharebesi'nde Bizans ordusunu yenerek Anadolu'da hakimiyetini pekiştirdi.
Osman Gazi, hayatının son yıllarında hastalığa yakalandı ve oğlu Orhan Gazi'ye vekâlet bıraktı. 1324 yılında Bursa'da öldü ve türbesi Bursa'daki Tophane semtindedir. Osman Gazi, Osmanlı Devleti'nin temellerini atan ve adını devletine veren büyük bir lider olarak tarihe geçmiştir.

Osman gazi han aslında kimdir

Osman gazi kimdir? Osmanlı Devleti’nin kuruluşu bugün dahi, kaynak yetersizliği sebebiyle üzerinde pek çok araştırmacının değişik sonuçlara vardığı bir mesele olmuştur.
Osmanlıların nereden ne zaman geldikleri tam olarak kestirilemese de
Moğol baskısı sebebiyle XIII. Yüzyılın ilk yarısında Harezmîlerle beraber Anadolu’ya geldikleri tahmin edilmektedir.
Osmanlıların atalarının kimler olduğu ve nereden Anadolu’ya geldikleri konusu bir yana,
Henüz devletin isim babası olan Osman Gazi’nin askeri ve siyasi faaliyetleri hakkında dahi doyurucu bilgiye ulaşmak mümkün olmamıştır.
Osman Gazi’den bahseden çağdaş tek kaynak Bizans tarihçisi Pachymeres olup;
Onun verdiği bilgiler de oldukça sınırlıdır.
Bu kadar bilinmezlik içinde Osman Gazi adına okunan hutbenin etkisi bile sorgulanırken, cihanşümul bir devlete adı verilen Osman Han’ın faaliyetleri sadece Bitinya bölgesiyle sınırlandırılıyor

Osman Gazi'nin ismi

Osmanlı Devleti’nin kurucusunun isminin gerek İslami ve gerekse Hıristiyan kaynaklarında farklı şekillerde yer almış olması, bazı araştırmacıların bu konuda çeşitli mülâhazalar ileri sürmesine sebep olmuştur.
Osmanlı şeceresinin tetkikinden Ertuğrul’un kendisi, ceddi, kardeşleri ve torununun Türkçe isimler almasına rağmen;
Oğlunun Osman adını almış olmasının garipliğine dikkat çekilmiş, bu bağlamda devletin kurucusunun Osman’dan başka bir isminin olup olmadığı veya bu isme benzer bir ismin sonradan İslami şekle sokulup sokulmadığı hususu bir kısım araştırmacılar tarafından dikkatle irdelenmiştir.

Bu konuda evvelden Deguignes’in, Arap kaynaklarından hareketle devletin kurucusunun isminin Ataman ve Taman/Toman şeklinde geçtiğini ve bunun Osman ile karıştırıldığını ileri sürdüğü anlaşılmaktadır.
Osman’ın diğer adının Ataman olabileceğinin üzerinde duran araştırmacılar arasındadır.
Kramers ve Moravcsik de konu hakkında görüş beyan eden önemli araştırmacılardandır.
Osmanlı tarihlerinde ise Osman'dan başka bir isme tesadüf edilmemektedir.
Günümüze kadar Osmanlı arşiv vesikalarında da “Osman'dan başka bir isme tesadüf edilmiş değildi.

Meselenin çözümüne giden yolda Grek kaynaklarındaki şekil yerine, Arap kaynaklarındaki “Toman” şekli üzerinde yoğunlaşılması için elimizde bazı deliller mevcuttur.
Öncelikle “Toman/Teoman” isminin eskiden beri Türkler arasında büyük rağbet gördüğü bilinmektedir.
Bilinen ilk Hun hükümdarı Toman/Teoman bu husustaki en çarpıcı örnektir.
Memluk Hükümdarı Tomanbay’ın yanı sıra, bu ismin İslami kaynaklar ile Timur Namelerde geçen çok sayıda örneğinin mevcut olduğu belirlenmiştir.
Oğuz Name'de Kayıhan’ın Toman adlı bir oğlunun bulunması, Osman’ın bu ismi taşıma olasılığını kuvvetlendirmektedir.

