KENDİME YAZILARIM
Türkiye sosyolojisi siyaset ekonomi tarih felsefe ve genel kültür düzeyinde makaleler

İSTANBUL'UN FETHİ GÜN GÜN SAAT SAAT

İstanbul nasıl ve ne zaman fethedildi
  
İstanbul'un fethi

İstanbul ne zaman nasıl fethedildi

Bilinen hadistir, İstanbul bir gün fethedilecektir, onu fetih eden komutan ne güzel komutan, onu fetih eden asker ne güzel askerdir Ya İstanbul beni alır ya ben İstanbul'u, İstanbul'un fethi seneyi devriyesidir bugün, safha safha , gün gün İstanbul'un fethi.

Henüz muhasara başlamadan evvel Boğazkesen hisarının yapılmasından sonra Sultan Mehmed, İstanbul’u karadan askeri bir kuşatma altına aldırmış, şehirden dışarıya ve dışarıdan şehre kimsenin girmemesi hakkında kat’i emir vermişti.
Zaten imparator da dışarıdaki halkı şehre aldıktan sonra kapıları kapatmıştı
Fakat denizle ilişik kesilmemişti.
Bizans askerleri deniz yoluyla sahildeki Türk köylerini basarak bir kısmını esir ve bir kısmını öldürüyorlardı.
1453 senesi şubat ayında Sultan Mehmed dökülen topun İstanbul Önüne götürülmesini emretti.
Top altmış manda ile çekiliyordu.
Topun kaymaması için iki tarafına ikişer yüz asker konmuştu
Yolun bozuk kısmında ve köprü yapılacak yerlerde yolu düzletmek ve tahta köprü yapmak için önceden elli inşaat ustası ve iki yüz amele gönderilmişti.

Nihayet top İstanbul’dan beş mil uzakta bir yere getirildi.
Topun naklinden evvel on bin kişilik bir kuvvetle Karaca Paşa gönderilerek Misivri, Ah Yolu ve Vize ve sair kaleleri aldı.
Silivri taraflarındaki diğer bir kale harben alındı ve Silivri kalesi ise müdafaada sebat etti; Bigados teslim oldu.
Sur önüne getirilen top Karaca Paşa’ya teslim edildi.
Mart başından itibaren Sultan Mehmed eyalet ve sancaklara hükümler göndererek İstanbul aleyhine hareket edileceğini bildirip orduya iltihaklarını emretti. 
Muvazzaf ve gönüllü olarak gelen kuvvet orduya iltihak ediyordu.
Mora’ya Akın
Padişah İstanbul muhasarası esnasında Mora’da imparatorun kardeşleri olan Mora despotları Tomas ile Dimitriyos taraflarından İstanbul’a yardım yapılması ihtimalini göz önüne alarak buraya Turahan ile oğulları Ahmed ve Ömer Beyleri memur ederek akınlar yaptırarak onlara göz açtırmadı,

Sultan Mehmed’in İstanbul Üzerine Hareketi

Padişah bütün hazırlığını tamamladıktan sonra 12 Rebiyülevvel 857/23 Mart 1453‘de Edirne’den üzerine hareketi hareket etti. 
Keşan mevkiinde durarak Çanakkale boğazından geçecek olan Anadolu kuvvetlerini bekledi ve bu kuvvetleri de aldıktan sonra yürüyüşe devam ederek 1453 Nisanının beşinde İstanbul surları önüne geldi ve ertesi gün yani 6 Nisan / 26 Rebiyülevvel cuma günü şehri muhasara etti.
Haliç’teki Ayvansaray mevkiinden Hrisi Pili (Yaldızlı kapı)’ye kadar karadan bütün suru kuşattı. 
Bu muhasaranın evvelkilerinden farkı oldukça inkişaf eden Osmanlı donanmasının da muhasaraya iştirak etmesi idi.

