KENDİME YAZILARIM
Türkiye sosyolojisi siyaset ekonomi tarih felsefe ve genel kültür düzeyinde makaleler

ATLANTİS GİZLENEN KAYIP TARİH

Kayıp ülke Atlantis gerçekten var mıydı, Atlantis gerçek mi, kayıp şehirler gizlenen tarih,Atlantis nerede olabilir?
Kayıp şehir Atlantisin gizemi 

Kayıp ülke Atlantis gerçekten var mıydı, Atlantis'ti kimler kurdu, Kayıp ülke Atlantis nerede olabilir?Acaba bu hikâyenin ardında gerçeklik payı olabilir mi?

KAYIP ÜLKE ATLANTİS


Kayıp şehir Atlantis'in gizemi, 2000 yılı aşkın bir süredir şairlerin, bilginlerin, arkeologların, jeologların, okültistlerin ve gezginlerin hayal dünyasını meşgul etmiştir.
Çağlar önce son derece gelişmiş bir ada medeniyetinin (antik çağın en eski zamanlarında ortaya çıkmış ve büyük bir doğal felaket sonucu bir gecede yeryüzünden silinmiş bir medeniyet) var olduğu düşüncesi, Atlantis hikayesinin tarihi bir gerçek olduğuna inananları, dünyanın hemen her köşesinde, bir zamanların bu büyük medeniyetinin kalıntılarını aramaya yöneltmiştir.


Birçok arkeoloğa göre Atlantis hikayesi, hiçbir tarihi değeri olmayan bir masaldan ibarettir. 
Ve bir de, birçoğu Atlantis hikayesine, bunun kayıp bir ruhani ülkeyi temsil ettiği (Lemuria/Mu gibi), ya da açıkça var olduğu görüşünden yola çıkarak yaklaşan okültistler vardır.

Atlantis hakkında bu kadar farklı yorumun yapılmasına yol açan nedir?


Atlantis hakkındaki tüm bilgilerin çıkış noktası olan kaynak, Yunan filozof Eflatun'un, MÖ 359-347 yılları arasındaki bir dönemde yazmış olduğu iki kısa diyalogu Tîmeaus ve Critias'tır.
Eflatun'un Atlantis hikayesi için tahminen temel aldığı kaynak, kendisinin uzaktan akrabası olan Solon adlı Atinalı ünlü bir yasa koyucu ve şairdir.
Solon ise hikâyeyi MÖ 569-525 yılları arasındaki dönemin eski Mısır kralı Amasis'in, Nil Deltası'nın batı ucunda bulunan Sais kentindeki sarayını ziyareti sırasında duymuştur.

Amasis'in sarayındayken Solon, Neith Tapınağı'nı ziyaret etti ve kendisine Atlantis'in hikayesini anlatan bir rahiple sohbet etti.
Rahip ona, o zamandan 9000 yıl önce Atlantik Okyanusu'nda Herkül Kayahkları'nın (Cebelitarık Boğazı) ötesinde var olmuş, Libya ve Asya'nın toplamından daha büyük bir adadan bahsetti.
Atlantis, deniz ve depremlerin tanrısı Poseidon'un soyundan gelen kralların kurduğu ittifak tarafından yönetiliyordu.
Ada ve onu çevreleyen okyanus adını Poseidon'un en büyük oğlu Atlas'tan alıyordu.
Atlantisliler, Atlantik'ten Akdeniz'e, güneyde Mısır'a, kuzeyde İtalya'ya kadar uzanan bir imparatorluğa sahiptiler.
İmparatorluklarını Akdeniz'de daha da genişletme girişimleri sırasında Atina şehir devletinin
başını çektiği Avrupalı güçlerle karşı karşıya geldiler.
O zamanlar Atina, zenginliği küçük gören ve sade bir yaşam süren savaşçı-elit bir kesim tarafından yönetilen büyük bir şehirdi.
Atlantis orduları, müttefikleri onları yüzüstü bırakıp kaçtıktan sonra tek başlarına savaşa
devam eden Atinalılara yenildiler.
Ancak Atinalıların bu zaferinden kısa bir süre sonra inanılmaz derecede yıkıcı bir deprem ve ardından büyük sel felaketleri meydana geldi ve Atlantis toprakları Eflatun'un deyimiyle "korkunç bir gün ve gece içerisinde" okyanusun derinliklerine gömülerek yok oldu.

