-->
zWZ3ZJ90R4zzhbql6NUZDSuEAK5vmsQ96TEJw5QR
Bookmark

Atatürk'ün Son Günleri: Ve Aşık Veysel'in İnanılmaz Atatürk Ağıtı

Atatürk'ün Son Günleri: Ve Aşık Veysel'in İnanılmaz Atatürk Ağıtı
Atatürk'ün Son Günleri: Ve Aşık Veysel'in İnanılmaz Atatürk Ağıtı  

Atatürk'ün son günleri, yüzyıllar geçse de, Türk milletinin yüreğindeki acıyı hafifletmeyecek; Aşık Veysel'in muhteşem ifadesiyle, "bütün dünya kan ağladı". Atatürk, her insan gibi bir gün öleceğine inanıyordu ve İzmir'de suikast girişimi olduğunda, "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır" demiştir.

Atatürk'ün Son Günlerinde hastalığının seyri:


Atatürk'ün hastalığı, sivil ve askeri yaşamında zaman zaman bazı hastalıklardan mustarip olduğu bilinse de, 1937-1938 yıllarında şikayetleri artmıştır. Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak'a göre, bitkinlik ve halsizlik belirtileri göstermekte, sık sık ateşlenmekte ve sürekli kilo kaybı yaşamaktaydı; hatta zaman zaman burnu kanamaktaydı. 
1937'nin sonlarında Mustafa Kemal Atatürk'ün sağlık durumu, Fransız ve İngiliz diplomatlarının yazışmalarında konu olmuştur. 
1938'in başlarında Atatürk'ün hastalığı henüz teşhis edilememişken, Türk makamları arasında yazışmalar devam etmiş ve 4 Ocak'tan itibaren Paris Büyükelçiliği'nden bazı ilaçlar talep edilmiştir. 
Ancak bu ilaçlar Atatürk'ü iyileştirememiş, özellikle burun kanamaları ve kasıktan bacakların iç kısmında devam eden kaşıntıyı azaltmamıştır. 
Kaşıntının bir cilt hastalığından kaynaklanabileceği düşünülmüş ve bu nedenle Alman cilt doktoru Marchionini tarafından muayene edilmiştir. 
Marchionini, kaşıntının sebebi olarak düşünülen köşkteki karıncaların yok edilmesini ve bazı merhemlerin kullanılmasını önermiştir.

Atatürk'ün hastalığını teşhis eden kimdir


Şubat ayında, Doktor Nihad Reşad Belger, Atatürk'ün hastalığını teşhis etmiştir. 
Belger, Atatürk'ün rahatsızlığının karaciğer kaynaklı olduğunu, 1938 Ocak'ında Yalova'daki kaplıcalarda Atatürk'ün kaşıntı tedavisi sırasında belirlemiştir. 
Belger, bu durumu Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı bir mülakatta şöyle açıklar: "Atatürk, Termal oteldeki apartmanında geceyi geçirdi. Ertesi sabah, kendisine özel olarak yaptırılan banyo dairesine girdi ve beni çağırdı. Kaşıntı için çare bulmamı istedi. 'Önce sizi muayene etmemi izin verir misiniz? Kaşıntının sebebini bulmaya çalışacağım.' dedim. 'Peki, iyi...' dedi ve soyunma odasına koyduğumuz şezlonga uzandı. 

Muayeneye başladım, ilk olarak en çok kaşınan bacaklarını kontrol ettim. Egzama, ürtiker veya eritem bulamadım, sadece kaşıntıdan kalan tırnak izlerini gördüm. Atatürk'ün yaşam tarzını düşünerek, bacaklardan sonra karın ve özellikle karaciğer bölgesini muayene ettim ve karaciğerinin üç parmak kadar büyüdüğünü ve sertleştiğini fark ettim. 
Kalbini dinledikten sonra teşekkür edip muayenenin bittiğini söyledim. Atatürk, 'Doktor, kaşıntının sebebini buldunuz mu?' diye sordu. 'Evet, efendim.' dedim. 'Bu kaşıntı, yiyecek ve özellikle içeceklerle ilgili olabilir.' dedim. 'Buna emin misiniz?' diye sordu. 'Efendim, bu teşhis konusunda şüphem yok. Karaciğeriniz büyümüş ve sertleşmiş. İşte kaşıntınızın sebebi bu.' dedim. 
Doktor Belger, rahatsızlığın tedavisinde geç kalındığını anlayarak, kaşıntı için termal tedavi ve özel bir toz kullanılmasını, ayrıca hafif bir diyet uygulanmasını önermiştir."

