no fucking license
Bookmark

Asker Sustu Sarıklı Konuştu Çarıklı Alkışladı

Asker Sustu Sarıklı Konuştu Çarıklı Alkışladı
Asker Sustu Sarıklı Konuştu Çarıklı Alkışladı 

Askeri Vesayet Gitti Yerine Ne Geldi

Askerin siyasetten çekilmesiyle oluşan boşluk kimler tarafından dolduruldu?

Türkiye’de aklın, bilimin ve liyakatin yerini alan yeni otorite kim?
Bak Bilal, bu ülkede bir ara herkes askerî vesayetten şikâyetçiydi. “Asker siyasete karışmasın, kışlasına çekilsin” diyenler meydanlardaydı. 
Tamam, güzel dedik, mantıklı dedik. 
Askerin işi sınırı beklemektir, oy pusulası değil..

Ama işin tuhafı şu oldu: 
Aynı ağızlar dönüp “Hoca siyasete el atsın, fetvalar ekranlardan aksın” deyince, biz de bir durduk: 
Bu nasıl iştir Bilal? 
Asker siyasetten çıkınca demokrasi oluyor da, din adamı siyasete girince niye ilahi adalet oluyor?

Kışlayı Sevmeyenler, Kürsüyü Çok Seviyor

Şimdi Bilal, düşün bir fırın var. 
Asker o fırının fırıncısı, elinde kürek var, hamuru pişiriyor. 
Ama siyasete karışınca başlıyor simit tarifleri vermeye. 
O zaman diyorlar ki “Yeter, sen git kendi işine bak.”

Ama imam kürsüden çıkıp ekranlara, kürsülerden partilere, camiden belediyelere yürüyünce kimse "Bir dakika yahu" demiyor.
Neden? 
Çünkü o imam sadece din anlatmıyor artık, oy da istiyor.
Ve işte tam burada kışla-dinamikleriyle kürsü-hesapları çatışıyor.

Asker Korkutur, İmam Kandırır mı?

Bak net konuşayım Bilal, bu ülkede bir dönem askerden korkuluyordu, şimdi ise bazı imamlar sayesinde insanlar Allah’la korkutuluyor.
Amaç aynı: İnsanları sindirmek. Sadece kullandıkları kıyafet farklı.
Biri üniforma, diğeri cübbe.
Biri tankla gelir, öteki hutbeyle.
Ama hedef aynı: Kafalara zincir.

Camiye Siyaset Girince Minber Miting Alanı Olur

Camiler Bilal, huzur yeridir. 
Orası siyaset kürsüsü değil. 
Ama şimdi bakıyorsun cuma hutbelerinde ekonomi anlatılıyor, faizden çok muhalefet haram ilan ediliyor.

İmam efendi bir yandan dua okuyor, bir yandan da seçim vaadi gibi konuşuyor.
Bu mudur yani, camiden gelen değil sandıktan gelen mi meşrudur?
Yoksa kışladan gelenin elini taşın altından çekmesi, camiden konuşanın taşla sopayla tehdit etmesine mi yol açtı?

İmamın Siyaseti Mübah, Askerin Sözü Günah

Bir de şu var Bilal: 
Asker emekli olunca ağzını açsa linç yer, “Paşam karışma, sen kışlada kal” derler.
Ama emekli müftü mitinge çıksa, alkış tufanı kopar.
Halbuki demokrasi dediğin şey, herkesin eşit söz hakkıdır, değil mi?
Yoksa bu iş “sen sus, sen konuş” tiyatrosuna döner.

Sonuç: Ya Hep Kışlaya, Ya Hep Camiye

Bilal, mesele kimin nerede olması gerektiği değil sadece. Mesele: Eğer asker kışlasında oturacaksa, din adamı da camide kalmalı.
Yoksa biri dışarı çıkınca öbürü içeride çöküyor.

Çünkü demokrasi dediğin şey, ayrım yapmadan herkese aynı mesafede durabilmektir.
Yoksa biri üniformayla konuşur, biri sarıkla; ama hep millet susar.

🟨 Kapanış Tavsiyesi:

Bilal, bu denklemde eşitlik yoksa, çözüm de yok.
Ve unutma:
Cübbe dokunulmaz, üniforma tehlikeli sayılıyorsa, bu ülkede adalet ayakta değil, secdede unutulmuş demektir.

Asker sustu... Peki yerine kim konuştu?

Asker Susturuldu, Sarıklılar Konuştu: Çarıklıların Yürüyüşü Başladı 
Bilal, biliyorsun bir zamanlar bu ülkede asker sadece sınır beklemezdi, fikir de beklerdi. 
Elinde kılıç değil anayasa taşıyan generaller vardı. 
Beğen ya da beğenme, devletin aklını temsil ediyorlardı.

Sonra dediler ki:
Artık asker karışmasın siyasete, demokrasi halkın olsun.
Eyvallah dedik.
Ama biri giderken biri gelir ya hani,
Bu boşluğa ne halk geldi, ne de hak.
Yerine, yıllardır gölgede pusuda bekleyen iki figür çıktı:
Çarıklılar ve Sarıklılar.

Çarıklı kimdir, sarıklı nedir?

Bak güzel kardeşim, "çarıklı" deyince kastımız köylü olmak değil.
Ama eğitimden yoksun, sorgulamayan, her şeyi kaderle açıklayan, sandığı kutsal sandık zanneden zihniyettir bahsettiğimiz.

