Etnik kimlik ne anlam ifade eder?
Türkiye'de etnik kimlik tartışmaları, etnik kimlik ne anlam ifade eder, Okullardan andımızın kaldırlması tabelalardan Türkiye Cumhuriyeti ifadesinin silinmesinin anlamı nedir?
Türkiye'de bazı insanlar farkında olmadan ABD'nin çıkarlarına hizmet ediyor, çünkü onlar sloganlarla beslenen bir kültüre alıştırıldı ve analitik düşünme yeteneklerini kaybettiler.
Bu yeteneklerin gasp edilmesi nedeniyle kavram karmaşasına kapılarak yok oldular.
Danıştay 8. Daire'nin "Andımız" kararıyla başlayan tartışmalar, sinsi bir planın parçası olduğu gerçeğinin üzeri örtülerek tek bir düzlemde tartışılıyor.
Ayrıca 2013 yılında kaldırılan "Andımız"ın nasıl sinsi bir planın parçası olduğu gerçeği de göz ardı ediliyor.
Tartışmanın merkezinde ise "Bir etnik kimliğin başka bir etnik kimlik üzerindeki tahakkümü" konusu yer alıyor.
Etnik kimlik nedir?
Birçoğumuz bunun hakkında bilimsel olarak bilgi sahibi değiliz!
Gelin andımız tartışmalarına farklı bir açıdan bakalım ve bu tartışmaların neden yaşandığını, "Andımız"ın kaldırılmasıyla aslında nelerin planlandığını hep birlikte anlayalım.
Ancak önce "Etnik Kimlik nedir?" sorusuna cevap vererek başlayalım.
Temelde, dil ve dini inanç gibi unsurlar, soy/köken ve töre.
Bir toplumun gelenek ve benzeri unsurların belirleyici olduğu kültürel olgulara "Etnik Kimlik" adı verilir.
Etnik kimliği belirleyen unsurlar, bakış açısıdır.
Yani, bir toplumun kendi kimliği ile ilgili yine kendi benimsediği, kendisini ne olarak görmesidir.
Bireyin doğduğu ailenin, yetiştiği çevrenin, kültürel değerlerin ve çevresinin kimlik olarak kendisine bakışıdır.
Etnik kimliğin ölçütü tamamen grubun kendi kabulü olurken belirleyici etmen, grubu oluşturan bireylerin de özgür iradeleridir.
Şimdi bu bilimsel tanım doğrultusunda net olarak anlaşılan bir şey vardır ki; etnik kimlik olgusu.
Etnik kimlik doğuştan kazanılan bir nitelik, ırki, genetik veya biyolojik bir özellik değildir.
Bu yüzden, "Etnik Kimlik", kültür ortamına bağlı olarak değişebilir.
Nasıl mı?
Hemen bir örnek vererek açıklayayım.
Güney Amerika'da Mayalar, İnkalar gibi yerli halklar, Afrika kökenliler, İspanyollar ve Portekizliler bulunmaktadır.
Bugün Güney Amerika halkının neredeyse tamamı, "Melez" olduklarının farkında olmalarına rağmen kendilerini ülkelerinin ulusal kimlikleriyle tanımlarlar.
Meksikalıların ana dili İspanyolca, Brezilyalıların ana dili Portekizce'dir.
Bu durumun temel sebebi, etnik kimliğin dışarıdan algılanan en önemli göstergesinin o ülkede kullanılan "Dil" olmasıdır.
Ortak dil kimlik için yeterli midir?
Tabii ki, tek başına yeterli değildir.
Aslında, farklı "Dilleri" kullanan ve farklı kökene sahip olan alt grupların varlığı ortaya çıkabilir. Örneğin, Adige, Abzah, Balkar, Karaçay gibi gruplar.
Etnik grupların kendilerini "Çerkezler" olarak tanımlamaları gibi, saydığımız grupları "Çerkez" üst kimliği altında toplayan ortak özelliklere sahip bir coğrafyanın kültürünü paylaşmalarıdır. Ayrıca, Çarlık Rusyası'na karşı verdikleri ortak bağımsızlık mücadelesi de bu birlikteliği sağlamıştır.
Aynen, "Milli Mücadele" sırasında Osmanlı Devleti çatısı altında yaşayan ve Emperyal güçlere karşı bağımsızlık mücadelesi vererek işgal edilmiş topraklarını geri kazanmak için ortak kaderi paylaşan Kürtlerin, Lazların, Boşnakların, Çerkezlerin olduğu gibi.
Üst kimlik:
Bağımsızlığımızı kazandıktan sonra kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çatısı altında toplanıp kendisine ulusal kimlik yani "üst kimlik" olarak Türklüğü kabul etmeleri gibi.