İstanbul’un Surları 

Topkapı Sarayı'nın bulunduğu mevkideki Lygos şehri milâttan evvel IX. yüzyılda tesis edilmiş ve yine milâttan evvel 660 senesinde burayı zapt eden Meğaralı Bizans şehre kendi adını vermiş ve Sarayburnu’ndaki ilk tesis olan Akropolü ve şehri, sur ile çevirmiştir. 
Bu ilk sur, Ahır kapı feneri kuzeyinden başlayarak Ayasofya’nın bulunduğu mevkii içeride bıraktıktan sonra Yerebatan sarayının bulunduğu yerden. Demirkapı'ya ve sonra oradan da Sirkeci limanına (Pros phorion mevkiine) inmekte idi. 
Ligos şehri yedi burçlu olan bu surun içinde bulunuyordu; sahil de surlarla çevrilmişti.
Daha sonra Roma imparatoru Septim Sever (193-211) burasını genişleterek ikinci bir sur yaptırdı; bu sur, Portaperema yani Balık Pazarı'ndan başlayarak Nur-i Osmaniye camii mevkii doğuda kalıp Hamza Paşa mescidi yerinden ve Sokullu Mehmed Paşa camii doğusundan geçerek doğuya dönüp Ayasofya’nın güneyinden geçer ve Bizans surlarıyla birleşir.

Bu ikinci surdan bir buçuk asır sonra Büyük Konstantin (306-333) Roma’yı sevmediğinden payitahtını Bizans’a, naklettirmek için faaliyete geçti (8 Kasım 324); ilk Ayasofya’yı ve diğer mabetleri ve bazı binaları yaptırdı ve devlet merkezi olması sebebiyle şehir surların dışına taşmıştı. Bunun için Konstantin kendi ismine mensup surları yaptırdı; bu yeni sur evvelkilere nazaran çok geniş sahayı içine aldı. 
Yeni sur Haliç’teki Ayakapısı’ndan başlayarak evvelâ batıya giderek 
Sultan Selim Sarnıcı’nın (Bonos sarnıcı) kuzeyinden geçerek, sonra güneye doğru dönüp Bayrampaşa deresi, Altı mermer, Çukur bostan, Davutpaşa, Hekimoğlu Camii'nin yanından geçerek Samatya kapısı yakınından Marmara’ya, iniyordu.

Konstantin, evvelce yapılmış olan sahil surlarını da tamir ettirdikten başka bu surları kendi yaptırdığı surlara kadar da uzattı.Bizans’ın nüfusu sonraları daha ziyade arttığından beşinci yüzyıl başlarında halk mecburen surlar dışında meskenler yapmışlardı.
Bu arada imparatora mahsus Vilahama varoşu, ki on dördüncü mıntıka addediliyordu, yapılarak surlarla çevrildi;
Bunun üzerine II. Teodosiüs (408-450) surları diye meşhur olan şimdiki surlar yapıldı. 
Bu surlar Marmara sahilinde Tabakhane kapısından başlayarak mıntıkasında mevcut yukarıda adı geçen on dördüncü mıntıka surlariyle birleştirildi ve aynı zamanda on dördüncü mıntıkanın kuzey batı tarafından temdit edilen sur Haliç’e kadar indirilerek Marmara ile Haliç arası tamamlanmış oldu. 

Bir zelzele neticesinde harap olan Teodosiüs surları tamir edilerek aynı zamanda kara surları önüne araları on beşle yirmi metre açıklıkta ikinci bir sur daha yapılmış ve onun önüne de altı, yedi metre derinliğinde bir hendek açılmıştı, öndeki surun yüksekliği sekiz buçuk, genişliği yani kalınlığı iki metre ve gerideki ikinci surun yüksekliği ise on iki, genişliği de takriben beş metre idi.