Ve "sarıklı" dediğimiz de Allah korkusuyla değil, iktidar iştahıyla hutbe okuyan, inancı değil iktidarı kutsayan din tüccarlarıdır.

Kışla sustu, kürsü minberleşti

Askeri vesayet kalktı.
Ama kimse sormadı:
“Yerine ne gelecek?”
Ve cevap şu oldu: “Tankların sustuğu yerde, Tesbihlerin sesi yankılandı.”

Cami minbere döndü,
Minber meclise,
Meclis de cemaate.
Hutbe, dua değil artık;
Siyasetin sarkacında dönen bir seçim manifestosu.

Çarıklı konuşur, sarıklı onaylar, akıllı susar

Askerin “dur” dediği yere, şimdi sarıklı “evet” diyor, çarıklı “emir telakki ediyor, aklı başında olanlar ise suskunlukla cezalandırılıyor. Bu ülkede artık:

  • Düşünmek İmansızlıkla,
  • Eleştirmek Vatan hainliğiyle eş değer sayılıyor.

Kimin kumaşı daha tehlikeli?

Bir düşün Bilal:
Biri üniforma giyer,
Öbürü cübbe.
Ama hangisinin sözü daha keskindir?

Askerin elinde silah vardı,
Ama sarıklının elinde inanç var.
Biri seni korkutur,
Öteki seni kendine zincirler.
Ve inançla korkutulan halk, 
Tanka karşı çıkabilir ama tesbihe diz çöker.

Demokrasi terazisi tek kefeye düştü

Artık bu ülkede haklı olan değil,
Yüksek sesle konuşan,
Ve arkasında cemaat olan kazanıyor.
Bakan değil, baktıran değerli.
Düşünen değil, tekrar eden makbul.

Bu halk bir zamanlar tanktan korkardı,
Şimdi hutbeden gelen emirle sandığa yürüyor.
Ama unutma Bilal:
Sandığa hür irade değil, sürü psikolojisiyle yürüyenlerin ülkesi özgür olamaz.

Sonuç: Ne askeri vesayet ne de vaaz diktası

Askerin siyasetten elini çekmesi gerekiyordu, evet.
Ama o boşluğu dolduracak olan;

  • Aydınlar,
  • Akademisyenler,
  • Dürüst siyasetçiler olmalıydı.

Oysa gelenler, ya cübbeyle kandırdı ya çarıkla yönetmeye kalktı.
Ve bu topraklarda ne zaman akıl susarsa,
Ya dua sömürülür, ya da silah konuşur.

🟨 Kapanış Tavsiyesi:

Kimin konuştuğu değil, Ne konuştuğu önemlidir. Askerin sustuğu bir ülkede eğer sarıklı bağırıyorsa, Ve çarıklı alkışlıyorsa,
O zaman en büyük suç;
Susmakta değil, susturulmakta değil, Yanlışı alkışlamaktadır.

Cübbeye Dönüşen Boşluk

Bir gün sustu çelikten dudaklar,
Kışla, yorgun bir deve gibi çöktü dağın yamacına.
Tanklar iç çekti,
Nizamiyeden son bir bakış sızdı:
Ben gidiyorum, sizi Allah kurtarsın dedi.

Ve rüzgâr döndü…
Savunmanın boş bıraktığı o alanı
Ne akıl aldı,
Ne erdem,
Ne de gelecek.
Yalnızca iki figür belirdi tozun içinden:
Biri çarıkla yürüyordu,
Diğeri sarıkla süzülüyordu.

Susturulmuş askerle birlikte
Susturuldu sağduyu,
Tutsak alındı liyakat,
Ve çarmıha gerildi hakikat.

O boşlukta büyüyen sarıklı,
Vaaz değil,
Talimat okudu minberden.
Tesbih değil, ajanda çekti elinde,
Allah’ın adıyla iktidar aradı.

Bir köylü yola düştü çarığıyla,
Sandığı kutsal,
Oyu ibadet sandı.
Ne okudu,
Ne sorguladı…
Sadece “ne derler” dedi
Bir de “ne veriyorlar?”

Sorgulamak; kafirlikti,
Şüphe; fitne.
Ve fikrin yerini 
Teslimiyet aldı.

Askerin sustuğu yerde,
Konuşanlar çoğaldı,
Ama düşünenler azaldı.

Cübbe bir örtü olmaktan çıktı,
Birer zırha dönüştü.
Söz, dua olmaktan çoktan vazgeçti,
Yalnızca yön tayin etti kalabalıklara.
Kıble, artık göğe değil;
Sarayın çatısına çevrilmişti.

Çarıklı,
Boynu bükük değildi artık;
Eline geçirdiği her imkânla
Okumuşu ezdi,
Kadını susturdu,
Çocuğun gözünü perdeledi.
Çünkü ona,
“Sen asıl halksın” denmişti,
“Senin dediğin olur.”
Ama kimse demedi ki:
“Halk olmak,
Cehaleti seçmek değildir.”

Ve şimdi,
Bir ülkede demokrasi sandıkla değil,
Sandığı taşıyan akılla ölçülürken,
Biz hâlâ sarıklıların gölgesinde
Gerçeği eğip bükerek yaşamaya çalışıyoruz.

Ahmet ATAM

Son söz:

Eğer asker sustuğunda akıl konuşmazsa, Boşluğu ya dua sömürür, Ya da cehalet örter.
Ve bil ki Bilal, Sarıkla gelen iktidar, En çok aklın boynuna ip dolar.


Post a Comment

Post a Comment

Post a Comment