Atatürk'ün Yalova günleri:


Daha sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün davetiyle Yalova’ya gelen Neşet Ömer İrdelp de aynı teşhisi koymuş ve önerilen tedaviye devam edilmesini söylemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova’da kaldığı on iki gün zarfında hastalığında mühim düzelme olmuştur.
Hatta tedavisinin onuncu günü kaşıntısı tamamen geçmiştir.
Lakin kendisine tavsiye edilen minimum üç hafta tedavi programına riayet etmeyerek
devlet işleri sebebiyle ilkin Bursa’ya, sonra’ da İstanbul’a geçmiştir, bu yolculuğu sırasında da zatürreeye yakalanmıştır (23 Şubat 1938)

Atatürk Ankara’da bulunmuş olduğu sırada 27 Şubatta Balkan Antantı şerefine verilen
ziyafete burnunun kanaması sebebiyle geç gelmesi ve kendinde görülen halsizlik ve solgunluk endişeye neden olmuştur, Paris Üniversitesinin meşhur doktorlarından karaciğer mütehassısı Profesör Fiessenger, 28 Mart 1938 tarihinde Türkiye’ye gelmiştir, Çankaya’da Mustafa Kemal Atatürk’ü muayene edip, hazırladığı raporu Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne verdikten sonrasında ertesi gün Ankara’dan ayrılmıştır.

Fiessinger'in teşhis ve tedavi yaklaşımı Türk doktorlarının görüşleriyle örtüşmekteydi; Atatürk'ün hastalığı artık gizlenemeyecek bir duruma gelmişti. 
Bu nedenle, yabancı diplomatlar bilgilendirilmiş ve Türk kamuoyuna açıklama yapılması gerekliliği ortaya çıkmıştır. 
Bu bağlamda, Anadolu Ajansı 30 Mart 1938'de şu haberi yayınlamıştır:
Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, geçtiğimiz Ocak ve Şubat aylarında Yalova, Bursa ve İstanbul'daki seyahatleri sırasında şiddetli bir grip geçirmişti. Ankara'ya dönüşünde grip tekrarladığı için konsültasyon amacıyla Fransa'dan Prof. Fiessinger davet edilmiştir. Yapılan inceleme ve muayeneler sonucunda, Prof. Fiessinger Atatürk'ün sağlığında kayda değer bir sorun olmadığını belirlemiş ve bir buçuk ay kadar istirahat önerisinde bulunmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, tedavi görmesine ve istirahate ihtiyaç duymasına rağmen, doktorların dinlenmesi yönündeki tavsiyelerine karşın, 19-24 Mayıs tarihleri arasında Hatay sorunu nedeniyle Mersin ve Adana'ya seyahat etmiştir. 
Ankara'dan İstanbul'a dönüşü Mayıs ayının sonlarında gerçekleşmiştir. İstanbul'a vardığında, hastalığının yol açtığı yorgunluk ve zayıflık belirgin bir şekilde ten renginde ve davranışlarında görülmekteydi. 2 ve 3 Haziran'da yapılan muayeneler sonucunda Dr. Fiessinger'in tekrar çağrılması ve kesin bir muayene ile rapor hazırlanması gerektiği kararlaştırılmıştır. 

Sonuç olarak, 8 Haziran 1938'de Türkiye'ye dönen Dr. Fiessinger, Mustafa Kemal Atatürk'ü Savarona yatında muayene etmiş ve gerekli tedavi yönergelerini vermiştir. Ayrıca, Atatürk'ün önerisi üzerine safra kesesi iltihabı teşhisi konulan İsmet İnönü'yü de Ankara'da muayene eden Fiessinger, 10 Haziran akşamı Türkiye'den ayrılmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, 25 Haziran'da siroz hastalığından kaynaklanan ciddi bir kriz ve yüksek ateşle sarsılmış, muayenesinde zatürre başlangıcı teşhisi konmuştur. Ateşi bir hafta boyunca düşürülebilmiş, yatağa bağlanmasına ve sirozun ilerlemesine neden olan ana faktör, geçirdiği zatürre hastalığı olmuştur. 
Hastalığın kritik bir aşamaya ulaşması, komaya girmesi olarak adlandırılmış ve bu durum, onun 24/25 Temmuz gecesi Dolmabahçe Sarayı'na taşınmasını zorunlu kılmıştır. 
Mustafa Kemal Atatürk'ün tedavisi bundan sonra burada devam etmiştir.

