Türkiye neden geri kaldı: Kim sorumlu siyasetçi mi sistem mi

Türkiye neden geri kaldı

Türkiye'de Siyasetçi mi sorumlu rejim mi

Türkiye'nin geri kalmasında asıl sorumlu kim, siyasetçi mi rejim mi? 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi mi tıkandı, yoksa siyasetçilerin vizyonu mu arızalı?
Türkiye neden potansiyelini bir türlü gerçekleştiremiyor?

Türkiye, zengin tarihi, stratejik konumu ve genç nüfusu ile aslında "sahaya 3-0 galip başlayan" bir ülke.
Ama her nasılsa, 90 dakikanın sonunda hep mağlubiyetle ayrılıyoruz.
Kimi zaman hakeme (dış güçler), kimi zaman zemine (coğrafi konum), ama çoğu zaman kendi oyuncularımıza (siyasetçilere ve sistemlere) kızıyoruz.
Peki bu geri kalmışlığın esas sebebi kim? Oyunu oynayanlar mı, oyunun kuralları mı?

Türk Tipi Başkanlık: Her Derde Deva Mucize Sistem mi?🧪

2017'de tanıtılan “Türkiye’ye özel” Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, vaat edildiği gibi bir “roket sistemi” olamadı.
Ama bir şeyi başardı:
Freni patlamış kamyon gibi devlet yapısını hızla yokuş aşağı götürdü.
Kararlar hızlı alınıyor ama doğru alınıyor mu? Kurumlar sessiz, Meclis pasif, denetim yok.
Her şey tek elde, ama sorunlar mı hep kol kola.

Siyasetçi Profili: "Sadakat" Var, Liyakat Yok! 📄

Yeni sistemin en iyi performansı, "sadık ama yetersiz" siyasetçileri vitrine çıkarmakta oldu. Koca ülkenin kaderi, bilimden, felsefeden, hatta bazen Türkçeden bihaber kadrolara teslim edildi.
Bakan dediğin eskiden uzman olurdu, şimdi imam hatip çıkışlı ise sorun yok!

Toplum: Sürekli Aynı Hataya Oy Veren Masumlar mı? 🤷‍♂️🗳️

Sistem kötü, siyasetçi yetersiz ama seçmen hep aynı.
Aslında yıllardır izlediğimiz bu “kötü dizi”nin reytingleri hâlâ yüksek.
Oylar mantığa değil, alışkanlığa ve korkuya göre veriliyor.
Düşünen az, o az düşünenin de sesi kısık.

Sistem Değişse Ne Olur, Zihniyet Değişmeden? 🔄🧠

Diyelim ki sistem değişti; parlamenter rejime geri döndük.
Peki başa gelenler değişmediğinde ne fark eder?
Yeni sistem, eski kafalarla yönetilmeye devam ederse, değişen sadece makyaj olur, yüz aynıdır.

Sonuç: Araba Kötü, Şoför Daha Kötü! 🚙➡️🕳️

Türkiye’nin geri kalmışlığı tek bir nedenin eseri değil;
Bu, bir sistemli başarısızlık senfonisi.
Siyasi rejim sorunlu, evet.
Ama o rejimi hayata geçiren, onu savunan ve sürdüren siyasetçi profili de en az onun kadar sorunlu.
Sihirli değnek ne sistemde, ne kişide... Değişmesi gereken zihin yapısıdır.
Yoksa rejim değişse bile, Türkiye'nin kaderi hep aynı kalır: "Potansiyeli olan ama asla kullanamayan ülke."