Tam da bu noktada karşımıza çoğu kez yanlış tanımlanan ve kavram karmaşasına neden olan "üst kimlik" olgusu çıkmaktadır.
Üst kimlik, bir toplumda aynı kökene sahip diğer alt grupların ana kimliği olarak tanımlanmaktadır.
Şimdi tanım şekli bu olunca;
Türklük üst kimliğinin içi de Özbekler, Azeriler, Kırgızlar, Türkmenler, Kazaklar vb. alt kimlikler ile doldurulmaktadır.
Oysa, toplumun üst kimlik olgusu, yukarıda da örnek verdiğim şekliyle aynı coğrafyayı ve kaderi paylaşan, benzer kültürlere sahip olan, tarihi paylaşımları aynı olup aynı kaderi yaşayan ve farklı dilleri konuşan grupların temsili kimliği olarak da kullanılmaktadır.
Birden farklı dili konuşan ve farklı etnik gruplara mensup kişilerin "vatandaşlık" bilinciyle temsili olarak benimsedikleri üst kimlik aynı zamanda siyasi anlamda bir "üst kimliği" tanımlamış olur. Bu kimlik, bu gün baktığımızda dünyadaki tüm "ulus devletler"de ülkenin kurucu egemen unsurunun kimliği olarak karşımıza çıkar.
Fransa'da "Franklar", Almanya'da "Carmen/Germenler" gibi.
Türk Anayasası'nda, devletimizin adı Türk Devleti olarak belirtilmiştir.
Bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese de Türk adı verilmiştir.
Bu tanım etnik olarak değil, aynı sınırları ve belli toprak parçasını ortak amaca ve ortak geçmişe sahip olarak paylaşan insanları tanımlamak için kullanılan vatandaşlık kavramı üzerinden yapılmıştır.
Ayrıca, bu etnik grupları aynı çatı altında toplayan devlet, vatandaşlık bağı ile bağlanan herkese canlarını, mallarını, irzlarını ve özgürlüklerini koruyacağını anayasal olarak taahhüt etmektedir.
Türk Devleti adı da bu taahhüdün bir ifadesidir.
Andımızdaki kimlik vurgusu:
Andımızda söylenen "Türküm" vurgusu, ırka, soya, kavme veya aşirete ait bir etnik kimliğe değil, yurttaşlık bağı ile bağlanan herkese siyasi anlamda "Üst Kimlik" kazandıran "Türklük" vurgusudur.
Yani, "Tek Vatan Tek Bayrak-Tek Millet" vurgusudur.
O vatanın adı "Türkiye Cumhuriyeti", bayrağı "Türk Bayrağı", milleti ise "Türk Milleti"dir.
Andımız neden kaldırıldı?
Amerikan CIA analisti Graham Fuller, 26.02.1990 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'ne verdiği röportajda Kemalizm'in öldüğünü söylemiştir.
Ayrıca, Türkiye'nin artık İslam'ın günlük yaşamdaki rolünü yeniden düşünmesi gerektiğini belirtmiştir.
Aslında, o günlerde Amerika'nın Türkiye'ye yönelik planladığı operasyonun amacını da açık bir şekilde dile getirmiştir.
Amerika'nın hedefinde, Kemalizm adı altında Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bütünlüğünü sağlayan Atatürk İlke ve İnkılapları bulunmaktadır.
Kemalizmin neden hedef haline geldiği sorusunun cevabını veren kişi yine CIA analistlerinden Samuel Huntington olmuştur.
Atatürk'ün batıya dönmesi hatası, Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" adlı kitabında tez olarak yer almaktadır.
Huntington'a göre, Çöken Osmanlı Devleti'nin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzünü Batı'ya çevirmesi büyük bir hata olmuştur çünkü asıl liderliğin İslam Dünyası'nda olması gerektiğini savunmaktadır.
Huntington'a göre, asıl sorun İslam coğrafyasındaydı ve Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla bu coğrafya sahipsiz kalmıştı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün izlediği stratejinin bedelini Türkiye Cumhuriyeti ve diğer halkların kuruluş aşamasında daha fazla ödememesi gerektiğini savunmaktadır.
"Medeniyetler Çatışması" tezine göre dünya, Batı, Latin Amerika, İslam, Çin, Hindu, Ortodoks, Japon ve Afrika olmak üzere sekiz ana medeniyete bölünmelidir.
Ancak bu bölünmeye karşı çıkacak tek engel, kurucu lideri Atatürk olan Türkiye Cumhuriyeti idi.
Bu engel yıkılıp, Yeni Türkiye Cumhuriyeti olarak yeniden kurulmalıydı.