Ne var ki Osman Bey’in fetih güzergâhı içerisinde bulunan yerlerin bağlı bulunduğu sancaklar olan Hüdavendigar ve Sultan önü Evkaf Tahrir Defterlerinin incelemesinde, Osman Bey’in verdiği temliknamelerde “Osman” isminden başka bir isme tesadüf edilmez.
Göynük’te tespit edilen bir vakıf kaydının ise, Osman Bey’i işaret ettiğine dair en ufak bir emare yoktur.

Pachymeres, Osman Gazi’nin ortaya çıkışını “Umur bey” ile beraber ele almıştır.
Umur Bey, araştırmacılar tarafından Çobanoğlu Yavlak Arslan ile karıştırılmış,
Zeki Velidi Togan ise El-Ömerî’de Bolu taraflarında hüküm süren “Cakü”nün bir Moğol kumandanı olabileceğini belirtirken, Umur Bey’in Yavlak Arslan olduğu yönündeki genel yanlışı tekrarlamıştır.
Umur Bey’in torunu ve Ali Bey’in oğlu olan Şahin Paşa’nın vakıf köyü Alpagud isminin etimolojik kökeni ve anlamı Togan’ı desteklemektedir.
Umur, “Emir” kelimesinin Oğuz lehçelerine uyarlanmış halidir.
Buna göre Osman Gazi, Sakarya-Bolu hattındaki gaza faaliyetlerini burada kendisine katılan Umur Bey oğlu Umur Ali Bey ile beraber yapmış, Bizans İmparatoru’nun İzmit’i savunan Tatar Koutzimpaxis ile muhtemelen Harzemli Kır Bey’in (Kayır Han?) oğlu olan Süleyman Bey arasında kurdurduğu akrabalık bağlarıyla akınları durdurma çabaları ise akim kalmıştır.

Bununla beraber, Umur Bey ve dolayısıyla oğlu Lala Şahin Bey’in Harzemşahların askeri ve idari kadrolarında kendilerine yer bulan Kıpçak asıllı Türklerden biri olması kuvvetle muhtemeldir.
Aynı tarihlerde Aydınoğlu Umur Bey’in şehit olması,
Osmanlıları Rumeli’ye yerleşmek konusunda hırslandırmış olmalıdır.

Orhan Bey, Bizans’ın içinde bulunduğu siyasi müşkülattan, Umur Bey ile ortak bir hareket tarzı benimseyip Kantakuzenos’u destekleyerek yararlanırken, bir yandan da oğlu Süleyman Paşa emrindeki kuvvetlerle Gelibolu Yarımadası’na geçiş yapıyor ve doğal felaketlerin de yardımıyla Balkanlarda hızlı bir yayılmanın önü açılmış oluyordu.
Burada Karesi ümerasının da Osmanlı bayrağı altındaki faaliyetlerinin büyük bir önemi vardı.
Rumeli’de uç sisteminin giderek ilerilere atlaması sonucu Osmanlı uç beyleri büyük bir ihtişam ve zenginlik kazandılar.
Aslında Batı Anadolu bölgesinde kurulmuş olan ve birbirleriyle çoğu defa müttefik olarak hareket edebilen Türkmen beylikleri, aynı inanış ve değerler sisteminin hâkim olduğu bir dünyayı oluşturuyorlardı.
Rumeli’de elde edilen itibar ve zenginliğin diğer beylikler üzerinde hızlı bir “Osmanlılaşma”etkisi yarattığı kabul edilmektedir.