Eflatun'un, adanın fiziksel ve politik yapılanmasını çok daha ayrıntılı bir biçimde anlatmışken, Diyaloglarında Atlantis'in yok oluşu ve Cebelitarık Boğazı'nm ötesindeki konumuna sadece birkaç satır ayırdığı görülür.
Başlangıçta Atlantis, zengin doğal kaynaklara sahip, muhteşem bir yerdi, ormanları, meyveleri, vahşi hayvanları (filler de dahil) ve sayısız metal madeni vardı.
Adadaki her kralın, üzerinde sınırsız bir hakimiyete sahip olduğu, kendine ait kraliyet şehri vardı.
Ancak, Atlas'ın torunlarının yönettiği başkent, aralarında en ihtişamlı olanıydı.
Bu eski metropol, üzerinde şehrin savunması için yapılmış duvarların bulunduğu kara
parçalarıyla birbirinden ayrılan üç eşmerkezli su çemberiyle çevriliydi.
 
Bu duvarların her biri farklı metallerle kaplıydı, dıştaki bronz, ortadaki tenekeyle kaplanmış, iç kısımdaki duvar ise bilinmeyen bir metalin, orikalkumun' kırmızı ışığıyla parlatılmıştı. 
Atlantisliler, daire biçimindeki hendeklerin içinden, merkezle denizi birbirine bağlayan bir kanal kazdılar.
Ayrıca dıştaki hendeğin kaya duvarlarını oyarak bir liman inşa ettiler.

Merkezi kaledeki ana tapınak Poseidon Tapınağı, Atina'daki Parthenon'dan üç kat daha büyüktü ve tamamen gümüşle kaplıydı (kulenin altınla kaplı olan tepe noktaları dışında). Tapınağın tavanı fildişiyle kaplıydı, altın, gümüş ve orikalkumla süslenmişti, bu garip me-
tal ayrıca iç kısımdaki duvarları, sütunları ve tapınağın zeminini de kaplıyordu.
Bunlara ilaveten, tapınağın iç kısmında, Poseidon'u bir savaş arabasında altı tane kanatlı atı sürerken gösteren heykel de dahil, birçok altın heykel vardı.


Bahsettiğimiz bu heykel o kadar büyüktü ki Tanrı Poseidon'un başı 116 metre yüksekliğindeki tavana değiyordu.
Kayıp şehir Atlantis hakkındaki diğer tüm eski kaynaklar Eflatun'dan sonra ortaya çıkmışlardır ve eski çağlarda yaşayan insanların Atlantis'e ilişkin inançları hakkında heyecan verici olmaktan öteye gidemeyen incelemelerden ibarettirler.


MÖ 4. yüzyılda, Aristo'nun öğrencisi Yunan filozof Lesboslu Theophrastus Atlantis kolonilerinden bahsetmiştir, ancak ne yazık ki eserinin önemli kısmı kaybolmuştur.
Proclus, MS 5. yüzyılda Eflatun'un diyalogları hakkında yazdığı değerlendirmelerde Atlantiklilerin "çağlar boyunca Atlantik Denizi'ndeki tüm adalar üzerinde hüküm sürdükleri"ni belirterek Atlantis'in gerçek olduğundan bahsetmiştir.


Proclus bize ayrıca, Eflatun'un eserlerini ilk yorumlayan (MÖ 4. yüzyılda) kişi olan Crantor'un Mısır'da Sais'i ziyaret ettiğini ve orada üzerinde Atlantis'in tarihini anlatan hiyeroglifler bulunan altın bir sütun gördüğünü söyler.
MS 2. yüzyılda yaşamış Romalı yazar Claudius Aelianus Hayvanların Doğası Üzerine adlı eserinde Atlantis'ten, Atlantik Okyanusu'nda bulunan, Fenikelilerin (ve daha sonra Cadiz'deki Kartacalıların) geleneklerinde, İspanya'nın güneybatı kıyısında bulunan bir eskiçağ şehri olarak bilinen devasa bir ada olarak bahsetmiştir.

