KÜTAHYA VACİDİYE MEDRESESİ- Kapısı üzerinde yer alan kitabeye göre 714 (1314) yılında Germiyan'ı Emîri Mübârizüddin Umur b. Savcı tarafından yaptırılmıştır.
Kaynaklarda Umur Bey Medresesi, Demirkapı Medresesi, Molla Abdülvâcid Medresesi, Molla Vecit Camii, Germiyanoğlu Medresesi şeklinde de anılan yapı, ismini burada bir süre müderrislik yapan Molla Abdülhamid’den almaktadır.
Tek katlı, iki eyvanlı olup kapalı avlulu medreseler grubuna dahildir.
Yapının devrinde rasathane olarak kullanıldığı hususunda yaygın bir kanaat vardır.
1950, 1956-1957, 1980 ve 1999 yıllarında onarım gören medrese 1965’te Kütahya Müzesi yapılmıştır.
Kaynaklarda Umur Bey Medresesi, Demirkapı Medresesi, Molla Abdülvâcid Medresesi, Molla Vecit Camii, Germiyanoğlu Medresesi şeklinde de anılan yapı, ismini burada bir süre müderrislik yapan Molla Abdülhamid’den almaktadır.
Tek katlı, iki eyvanlı olup kapalı avlulu medreseler grubuna dahildir.
Yapının devrinde rasathane olarak kullanıldığı hususunda yaygın bir kanaat vardır.
1950, 1956-1957, 1980 ve 1999 yıllarında onarım gören medrese 1965’te Kütahya Müzesi yapılmıştır.
Kütahya vacidiye medresesi |
Dıştan tamamen kesme taş kaplı yalın bir mimariye sahip yapıda kuzey cephesinin ortasında dışa taşkın sivri kemerli taçkapı yer alır.
Derinliğinin üç yönden gelişen parça tonozlarla içbükey olarak örtüldüğü taçkapı dışarıya açılan bir eyvan görünümündedir.
Bugünkü tonoz örtüsü orijinal değildir, onarım öncesinde üst örtünün yıldız tonoz olduğu bilinmektedir.
Taç kapının önündeki şadırvanlı havuzun da sonradan yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
Kuzey cephesinde aslında ortadaki taç kapıdan daha içerlek tutulan, giriş mekânının iki yanında bulunan tonozlu odalar, bu odaların devamında doğuya ve batıya doğru ikinci bir kademe yapan yan kanatların sağır kuzey duvarları ile üçlü bir kademelenme teşkil edilmiştir.
Bu özellik kuzeybatı ve kuzeydoğu tarafından yapılan eklemelerle ve giriş bölümüyle yan kanatların cephede aynı düzlem üzerine getirilmesiyle yok edilmiştir.
Taç kapıdan tromplu kubbeyle örtülü bir mekâna girilir.
Burası içteki avluya geniş sivri kemerle bağlanan bir eyvan durumundadır.
Giriş eyvanının iki yanında orijinal birer beşik tonozlu dikdörtgen oda yer almakta ve eyvandan odalara bağlantı sonradan açılmış kapılarla sağlanmaktaydı.
Son onarımlarda yapının kuzeydoğu köşesine giriş eyvanının yanına eklenen koridordan ulaşılan iki hacimli bir helâ yapılmıştır.
Koridor yüzünden eyvanın doğusundaki mekân daralmıştır.
Odalar birer kapı ile kare planlı avluya açılır.
Avlunun ortasında bugün modern bir mermer havuz görülmektedir.
Eski resimlerden zamanında burada sekizgen bir şadırvan bulunduğu anlaşılmaktadır.
Avlunun doğusunda birer kapı ile bağlanan beşik tonozlu üç hücre mevcuttur.
Batı tarafında da aynı şekilde üç hücre vardı.
Batıdan yapıya bitişen ulu caminin inşası sırasında bu hücrelerin yıkıldığı kabul edilmekteyse de bu değişikliğin caminin büyütüldüğü son onarım esnasında gerçekleştirildiği görüşü benimsenmektedir.
Yıkılan hücrelerden geriye yalnızca avluya açılan girişleriyle temel izleri kalmış olup temel ve tonoz izlerinden hücrelerin doğudakileri tekrarladığı anlaşılmaktadır.
Onarımlarda ilk şekli verilmeksizin yarım kat kotunda beton atılarak hava delikleri açılan bu kısımda güneye birbirleriyle bağlantılı iki hücre, kuzeye de daha geniş bir hücre eklenmiştir. Günümüzde bu kısımda müzenin idarî bölümleri bulunmaktadır.
Yapının kare şeklindeki avlusunun üstünü Türk üçgenleriyle geçilen çokgen kasnak üzerine oturan taştan bir kubbe örter.
Kubbenin ortasında geniş bir açıklık vardır.