İbn Haldun, asabiyet teorisini de içine alan eseri Mukaddimeyi geçmiş dönemde kurulan devletler hakkındaki bilgilerinden hareketle kaleme alırken Osmanlı coğrafyası, hükümdarın belli bir zamandan sonra aynı asabiyete dayanan yardımcılarından uzaklaşarak kölelerine dayanmasının kaçınılmaz olduğu tezinin deneysel gözlem alanını, eserin yazılmasından birkaç yıl sonra ve devletin kuruluşunun ilk yüzyılının sonunda yaşamaya başlıyordu.
Artık, Anadolu’nun batısının Osman Bey’in karizması altında Anadolu’daki beyliklerin emrindeki gaziler eliyle iş ve güç birliği çerçevesinde gerçekleştirildiği üzerinde etraflıca düşünülmelidir.
Buna göre, Tursun Bey tarafından Osman Bey adına okunan hutbenin etkisi
Bitinya’yı aşıyordu.

Osman Gazinin fetihleri

Fethedilen bölgeler gazilere dağıtılıyor ve her bey kendi bölgesinde müstakil hareket ediyordu.
Bu “Osmanlılaşma”nın devletin kurulmasından sonraki yüzyıllık hadiselerin bir sonucu olarak ortaya çıktığı görüşünün yanında, devlete adını veren Osman Gazi’nin yaşadığı dönemde en azından “eşitlerin arasında birinci” konumda olduğunu düşündürecek yeterli deliller mevcuttur.
Osman Gazi ve Umur Bey’in güçlerini birleştirip emri altındaki gazilerle Bithynia’yı adım adım ele geçirirlerken, Karia bölgesinde Kır Bey oğlu Menteşe Bey ve damadı Sasan Bey’in, Sublaion üzerindeki tahkimatın zayıflamasından bil istifade Rodos’u hedef yapacak olan fetihleri gerçekleştirmiş oldukları görülüyor.

Osman Bey ile aynı zaviyeye temlikname veren Kır Bey oğlu Mehmed Bey’in torunu olduğunu tahmin ettiğim Aydınoğlu Mehmed Bey, Sasan Bey’in elindeki bölgeleri ele geçirip kendi beyliğini kurarak hedefine İzmir’i alacaktır.
Bu durumda eserini XVIII. Yüzyılın başlarında kaleme alan Fransız Vertot tarafından yeni Türk hükümdarı olarak tanıtılan Osman Bey komutasındaki Türk donanmasının Rodos’u 1300 ve 1310’da kuşattığına dair verilen bilgileri peşinen asılsız kabul etmeden evvel iyice tahkik etmek icap etmektedir.

Bu tarz bilgiler, modern araştırmacılar tarafından ciddiye alınmamış ve Osman Gazi’nin Sublaion taraflarında faaliyet göstermiş olması şüpheyle karşılanmıştır.
Halbuki
Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilip hızla iskân edilmesinden sonra,
Biri Sakarya Nehri yakınında Dorylaion ve diğeri Menderes havalisindeki Sublaion üzerinde Türkleri durdurmak için önemli tahkimatlar yapan Bizans İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu karışık durum, Osman Bey’e aradığı fırsatı vermiş ve Türkler bir yandan Sakarya nehrinin batısını ve diğer yandan Menderes’ten Batı Akdeniz kıyılarını fethetmeye başlamışlardır.

Bu hızlı fetih hareketinin aynı tarihlerde başlamış olması tesadüfî olmamalıdır.
Elde edilen veriler, fütuhatın bir yönetim merkezinin var olduğunu ve bu merkezin başındaki kişinin Osman Bey olduğunu düşündürmektedir.
1305 yılından sonra Şövalyelerin Rodos’u ele geçirmeleri ile yine eski bir şövalye olan Roger de Flor’ un yönetimindeki Katalanların Batı Anadolu’da Türkleri Bizanslılar namına kısa süreliğine püskürtmeleri de birbirinden bağımsız olgular değildir.
Şu var ki Katalanlar, Flor’ un ölümünden sonra daha fazla kazanmak için önüne gelen her şeyi ezerek Atina’da kontluk kurma yolunda ilerlerken, Balkanlarda kendileriyle beraber hareket eden Türkleri bulmakta gecikmediler.