Nuh Tufanından Önce Atlantis kayıp ülke:


Dünya Atlantis efsanesi, 19. yüzyıldaki yeniden canlanışına kadar yüzyıllar boyunca genelde hiç gündeme gelmemiştir.
Günümüzde efsanevi adaya ilişkin ciddi anlamda araştırmaların başlangıcı, Amerikan kongre üyesi ve yazar Ignatius Donnely'nin 1882 yılında
Atlantis: Nuh Tufanından Önce Dünya Adlı eserini yayınlamasına dayanır.
Donnely, Eflatun'un Atlantis hakkındaki rivayetlerini birebir alarak bilinen tüm eskiçağ medeniyetlerinin kayıp adadan türediğini ileri sürmüştür.
 
O yıllarda , Madam Helena Blavatsky (Teosofi Derneği'nin kurucu üyelerinden ve giderek büyüyen okült hareketinin liderlerinden biri) Atlantis ve Lemuria gibi kayıp adaların var olabileceği düşüncesiyle ilgilenmeye başladı.
Blavatsky, 1877'de yazmış olduğu ilk eseri Sırrı Çözülemeyen his adlı eserinde Atlantis'ten sıkça söz etmiştir.
Görünüşe bakılırsa Madam Blavatsky'nin geniş kapsamlı eseri Gizli Doktrin (1888), Atlantis'te yazıldığı iddia edilen Dzyan Kitabı adlı mistik bir esere dayanmaktadır.
 
Gizli Doktrin'de Blavatsky, Atlantis'i ve halkını ayrıntılı olarak tanıtır ve ileri teknolojilerinden, eski çağlara ait uçan makinelerden, devlerden ve doğaüstü güçlerden bahseder.
Blavatsky'nin tanıtımlarında geçen bu vahşet içerikli kısımların bazıları Atlantis kuramcılarını belirgin bir şekilde etkileyebilirdi, ama onun kayıp şehri daha başka, daha çok ruhani bir yermiş gibi görünüyor
Donelly'nin fiziksel gerçekliğini ileri sürdüğü adadan tamamen farklı.


20. yüzyılın başlarında dünyaca ünlü medyum Edgar Cayce, aralarında Atlantis'in de olduğu birçok okuma seansı düzenledi.
Cayce, Atlantis'in gemilere ve uçaklara sahip (bu, Blavatsky'nin iddialarıyla örtüşmektedir) ve bu araçların esrarengiz bir enerji kristaliyle çalıştığı, gelişmiş bir medeniyet olduğuna inanıyordu.
Atlantis'in bir kısmının 1968 ya da 1969'da Bahama Adaları yakınlarındaki Bimini bölgesinde bulunacağını tahmin ediyordu.
Eylül 1968'de, bugün Bimini Yolu olarak bilinen yarım millik bir kireçtaşı blok Kuzey Bimini açıklarında bulundu ve birçok kişi bunun kayıp Atlantis'in kalıntıları olduğunu düşündü.

Ancak, 1980 yılında ABD Jeolojik Araştırmalar Birimi'nden Eugene Shinn, Bimini'de sular altındaki taşlar üzerinde yaptığı incelemelerin sonuçlarını yayınladığında, bu konuda düşünülenden daha farklı gerçeklerin söz konusu olduğu saptandı.
Bu testin sonuçları, söz konusu blokların doğal yollarla oraya yerleşmiş olduğunu gösteriyordu.
Taşların içine yerleşmiş denizkabuklarından elde edilen radyokarbon verileri, bu yolun yapılma tarihi olarak MÖ 1200 ile MÖ 300 arası bir zaman dilimini işaret etmiştir.
Bu sonuç, Atlantis hakkında ileri sürülen tarihlerden çok daha geç bir zamandır.

Birçok araştırmacı, eski çağlardaki yazarların söylediklerine uyarak, Orta Atlantik dağ sırasını (okyanusun merkezinde bulunan, uzun bir denizaltı volkanları zinciri) kayıp şehrin kalıntıları olarak tanımlayıp Atlantis'i Orta Atlantik'te aramışlardır.
Günümüzde "kıtasal sürüklenme" (levha tektoniğinin hareketinden dolayı ortaya çıkar) kuramının ortaya çıkışıyla birlikte jeologlar Atlantik'te büyük bir adanın olma ihtimali
Bulunduğuna karar vermişlerdir.
Yine de levha tektoniği hâlâ bir kuramdır, bu yüzden gerçekliği kanıtlanıncaya kadar Atlantik'teki kayıp adanın varlığına inananlar araştırmalarını sürdüreceklerdir.
Araştırmacılar, eğer ada Orta Atlantik'teyse, sular altındaki bir dağ sırasının ortasında bulunan dokuz adalık bir takımada olan Azor Adaları'nın, kayıp şehrin kalıntıları
Olabileceğini düşünüyorlar. (Araştırmacıların bu görüşleri, Ignatius Donnely'nin 1880'lerde öne sürdükleriyle örtüşmektedir.)