İstanbul Muhasarası Esnasında Surların Hali

Fatih Sultan Mehmed’in muhasarası esnasında en son yapılan İstanbul surları kara tarafından iyice tamir görüp müstahkem bir durumda bulunduğu halde Marmara tarafındaki surlar hariç olarak Haliç kısmındaki surlar yalın kat olup zayıftı;
Fakat Haliç’in Sirkeci’den Galata’ya kadar zincirle kapalı olması sebebiyle Osmanlı donanması buraya yani Haliç’e giremediği için bu surlar emniyet altında bulunuyordu; 
Kara surları çift duvarlı (yani içice iki sur) ve çift müdafaa hatlı idiler; birinci sur alınsa bile şehri ikinci sur müdafaa edebilirdi. 

En Öndeki surun duvarları alçak olmakla beraber kuvvetli olup bunun önünde de iki yüz kadem yani yedi metreye yakın yontma taşlarla örülmüş bir hendek vardı, iç taraftaki ikinci sur ise pek metin ve evvelkinden yüksekti.
O derecede ki imparator ile meclis azaları bu çift surdan hangisini müdafaa hattı yapacaklarında tereddüt etmişlerdi; 
Nihayet II. Murad’ın İstanbul’u muhasara ettiği zaman yaptıkları gibi surlardan ikisini de kullanmağa karar verdiler.

İstanbul’a Yardımcı Kuvvet Gelmesi

İmparator, surların tamir ve tahkimi ve müdafaa tertibatıyla meşguldü, şehrin kara tarafındaki kapılarını ördürmüş olup vaziyete intizar ediyordu. 
26 Ocak 1453’de İstanbul muhasarasına iştirak etmek üzere iki kadırga ve yedi yüz cenkçi ile Cenevizli Jüstinyani geldi. 
Bu faal zat, kale tamiri ve müdafaa hazırlıklarında imparatora yardım etti; bu iyi bir kumandan olduğundan imparator bunu başkumandan tayin ile evvelâ Vilaharna sarayına yakın olan surların muhafazasına memur etti; 

Eğer İstanbul muhasaradan kurtulacak olursa kendisine Limnos adasını verecekti. 
Fakat sonradan muhasaranın sıklet merkezi hafif olan surlar tarafına yani, Topkapı ile Edirnekapı arasındaki kısma intikal edince Jüstinyani emrindeki dört yüz zırhlı nefer ve üç yüz denizci efratla bu tarafın müdafaasına geldi.

Bundan başka Papa muhasara esnasında üç büyük kadırga ile ikiyiz asker ve mühimmat ve erzak göndermiş ve otuz geminin daha hazırlanmakta olduğunu da bildirmişti. 
Bundan başka Sakız Cenevizlileri iki gemi ile yedi yüz ve Ceneviz’den de bir gemi ile üç yüz ve İspanya ile adalardan da kuvvetler gelmişti.
Galata’da bulunan Cenevizliler de imparatorla beraber çalışıyorlar ve İstanbul elden çıkarsa bunun zararının kendilerine de dokunacağını biliyorlardı; 

Bunun için durumu Cenova’ya bildirip kuvvet istemişler ve beş yüz cenkçi ile bir geminin Galata’nın yardımına gelmekte olduğu cevabını almışlardı. 
Bununla beraber bu bezirganlar her ihtimali göz önüne alarak İstanbul muhasarası başladıktan sonra Osmanlıları da gücendirmek istemeyerek bazı vaatler mukabilinde gizlice onlara da yardım etmeği ihmal etmemişlerdi; 
Daha padişah Edirne’de iken bunlar bir heyet gönderip dostluk muahedelerini tazelediler. 
Sultan Mehmed, İstanbul’a yardım etmemek şantiyle Galata Cenevizlilerinin dostluğunun devamını esas koymuştu.
Ticaret maksadıyla Karadeniz ve Azak denizi taraflarına gidip geri dönerek İstanbul’a uğrayan ve Venedik’e gitmek isteyen Venedik gemileri gerek imparatorun ve gerek İstanbul’da oturan Venediklilerin ısrarıyla İstanbul’da alıkonulmuşlardı.