Eski yayınlarda deprem sonucu yıkılan orijinal kubbenin yerinde ortası açıklıklı ahşap bir kubbenin bulunduğu belirtilirken orijinal örtünün yine üstü açıklıklı bir kubbe olabileceği ileri sürülmüş, araştırmacılardan bir kısmı kasnak hizasındaki taşların sonlanmış görüntüsünden orijinalde bir kubbenin bulunmayabileceğine, bir kısmı da onarım sonrasında izlerin kaybolmasından bu konuda kesin bir tesbit yapmanın imkânsızlığına dikkat çekmiştir.
Orta avlunun güneyinde, zeminden üç basamaklı bir sekiyle yükseltilmiş beşik tonozla örtülü geniş bir sivri kemerle açılan ana eyvan yer alır.
Eyvan cephesini çepeçevre bir sıra basit mukarnas kuşağı dolanır.
Eyvanın güney duvarındaki altlı üstlü iki pencerenin, onarımlar sırasında mevcut pencerelerin genişletilmesiyle bugünkü görünümlerini aldığı anlaşılmıştır. Pencerelerin arasında ve eyvanın yan duvarlarında birer dikdörtgen niş görülür.
Bazı yayınlarda bu kısmın namaz kılmak için yapılmış bir mekân ve güney duvarındaki nişin ana eyvanlarda bulunması gereken mihrap olduğu ileri sürülürken bazılarında buradaki nişlerin tamamının sonradan eklendiğine, başka bir incelemede ise yapıda civardaki yapılar gibi kıble yönünde sapma olabileceğine ve onarım öncesi durumu hakkındaki bilgilerin yetersizliğine dikkat çekilerek mihrabın ana eyvandaki yeri konusunda kesin bir kanıya varılamadığı belirtilmiştir.
Ana eyvanın sağında ve solundaki dikdörtgen mekânlar birer geniş kemerle kareye indirilerek pandantifli, üzeri açıklıklı birer kubbe ile örtülmüştür.
Kışlık dershane vazifesi gördüğü kabul edilen mekânlarda kubbelerin açıklıkları onarımda kiremit dam altına alınarak kapatılmıştır.
Dışarıdan çok yalın, süslemesiz bir mimariye sahip yapıda duvarlar sağırdır, eyvan cephesinde iki sıralı pencereler dışında doğu duvarına yalnızca mazgal tipi dört adet pencere açılmıştır. Aynı tip pencerelerin bugün yıkık olan batı hücreleri tarafında da bulunması kuvvetle muhtemeldir.
Yapıda güneyde iki pencerenin ortasında doğuda kuzeye, batıda ise güneye yakın kesimde dikdörtgen kesitli birer payanda vardır.
Payandaların destek amacıyla onarım sırasında eklenmiş olması ihtimali üzerinde de durulmuştur.
Ana eyvanda, Yıldırım Bayezid zamanında ders veren ve 1434’te ölümünden sonra buraya gömülen Abdülvâcid b. Mehmed’in sandukası bulunur.
Bugün kesme taşla yenilenmiş sandukanın zamanında çini süslemeli olduğu bilinmektedir.
1940 yılına kadar varlığını koruyan bu kaplamadan geriye bugün müzede korunan bazı çiniler kalmıştır.
Çinilerden ikisi altı köşeli yıldız formunda ve perdah tekniğinde, helezonlarla dolgulanmış bir zemin üzerinde Rumi ve palmetli kıvrık dal dekorludur, birinde ise bitkisel süslemenin tam ortasında bir kuş figürü seçilmektedir.
Kalan örneklerden Keşan-İran Selçuklu imalâtı olduğu kabul edilen bu yıldız çinilerin arasında firuze tek renk sırlı, kırmızı hamurlu altıgen çinilerin kullanıldığı anlaşılmıştır.
Firuze renginde altıgen çinilerin erken Osmanlı imalâtı, belki de XV. yüzyılda Kütahya’da üretildikleri düşünülmektedir.
Çiniler bugün Çini Müzesi’ne dönüştürülen Kütahya’daki II. Yâkub Bey İmareti’nde sergilenmektedir.
Yapının rasathane olarak yapıldığının kanıtı avlunun ve yan odaların üzerini örten kubbelerin açıklıklı oluşu, avlunun ortasındaki kuyu ya da şadırvanın varlığı, geçmişte rasat aletlerinin konulduğu yerlerin tesbit edilmesi, Kütahya’da astronomiye dair ilginin eski bir gelenekten kaynaklandığı yönündeki görüşlerle yapıda İslâmî ilimler yanında astronomi derslerinin de okutulması ve burada hocalık yapan Molla Abdülvâcid’in astronomi konusunda eser vermesi gösterilmektedir.
Müze deposu işleviyle bir süre harap durumda kullanılan yapı onarımın ardından 1965’te arkeolojik, etnografik eserlerin ve çinilerin sergilendiği bir müze halinde ziyarete açılmış,
1999’daki son onarımın ardından yalnızca arkeolojik eserlerin teşhir edildiği Arkeoloji Müzesi’ne dönüştürülmüştür.
Kaynak; Türkiye diyanet vakfı islam ansiklopedisi
Yorum Gönder