  • Farklı kesimler, kalıntılara dair ihtimallere Madeira, Kanarya Adaları ve Yeşil burun Adaları'nı da eklerler, ancak saydığımız bu topraklarda bugüne kadar kayıp bir medeniyetin en küçük bir izine bile rastlanmamıştır.

İstisnasız her yıl "Atlantis bulundu!" manşeti gazetelerdeki yerini almaktadır.
Aslında Atlantis'in bulunduğu yer hakkındaki varsayımlar inanılmaz derecede fazladır.
Geç Tunç Çağı'nda Girit'te yaşamış olan, çevresindeki adalardan Thera'da meydana gelen büyük bir depremde yıkıldığı öne sürülen Minos Uygarlığının (Girit Uygarlığı olarak da bilinir) Eflatun'un Atlantis'i üzerinde dolaylı bir etkisi olduğu düşüncesi uzun bir süredir yaygındı.
Ancak Geç Tunç Çağı Girit'i üzerine yapılan araştırmalar, Minos Uygarlığının, Thera depreminden çok uzun bir süre sonra da gelişmeye devam etmiş olduğunu ortaya çıkarmıştır.


Atlantis'in Avrupa ve Akdeniz'de ileri sürülen diğer muhtemel konumları



  • İrlanda,
  • İngiltere,
  • Finlandiya,
  • Kuzeybatı Almanya kıyılarındaki Helgoland Adası,
  • Güney İspanya'da bulunan Endülüs,
  • Cebelitarık Boğazı'ndaki Spartel Adası,
  • Sardunya,
  • Malta,
  • Yunanistan'ın Helike şehri,
  • Akdeniz'de Kıbrıs ve Suriye arasındaki bir bölge,
  • İsrail,
  • Türkiye'nin kuzeybatısında bulunan Truva ve Tantalis'tir.
  • Dünyanın diğer kısımlarından da
  • Karadeniz,
  • Hindistan,
  • Sri Lanka,
  • Endonezya,
  • Bolivya,
  • Fransız Polinezyası,
  • Karayipler ve Antarktika, kayıp şehrin olası konumu olarak ileri sürülmüştür.
  • Birbirinden oldukça farklı bu kadar kuramın olması,

Eflatun'un Atlantis'inin, itibarını yitirmiş ve açgözlü Atlantis İmparatorluğu'na karşı savaşan kusursuz devlet olarak Atina'yı yüceltmek için tasarlanmış politik bir dokundurmadan başka bir şey olmadığını düşünen birçok araştırmacının şüpheciliğini arttırmıştır.


Eflatun ve Atlantis hikayesi



Solon'un Mısır'ı ziyaret ettiği ve Sais'teki rahipten hikâyeyi dinlediği gerçek değildir.
Bu araştırmacılara göre Eflatun'un, Atlantis'in Atlantik'te Cebelitarık Boğazı'nın ötesinde olduğunu söylemesinin nedeni, ünlü filozofun zamanında bu devasa okyanusun, dünyanın bilinen sınırlarını temsil ediyor olmasıydı.


Yine de, Eflatun öncesi edebiyat eserlerinde Atlantis'e değinilmemesine rağmen, Yunan tarihçi Heredot'un (MÖ 484-425) Tarihler adlı eserinde, Solon'un Mısır'da Sais'li Amasis'ten bazı kanunlar aldığını belirterek bu hikâyeden söz edilmiştir.
Bu, Eflatun'un diyaloglarında belirttiği zamanda Solon'un Mısır'da bulunduğunu gösterir.