Sonuç

Çalışmanın esas noktalarından ilkini Osman Bey’in kimliği meselesi teşkil etmekte olup, arşiv kayıtlarının yönlendirdiği üzere El-Ömerî’deki “Toman” ismi üzerinde durulmuştur.
Bolu’da küçük hamamı bir mescit ve medreseye vakfettikten başka küçük zaviye vakıfları kuran “Toman Bey” ve onun “Ulubey” şeklinde kaydedilen oğluna ait vakıf kayıtlarına işaret edilmiş ve bu kayıtların Osman Bey ve oğlu Orhan Bey’i gösteriyor olabileceği fikrine varılmıştır.
Bu fikir, El-Ömer'i gibi Arap olan bir seyyahın Arapça bir isim yerine Türkçe “Toman” ismini yanlışlıkla da olsa kullanmayacağını, böyle bir yanlış kullanım olacaksa bile tam tersi bir durumun olması gerektiği düşüncesiyle de desteklenmektedir.

Osman Bey’in Bilecik ve Eskişehir bölgesinde kurdurduğu vakıflarda bilinen ismiyle, Orhan Bey’in de hâkimi olduğu diğer sancaklar bir yana Bolu’da kurdurduğu vakıflarda dahi “Orhan Bey” şeklinde kaydedilmesi, bu fikrin doğruluğunu şüpheye düşürse de tapu kayıtlarında yazıcıların belgeyi gördüğü şekilde yorumsuz olarak kaydetme zorunluluğu bu farklı uygulamayı anlaşılır hale getirmektedir.

Osman Bey’in aynı zamanda Türk ismi taşımış olması durumu, Selçuk Bey’in Müslüman olduktan sonra oğullarına hem Arap ve hem de Türk ismi koymasına benzetilirse bile, Gibbons’ın Osmanlıların putperest bir kavim iken henüz Müslümanlaşmış Türkmenlerin içinden çıktığı tezi doğrulanmış olmaz.
Osmanlı Hanedanı’nın, bu yüzyılda henüz ihtida etmiş olduklarını düşünsek dahi bunu yeni bir ideolojinin, insanların ve toplulukların kaderi üzerinde nasıl bir etki ve değişiklik yapabileceğini göstermesi bakımından ele almak gerekir.

Bu durum sadece Osmanlı Hanedanı için değil, eski din, inanış ve gelenekleri üzerinde kalmayıp, İslami düşünce ile müşerref olduktan sonra cihanşümul bir devletin ortaya çıkmasında çok önemli roller üstlenmiş olan
  • Mihaloğulları
  • Evrenosoğulları ve belki
  • Umuroğulları gibi aileler için de geçerlidir. 
Aslolan Osmanlılar tarafından yüceltilen bir İslam dini yerine, İslami düşünce, inanış ve yaşayışın Osmanlı ailesinin önderliğinde kendi kahramanlarını ortaya nasıl çıkardığını düşünmektir.
Çalışmanın ikinci esas noktası Osman Bey’in adının neden cihanşümul bir devlete verildiğiyle ilgilidir.

Osman Bey’in ortak bir tabanı paylaşmanın yanı sıra tavanda da birbirinden uzak olmayan Hârizmli beyleri, kendi karizması etrafında toplaması buna en büyük sebep olarak gösterilmiştir.
Buna ilâveten Pachymeres’in eserinde, Bizans İmparatorluğu’nun çok önem verdiği Sakarya Nehri tahkimatına büyük darbeler vurduğu anlatılan Amourius’un Kıpçak olması kuvvetle muhtemel olan Umur Bey’i işaret ettiği ve onun Ali Bey ve Nusret Bey adında oğullarından Ali Bey’in oğlu Şahin Bey’in Orhan Bey ve lalalığını üstlendiği Murad Hüdavendigar döneminde devlet yönetiminde önemli bir yere sahip olduğu üzerinde durulmuştur.

Osman Bey’in aynı inanç ve değerler sistemini paylaştığı Hârizmli diğer beylerin Baba İlyas Horasanî ile olan bağları dikkat çekici olup, Osman Gazi’nin de bir Babaî olan Şeyh Ede-Bâli tarafından desteklendiği de unutulmamalıdır.
Osman Gazi ve Umur Bey’in güçlerini birleştirip emri altındaki gazilerle Bithynia’yı adım adım ele geçirirlerken, Karia bölgesinde Kır Bey oğlu Menteşe Bey ve damadı Sasan Bey’in, Sublaion üzerindeki tahkimatın zayıflamasından bil-istifade Rodos’u hedef yapacak olan fetihleri gerçekleştirmiş oldukları görülüyor.