Dolmabahçe'de 10-23 Temmuz tarihleri arasında uygulanan tedavi, Mustafa Kemal Atatürk'te geçici bir iyileşme sağlamıştır. Anlaşılan, 22 Ağustos'a kadar Atatürk'ün sağlık durumunda belirgin bir düzelme gözlemlenmiştir; ancak bu tarihten sonra hastalığın belirtileri artarak bir zayıflık hissi yaratmıştır. 
Yabancı basın, Atatürk'ün hastalığını endişe verici bir şekilde duyururken, Türk basını haberleri daha ölçülü bir şekilde sunmaktaydı. Planlanan tüm tedavi yöntemleri zaman zaman rahatlama sağlasa da, hastalık giderek şiddetlenmiş ve dayanılmaz bir noktaya ulaşmıştır. Bu nedenle, karından sıvı alınması kaçınılmaz olmuş, ancak Atatürk, bu işlem sırasında karın damarlarından birinin zarar görebileceği ve bunun bağırsak zehirlenmesine yol açabileceği konusunda endişeler taşımaktaydı.

7 Eylül'de, hasta yatağında, Prof. Mim Kemal Öke'nin yönetiminde ve diğer doktorların da hazır bulunduğu bir ortamda, karın ponksiyonu yapılarak 10.5 kg su çekilmiştir. Bu işlem, hastayı rahatlatmış ve huzurlu bir istirahat sağlamıştır. "Oh... Huzurlu erdim," demiş ve eski neşesine kavuştuğunu belirtmiştir. 
Karından su alındıktan sonra bacaklarındaki ödem kaynaklı şişlikler de azalmıştır. 

22 Eylül Perşembe günü, Prof. Mim Kemal Öke tarafından ikinci kez su alınmıştır. 
Eylül ayının sonlarına doğru, hastalığın seyri Atatürk'ü hayatının sonuna doğru sürüklediği açıkça anlaşılmıştır. Doktor Nihad Reşad'ın verdiği bilgiye göre; 28 Eylül 1938 tarihinde hastalık hızla ilerlemekteydi, karaciğer artık görevini yerine getiremiyordu ve o günden itibaren doktorlar, Mustafa Kemal Atatürk'ün ziyaretçi kabulünü yasaklamış ve yanına kimsenin girmemesi konusunda kesin talimatlar vermişlerdir.

Mustafa Kemal Atatürk, 16 Ekim'de geçirdiği ilk komaya kadar devlet işleri ve ülke sorunlarıyla ilgilenmeye, ilgili kişi ve makamlarla görüşmeye devam etmiştir. İlk ağır komasını 16 Ekim'de yaşamıştır. 
20 Ekim akşamüstü Hasan Rıza Soyak'ın yanına geldiğinde, bilinci açık ve geçirdiği komadan haberdar gibiydi. Soyak, Atatürk'le aralarında geçen diyalogu şöyle aktarır: 

Akşama doğru sakin ve derin bir uykuya dalmış, bu rahat uyku sabaha kadar sürmüştür. Seher vakti, hizmetinde bulunanlardan biri, normal bir şekilde uyandığını haber vermiştir. Zaten giyinik olarak şezlongda istirahat ediyordum. Hemen kalkıp yanına gittim. İlk sözü şu oldu: 'Gel bakalım, ne dersin? Biz gittik, geldik! Bu doktorlar insana adeta can veriyorlar,' dedi ve ardından, 'Bana ne oldu?' diye sordu. 

Daha önce arkadaşlarla kararlaştırdığımız üzere yanıtladım: 'Biraz fazla ve derince uyudunuz efendim.' 'Ya bu karyola niye değiştirilmiş?' diye sordu. 
Evet, karyolası değiştirilmişti. Çünkü karyola oldukça genişti, etrafında doktorların çalışması güç oluyordu, ayrıca temizlik için şiltelerin zaman zaman değiştirilmesi gerekiyordu ve ağır oldukları için zorluk çekiliyordu. Bu sebeplerle, her iki işlemde de kolaylık sağlamak amacıyla, kendisini daha dar ve şilteleri hafif bir karyolaya taşımıştık. 