Eflatun'un yazdıklarından, kısmen Atina'yı yüceltmek istediği, zenginliğin ve gücün, kusursuz yapılanmış ve iyi yönetilen bir toplumu yenmeye yetmeyeceği
Yönündeki politik ve felsefi fikirlerini iletmeyi amaçladığı bellidir.
Varsayımlarını ilgi çekici hale getirmek için, doğal felaketle gelen bir yıkım gibi gerçek olaylardan ayrıntılar eklemiş olması da mümkündür.
Bunun için ünlü filozofun çok da uzağa bakmasına zaten gerek kalmazdı.


MÖ 426 yılının yazında eskiçağ tarihinin en yıkıcı depremlerinden biri Yunanistan'ı tam Atina'nın kuzeyinden vurdu.
Bu büyük depremi takiben oluşan tsunami, Atalante adlı bir adanın bir bölümünü de yok ederek Atina'nın kuzey kıyısında büyük hasara yol açmıştı.
MÖ 373'te (Eflatun Diyaloglar'ını yazmadan sadece15 yıl kadar önce) yıkıcı bir deprem ve tsunami, Yunanistan'ın anakarasında Corinth Körfezi'nin güney kıyısında bulunan zengin Yunan şehri Helike'yi yıkmış ve sular altında bırakmıştı.


Helike, Poseidon'un şehri olarak biliniyordu ve deprem ve denizlerin korkunç tanrısının kutsal ormanı da (Delfi'dekinken sonra en önemli orman) buradaydı.
Elbette o depremler ve Eflatun'un Atlantis'inin yok oluşu arasında, ünlü filozofun hikayesinde kendi ülkesinin yakın tarihini resmettiğini gösteren bağlantılar vardır.
Ancak, eğer Eflatun fikirlerini öne sürmek için Yunanistan'ın o zamanlarda yaşadığı felaketleri kullandıysa, neden hikayesini Mısırlı rahiplere bağladı?
Pek tabii ki çağdaşları da Atina veya Corinth'te olmuş yıkıcı bir depremi anlatmayı akıllarına getirebilirlerdi, hele ki o deprem sadece on ya da yirmi yıl önce meydana gelmişse.
Bu durumda Eflatun'un hikayesine kaynak olarak kullandıkları arasında hâlâ eksik bir nokta varmış gibi görünüyor.

Atlantis'in konumu hakkındaki en güncel kuram


2004'te Almanya'nın Wuppertal Üniversitesi'nden Dr. Rainer Kühne tarafından ortaya atılmıştır.
Kühne, uydu fotoğraflarını kullanarak, İspanya'nın güneybatısında, Eflatun'un Atlantis tarifiyle örtüşen özellikleri olduğu görülen bir bölgenin bulunduğunu tespit etti.
Cadiz şehri yakınlarında bulunan Marisma de Hinojos adlı bir tuzlanın fotoğrafları, iki dikdörtgen yapı ve muhtemelen bir zamanlar onları çevrelemiş olan bazı eş merkezli dairelerin parçalarını göstermektedir.
Dr. Kühne'ye göre söz konusu dikdörtgen yapılar, Eflatun'un Diyaloglar'ında anlattığı gibi Poseidon'a adanmış gümüş bir tapınağın ve, Cleito ve Poseidon'a adanmış altın bir tapınağın kalıntıları olabilir.


SONUÇ


Kühne ayrıca bu bölgenin muhtemelen MÖ 800-500 yılları arasında bir sel felaketiyle yıkılmış olduğuna inanıyor.
Yunan kaynakların, hikâyenin çevirisini yaparken Mısır dilinde kıyı şeridi anlamına gelen bir kelimeyle, ada anlamına gelen bir diğer kelimeyi karıştırmış olabilecekleri düşüncesinden yola çıkarak, Atlantis'in bir adada değil, anakarada bulunduğu fikrini savunuyor. 
Dr. Kühne kuramlarını sınamak için yakın gelecekte o bölgede kazı çalışmaları düzenlemek istiyor.
 
Acaba tam da Herkül Kayalıklarının ötesinde bulunan bir bölgede yapılacak olan bu kazılar nihayet Atlantis'in üzerindeki sır perdesini kaldıracak mı?

Kaynak ve alıntı
GİZLENEN TARİHKayıp Medeniyetler, Gizli Bilgiler ve Eskiçağın SırlanBrian Haughton