Fatih'in İstanbul'u fethi

İstanbul’un Kuşatılma Vaziyeti

Surların dövülmesi için büyük toplar Vlaharna (Tekfur sarayı) ile Edirnekapı'sı ve Topkapı'sı karşılarına yerleştirilmişlerdi.
Bunlardan en büyük top Kaligarya (Eğri kapı) karşısına konmuştu. 
Fakat bu taraf surlarının pek kuvvetli olmasından dolayı bir netice alınamayacağı düşünülerek buradan kaldırılıp Topkapı’nın kuzey tarafına alınmıştı. 
Topçular on dört gruba ayrılmış olup bunların üç grubu Vlaharna sarayı kısmında, ikişer grupta Eğri kapı ve Edirnekapı'sı ve dört gurup Topkapı (Ayaromanos) ve üç gurup ise Silivri kapısı mıntıkasına yerleştirilmişlerdi. 

Barbaro’nun kaydından anlaşıldığına göre büyük top dörttü. 
Kale önünde de top dökülmüş ve top tamir edilmiştir.
Padişah karargâhı Top Kapısı'nın karşısına tesadüf eden sahanın gerisinde yani Maltepe tarafında idi.
Kara surlarının sol cenahı Ayvansaray’dan (Sinegion) Edirnekapı’ya kadar olan kısmı Rumeli beylerbeyini Dayı Karaca Paşa kumandasında idi Edirnekapı ile Topkapı arası padişahın bulunduğu merkez kolunu teşkil ediyordu. 
Topkapı’dan Yedikule'ye kadar olan kısım ise Anadolu beylerbeyi İshak Paşa ile Mahmud Paşa kumandanları altında bulunuyordu.

Osmanlıların Muhasara Kuvvetleri

İstanbul’un muhasarasına iştirak etmiş olan Osmanlı ordusu mevcudu muhtelif rivayetlere göre yüz elli bin ile iki yüz bin arasında tahmin ediliyorsa da bunun ne kadarının hakikî ordu mevcudu ve ne kadarının gönüllü ve gayrı muharip olduğu bilinmemekle beraber kara ordusu mevcudunun (Kapıkulu ocakları, Rumeli ve Anadolu topraklı yani tımarlı sipahileri; azaplar ve gönüllü olarak yüz bin ile yüz yirmi bin arasında olması ihtimal dahilinde görülmektedir; 
Bu kuvvetin bir kısmı Zağanos Paşa kumandasında olarak Cenevizlilere ait Galata surlarının dışındaki Beyoğlu tarafında bulunmakta idi.

Osmanlı Donanması

Nakliye gemileriyle beraber büyük, küçük yüzeli parçadan ziyade olduğu söylenen Osmanlı donanmasını bazı Rum tarihleri dört yüz yirmiye kadar çıkarırlar. 
Bu donanma Baltaoğlu Süleyman Bey kumandasında olup Haliç tarafındaki surlar hariç olmak üzere deniz tarafından İstanbul surlarını kuşatmıştı. 
Kritovulosa göre, Baltaoğlu İstanbul fethinden bir buçuk ay evvel 13 Nisan’da Büyükada (Prinkipos) kalesini ve Padişah da boğazdaki Tarabya kalesini zapt ederek onu müteakip aynı günde Stüdyo yani Burgaz adasındaki kaleyi de elde etmek suretiyle o taraflarda bir istihbarat ve emniyet tertibatı alınmıştı.