Atatürk'ün sağlığı 21 ve 22 Ekim'de iyileşme göstermiştir. 22 Ekim'de yayımlanan raporda, yedi gün önce ortaya çıkan belirtilerin tamamen geçtiği, hastalığın normal seyrine döndüğü belirtilmiştir. 
16 Ekim'deki ilk komadan sonra Atatürk'ün karnında su birikmiş, göğsünü ve kalbini sıkıştırarak, nefes almasını zorlaştırmıştır. 
7 Kasım 1938 Salı günü, dayanamayacağını belirterek, suyun derhal alınmasını talep etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, 7 Kasım 1938'de saat 12:20'de, Doktor Mehmet Kamil Berk'in ısrarıyla üçüncü kez karından su alınma işlemine tabi tutulmuştur. 
Atatürk, 8 Kasım'da saat 18:35 civarında ikinci ve son komasına girmiştir.

Hasan Rıza Soyak anlatımı ile Atatürk'ün son günü:


Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak olayı şöyle anlatmaktadır: "Saat 18.00'den sonra odasından ayrılıp, günlük işlerim için büroma indim. Kısa bir süre sonra Atatürk'ün fenalaştığı telefonla bildirildi (saat 18.55). Aceleyle özel daireye döndüm. 
Yatak odasının çift kapısının arasında Ali Kılıç bekliyordu. İçeri girdiğimde Atatürk'ü şu durumda buldum: 

Yatağın ortasında oturmuş, iki eliyle yanlarını tutuyor ve sürekli öksürerek 'Allah kahretsin' diye mırıldanıyordu; ara sıra hizmetçilerin tuttuğu kaba koyu kahverengi sıvı (pıhtılaşmış kan) kusuyordu. 
Nöbetçi Doktor Abravaya ve o sırada gelen Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, ona bazı ilaçlar enjekte etmeye ve buz parçaları yutturmaya başladılar. 
Bir ara sağında bulunan tuvalet masasındaki saate baktı, göremediği için bana 'Saat kaç?' diye sordu. '7.00 Efendim' diye cevap verdim. 
Aynı soruyu birkaç kez daha tekrarladı ve her seferinde aynı cevabı aldı. 
Biraz sakinleşince yatağına yatırdık. 
Başucuna geldim ve 'Biraz rahatladınız mı efendim?' diye sordum. 'Evet' dedi. 
Ardından Neşet Ömer İrdelp yanıma gelerek 'Dilinizi çıkarır mısınız efendim?' diye rica etti. Atatürk dilini yalnızca yarısına kadar çıkardı; Dr. İrdelp 'Lütfen biraz daha uzatınız!' diye tekrarladı. 
Ancak nafileydi; artık söyleneni anlayamıyordu ve dilini çıkarmak yerine geri çekti. 
Başını biraz sağa çevirerek Dr. İrdelp'e dikkatle baktı ve 'Aleykümesselâm' dedi. 
Bu onun son sözü oldu ve ikinci su almadan tam 30 saat sonra komaya girdi.

Mustafa Kemal Atatürk, ikinci komasında, ilkine kıyasla daha hareketsiz ve sakin bir süreç geçirdi. Ara sıra küçük sıçramalar gözlemlense de, birkaç saniye içinde normale dönerdi. Saatler ilerledikçe, zaman zaman kesik kesik hırıltılar işitiliyordu. 
9 Kasım sabahı, bromürlü bir lavman uygulandı ve istemsiz hareketlerinde azalma kaydedildi. Ancak, sık sık öksürük ve terleme de görülmeye başlandı. 

Saat 11:00'den sonra üç dakika boyunca oksijen verildi ve bu işlem 13:10'da tekrarlandı. Mustafa Kemal Atatürk, derin bir uykuda gibi görünüyordu; solunumu ve kan dolaşımı düzenliydi. 
Çevresindeki doktorlar, son tıbbi görevlerini yerine getirmek için özveri ve çaba ile çalışıyor, her türlü çareyi deniyorlardı. 
Doktorlar, iki saatte bir değişerek, ikişer kişilik nöbetler tutuyor, hastalığın seyrine ilişkin gözlemleri, uygulanan tedbirleri ve ilaçları kaydediyor ve görevlerini sonraki nöbetçi arkadaşlarına devrediyorlardı.