Osman Gazi Han eşitler arasında birinci

Fethedilen bölgelerde müstakil hareket eden gaziler, eşitler arasında birinci denebilecek Osman Bey’e biat etmişlerdi.
Osman Bey’in karizmasının siyasal hâkimiyetin henüz kurulmadığı coğrafyalarda dahi tanınmış olabileceğine yönelik “keramet” kabilinden örneklerin bulunması da bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Her ne kadar bu tarz örnekler geriye dönük meşruiyet kaynağı aramaya yönelik olsa da Osmanlıların1300’lü yılların başında en azından şöhretini geniş bir coğrafyaya yaymış olduğu düşünülebilir.

Yazıcızâde’nin Selçuknâmesi’nin sonlarında verdiği Serez/Siroz’da bulunan Margarit Manastırı keşişlerinin, ilm-i nücûm (yıldızlardan gelecek tahmini) vasıtasıyla Osmanlı hanedanının Serez’e hâkim olacaklarını anlayıp, Söğüd’de bulunan Osman Gazi’nin yanına gelerek manastırlarına bağlı vakıf köy ve diğer mal varlıkları için hüküm aldıkları yönündeki bilgi çok önemlidir.
Yazıcızâde buna benzer bir olayın Gazneli Mahmud ile Hindu-Budist keşişler arasında da yaşanmış olmasını ilgi çekici bulur.
Rüya hadisesi de Gazneli ve Osmanlı sosyal ve siyasi algısındaki ortak yönlerden diğerini teşkil eder.
İbn Battuta ve El-Ömerî’den önce Anadolu’ya gelen bir seyyah olan ve verdiği bilgilerle Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine dair önemli açılımlar getiren Seyyid Kasım’ın Siirt/Şirvan’daki vakfının Orhan Gazi tarafından yenilenmesi hadisesi, bu konudaki ikinci örneği teşkil eder.

Buradaki örneğin de sadece bir hâtıra kabilinden kabul edilmesi gerekir.
Giresun’da yine Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa ve torunu Nasıreddin’in Çağırgan Baba (Mahmud Hayrâni?) Zaviyesi için vakıfname tertip ettiklerine dair ortaya konan vakfiye de son örneğimizi teşkil eder.
Ancak bu son örnekle ilgili olabilecek bir vakıf kaydına Hüdavendigar Vilayetine bağlı Gölpazarı’nda da rastlanmaktadır.
Buradaki Kuru öyük Mezrasında 160 Akçelik bir yeri Süleyman Paşa, “Çağırgan” isimli bir derviş için vakfetmiştir.
Bu bakımdan tespitini yapamadığım Giresun’daki Çağırgan Baba vakfıyla ilgili belgenin ortaya çıkarılması, Giresun ile Gölpazarı arasındaki sahada faaliyet göstermiş olan derviş üzerinden Süleyman Paşa’nın faaliyet alanını ortaya çıkarma konusunda etkili olacaktır.

Elbette ki Ulu Bey’in unvandan ziyade bir isim ve Toman Bey’in de
Osman Gazi, Orhan Gazi, Murad Hüdavendigar ve Yıldırım Bayezid dönemleri arasında bir yere oturtulabilecek yerel beylerden biri olma ihtimâli de vardır.
Buradaki Toman Bey’in Osman Gazi olduğunu düşündüren şey.

El-Ömerî’nin Arapça olan Osman ismine daha aşina iken Orhan Gazi’nin baba adını “Toman” olarak zikretmesi ve Mudurnu ile Göynük’ün Osman Gazi’nin faaliyet alanı içinde bulunmasıdır.



KAYNAK DERGİPARK

0 Yorumlar

Yorumlarda lütfen saygılı olun