Basın, Bugünkü yandaş ve yalaka basın, halkı manipüle ederek gerçekleri çarpıtıyor, sorgulayan birey yerine itaatkâr bir kitle yaratıyor.
Bu koşullarda zihinsel devrim elbette kolay değil.
Ama imkânsız da değil.
Bunun yolu şu üç temel adımda yatıyor:

1. Alternatif Bilgi Kanallarını Güçlendirmek:

İnternet, sansürlense bile halen bağımsız bloglar, YouTube kanalları, sosyal medya gibi araçlarla gerçekleri ulaştırmanın en güçlü aracı. Herkes bir mikro medya olabilir.
Bu yaşta yazı kaleme alarak ben sorumluluğunu bir ölçüde yerine getiriyorum, lakin ne kadarı okunuyor ne kafarı tasvip görüyor, bilmiyorum, bildiğim birşey varsa, benim elimden geldiğini yaptığımı, çocuklarıma ve benden sonraki nesile kanıtlayarak, bu çürümüşlükte katkımın olmadığını yazdığım makalelerle kanıtlamak.

2. Eğitimle Direniş:

Gerçek devrim, bireyin kafasında başlar. Ezberci eğitim değil; sorgulayan, eleştiren, analiz eden bireyler yetiştirildikçe, yandaş medyanın büyüsü bozulur.
Bu yüzden halk eğitimi ve okuryazarlık projeleri çok kritik.
Bu sistem değişmeli, Türkiye köy enstitülerini yeni ve yeniden devreye sokmalı.

3. Kültürel Hafızayı Canlı Tutmak:

Tarihi, değerleri, bilimsel düşünceyi doğru anlatmak ve unutturmamak gerekiyor. 
  • Mizah, 
  • Edebiyat, 
  • Sanat, 
  • Belgesel gibi 
Araçlarla hem bugünü eleştirmek hem geçmişten ders çıkarmak mümkün.
Halk tarihini yandaş medyanın kurguladığı tarihsel gerçeklikten uzak öğrenir oldu,

Yani medya halkı yönlendiriyorsa, halk da birbirini bilinçlendirmek zorunda.
Tohum toprağa değil, bilinç kafaya ekilir.
Bu dönüşümde en etkili rolü artık bireyler ve entelektüeller oynamalı, medyanın çok kolay kiralanalildiği bir döneme şahit olduk çünkü(!)

Koltuk ve Direksiyon Şiiri

Bir koltuk var,
Ayakları altından daha değerli,
İçi sünger dışı kibir dolu;
Oturan asla kalkmaz,
Ve ülke hep yerinde sayar.

Bir direksiyon var,
Ne sağa döner ne sola,
İlerisi, geçmişle yapışmış,
Vitesi bozuk, aynası sisli,
Ve arabanın markası: “Türkiye Tipi”.

Sistem,
Sistem bir oyundu,
Tek kişilik bir tiyatro,
Alkışlar bile önceden yazılmış,
Rol arkadaşları suskun,
Seyirci korku içinde.

Siyasetçi,
Bir pandomim sanatçısı gibi,
Ağzı oynar, sesi başkasından gelir.
Yüzünde “milletin adamı” maskesi,
Elinde liyakatsizliğin zarfı.

Sorun ne?
Rejim mi sorun?
Yoksa rejimin içini boşaltanlar mı?
Suyu suçlayabilir miyiz,
Testi çatlaktan akarken?

Ve halk
Kandırılmış bir pusula gibi
Hep aynı kutba dönük,
Hep aynı yanlış rotaya yürür.

Oysa zihin,
Bir tohumdu…
Ama her akşam yandaş ekranlarda
Zehirli gübreyle sulandı.
Bir milletin hafızası
“son dakika” başlıklarında
Yandaş trollerce,
Yavaş yavaş silindi.

Şimdi sor bana,
Kim suçlu diye?
Direksiyonu tasarlayan mühendis mi?
Yoksa göz göre göre onu
Duvara süren sürücü mü?

Cevap belki koltukta değil,
Ona körü körüne inananlarda gizli.
Zihinsel devrim,
Parlamento duvarlarında değil,
Bence,
Çocukların düşlerinde başlamalı.

Ahmet ATAM
Next Post Previous Post