Akşamüstü Atatürk tekrar komaya girdi. 
Gözbebekleri ışığa tepki gösterse de artık refleks vermiyordu. 
Nefes borusundan hırıltılar duyulmaya başlandı. 
Başucundaki doktorlar Müşahede Defteri'ne 'Agoni' olarak not düştüler; 'Agoni', ölüm çekişmesi anlamına geliyordu. 
Aynı zamanda, 9 Kasım sabahı Cumhurbaşkanlığı Sekreterliği, saat 09:50'de Dolmabahçe Sarayı'ndan ve on dakika sonra Ankara'dan, önceki gece başlayan komadaki 'ciddiyetin' arttığını Türk ve dünya kamuoyuna bildirdi. 

9 Kasım, saat 20:00'den sonra Atatürk'ün genel durumunun ciddiyeti arttı, dalgınlığı derinleşti. Gece yarısı bu dalgınlık en üst seviyeye çıktı ve tehlike düzeyine ulaştı. 
Kılıç Ali'ye göre, dakika dakika zayıflayan ve sönümlenen Atatürk'ü kurtarmak artık mümkün değildi. 
Odadaki herkes 'ümitsizlik ve çaresizlik' içinde ağlıyor ve üzüntülerini ifade ediyordu. 
10 Kasım Perşembe günü saat 08:00'de rengi tamamen solmuştu ve artık yapacak hiçbir şey kalmamıştı.

Hasan Rıza Soyak'ın ifadesiyle, büyük bir tarih akıp gidiyordu. Saat 09:05'te gözlerini ansızın açtı ve birkaç saniye sonra tekrar kapattı; bu, onun fani dünyaya veda ederken sevdiklerine son bir selamı gibiydi, Türk milletinin kurtarıcısının sonsuzluğa yolculuğuydu.
Büyük Önder'in resmi ölüm belgesi ve hükümetin resmi açıklaması, aynı gün öğlen saatlerinde gazetelerde yayınlandı.

Hükümetin resmi açıklamasına göre, tedavi eden ve danışman doktorların yayınladığı son rapor, Atatürk'ün hayata gözlerini yumduğunu duyuruyor. Bu üzücü olayla Türk vatanı büyük kurtarıcısını, Türk milleti yüce liderini, insanlık ise büyük bir evladını kaybetti. Milletimiz adına, bu büyük kayıp için derin taziyelerimizi sunuyoruz ve tesellimizi yalnızca O'nun büyük eserine olan bağlılıkta ve kutsal vatanımıza hizmette buluyoruz. Şunu da özellikle belirtmeliyiz ki, ölümsüz olan O'nun büyük eseri, Cumhuriyet Türkiye'sidir.
Bu önemli zamanda hükümetimiz, bugüne kadar olduğu gibi, görevinin başındadır. 
Kurulu düzeni ve durumu devam ettirme konusunda, büyük Türk milletinin hükümeti ile birlikte hareket edeceğinden şüphe yoktur.
Anayasa'nın 33. maddesi gereğince, Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda, Cumhurbaşkanlığı vekâletini üstlenmiş ve göreve başlamıştır.
Aynı şekilde, Anayasa'nın 34. maddesi gereğince, Büyük Millet Meclisi derhal yeni bir Cumhurbaşkanı seçecektir.
Türkiye'nin en yüksek makamına, Anayasa'ya göre geçecek kişinin etrafında, hükümeti, şanlı ordusu ve tüm gücüyle Türk milleti, sarsılmaz bir varlık olarak bir araya gelecek ve yükselişine devam edecektir.
Bugün veda ettiğimiz Büyük Lider Atatürk, her zaman Türk milletine güvendi ve eserlerini bu güvenle yarattı. Ebedi Türk milleti, O'nun eserlerini sonsuza dek yaşatacak, Türk gençliği ise Türkiye Cumhuriyeti'ni her daim koruyacak ve O'nun yolunda yürüyecektir.


Mustafa Kemal Atatürk, Türk’ün tarihinde ve gönlünde her zaman ebediyen yaşayacaktır.

Kaynaklar ; 

Hasan Rıza Soyak anıları
Mim Kemal Öke - Atatürk hatıraları
Wikipedia-Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümü ve devlet cenaze töreni
Akademik tarih -Atatürk'ün son sözleri
Yorum Gönder

Yorum Gönder

Yorumlarda lütfen saygılı olun