Samuel Huntington, 1996 yılında bu tezini kitaplaştırırken Büyük Ortadoğu projesi kavramını ortaya attı.
Günümüzde Ortadoğu'nun dağınık halinden en çok Radikal İslamcı Gruplar yararlanmaktadır ve bu gruplar İsrail'in güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir.
Bu nedenle "Büyük Ortadoğu Projesi" hayata geçirilmeli ve inşa edilecek "Yeni Türkiye Cumhuriyeti" ile dağılmış olan İslam Coğrafyası bir araya getirilmelidir.
Projenin nasıl olacağı konusundaki cevabı ise yine CIA analisti Graham Fuller vermiştir. Fuller'e göre, Ortadoğu'daki Anti Amerikancı "Radikal İslamcı" akımların önünü kesmenin tek bir yolu vardır: laik sistemleri desteklemek.
Batı'nın doğu halkları arasındaki laiklik konusundaki ısrarcı tavrı anlamsızdı.
Üstelik, ABD'nin stratejik çıkarlarına dini yorumlama ve uygulama şekli hiç ilgilendirmiyordu. Onlar için önemli olan, ülke veya grupların ABD'ye karşı olup olmadığıydı.
BOP için yapılması gereken tek şey, özellikle Türkiye'de "Ilımlı İslam Projesi"nin hayata geçirilmesiydi.
CIA analistlerinden biri, 21. yüzyılda medeniyetler çatışması tezi altında, laik Türkiye'nin yıkılıp yerine Osmanlı ve İslami motiflere uygun şekilde yeniden kurulmasını önerirken, diğer bir analist de bu yıkımın ancak "Ilımlı İslam Projesi"nin hayata geçirilmesiyle mümkün olacağını söylüyordu.
1996 yılında plan devreye konur ve FETÖ, Türkiye Cumhuriyeti'nin kılcallarına sızma operasyonuna başlar.
Refah Partisi ve tabanı "Radikal İslamcı" olarak damgalanırken, tarikatlar "Kökten Dinci Tehdit" olarak gösterilir ve "İrticayla Mücadele" adı altında karşılarına çıkılır.
En kritik dönem, 28 Şubat Post Modern Darbesinin hayata geçirildiği 1997 yılından bir yıl öncesidir.
Bu planların hiçbiri tesadüf değildi ve her şey planlıydı, İmam Hatip okullarının kapatılmasından başörtüsünün yasaklanmasına, camiye giden cemaatin fişlenmesinden Kuran kurslarının "örgüt hücresi" sayılmasına kadar.
Olayın bir tarafında inancından dolayı keskinleştirilmek istenen Müslümanlar, diğer tarafta ise kendisini Kemalist ve Atatürkçü olarak tanımlayan laikler vardı.
Graham Fuller'ın Ilımlı İslam Projesi'nin rol modeli Fetullah Gülen ile hayata geçirilmeye başlanırken, 28 Şubat darbesinden bir yıl sonra FETÖ'nün ilk "Yuvarlak Masa" toplantılarını gerçekleştirdiği "Abant Platformu" kurulur.
Ve çok manidar bir şekilde, 23 Mart 1998'de yapılan 1. Abant Platformu Toplantısının konusu "İslam ve Laiklik" olarak seçilir.
Daha sonraki yıllarda Türkiyeli ve Andımız gibi konular da gündeme gelir.
Batı'nın doğu halkları arasındaki laiklik konusundaki ısrarcı tavrı anlamsızdı.
Üstelik, ABD'nin stratejik çıkarlarına dini yorumlama ve uygulama şekli hiç ilgilendirmiyordu. Onlar için önemli olan, ülke veya grupların ABD'ye karşı olup olmadığıydı.
BOP için yapılması gereken tek şey, özellikle Türkiye'de "Ilımlı İslam Projesi"nin hayata geçirilmesiydi.
CIA analistlerinden biri, 21. yüzyılda medeniyetler çatışması tezi altında, laik Türkiye'nin yıkılıp yerine Osmanlı ve İslami motiflere uygun şekilde yeniden kurulmasını önerirken, diğer bir analist de bu yıkımın ancak "Ilımlı İslam Projesi"nin hayata geçirilmesiyle mümkün olacağını söylüyordu.
Proje 2024 yılında AKP iktidarında da hala sürdürülüyor görünmektedir.
Sonuç:
Türkiye Cumhuriyeti'nin tabelalarından "Türkiye Cumhuriyeti" ibaresinin indirilmesi ve Andımızın kaldırılması, Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin tasfiye edilmesi sürecinde atılan bir adımdı.
Yorum Gönder