Bizans’ın Kara ve Deniz Kuvvetleri

İstanbul’u müdafaa edenlerin mevcudu da belli değildir; 
Bu hususta müteaddit kaynaklar tetkik edilerek bir fikir elde edilmiştir. 
Sıhhate en yakın olarak muhasara esnasında imparatorluğun hazerî ordusu mevcudu beş bin, muhasaradan az evvel imparatorun şehirde eli silâh tutan halktan topladığı kuvvet (nefir-i âm) ise 4973’dü. 
Bu kuvvetlerden başka 
  • Venedik, 
  • Ceneviz ile Girit, Sakız adalarından 
  • İspanya, 
Provanş’dan gelen yardımcı kuvvet mevcudu üç bin olup buna gerek ecnebi ve gerek Rum donanmasından surlarda hizmet gören iki bin gemi mürettebatı ve Şehzade Orhan’ın maiyetinde bulunan altı yüz Türkün de ilâvesiyle Bizans’ın müdafaa kuvveti de en aşağı on beş bin kadardı. 
Mamafih bu miktarın muhasaranın devamı esnasında zayiatı telâfi etmek suretiyle artmış olduğuna şüphe yoktur. Surlar üzerinde müdafaa bölgesi yirmi yedi kısma ayrılarak her biri bir kumandana verilmişti. 
Ayos Romanos yani Topkapı mıntıkası İmparator, Jüstinyani ve Kantakuzen taraflarından müdafaa ediliyordu.
Bizans’ın gerek kendisinin ve gerek yardımcı olarak gelmiş olan donanma mevcudu da muhtelif ebadda olarak sekiz Ceneviz, on beş Venedik, altı adet İtalya Cumhuriyetlerine aid gemi ile yedi Bizans kadırgası ve diğer muhtelif yerlere ait gemilerden mürekkep olarak mecmuu 39 gemi idi. 

Bu gemiler, iki nisanda imparatorun emriyle Yalı köşkü ile Galata’da Kurşunlu mahzen arasına gerilmiş olan zincirin gerisinde Haliç’te bulunuyorlardı. 
Bunlardan on adedi gerilmiş olan zinciri kırmak için yapılacak taarruzu önlemek için müdafaa hattının önünde yer almışlardı.

İstanbul’un Teslimi Teklifi ve Ret Cevabı

Nisanın altısında başlayan muhasara tertibatı altı gün sürmüş ve ayın on birinde ikmal edilmiştir. 
Bu suretle hazırlık tamamlanıp Zağanos Paşa da Beyoğlu cihetinde tertibat aldıktan sonra Sultan Mehmed İslami ananeye uygun olarak Mahmud Paşa’yı İmparatora göndererek kan dökülmeden şehrin teslimini teklif ettiyse de Konstantin şehri müdafaa edeceğine yemin etmiş olduğunu ve ancak muahede mucibince vergi vereceğini beyan ederek teslim teklifini red etti; 
Bunun üzerine nisanın on ikisinden (2 Rebiyülahır 857) itibaren büyük topların işlemesiyle asıl muhasara başlamıştı; 
Gerçi beş gün evvelden beri ufak tefek çarpışmalar ve bir defa Rumların çıkış hareketleri olmuşsa da o kadar ehemmiyetli değildi. 
Yine on iki nisanda donanma da İstanbul limanı önüne gelmişti.

İSTANBUL’UN FETHİ

Sen Rumen (Topkapı) yakınına yerleştirilen büyük topun gürültüsü, şehir halkının kuvve-i maneviyesin sarstı; 
Bu top günde ancak yedi sekiz defa atılabiliyordu; 
Boplar tunçtan olup uzun menzilli idiler ve büyük çapta taştan gülle atıyorlardı. 
Bu dehşete karşı halkın maneviyatını yükseltmek için sarayda bulunan Meryem’in tasvirini sokaklarda dolaştırıyorlardı. 

Diğer toplar mütemadi bir bombardımana devam ediyorlardı. 
Muhasaranın onuncu günü büyük toplardan birisi parçalandı ve etrafındakileri öldürdü. 
Fakat tekrar tamir olunarak yine faaliyetine devam etti; toplar bazı yerlerden gedik açtılarsa da şehir halkı erkek, kadın canla başla çalışarak gedikleri kapatıyorlardı; imparator hergün surları dolaşarak müdafileri teşci ediyordu.

İstanbul'a İlk Hücum

Nisanın on sekizine kadar yapılan topçu atışın dan, surların zayıf noktası olan padişahın bulunduğu Bayrampaşa deresi tarafından birinci ve ikinci surlardan bir gedik açıldı ve buradan gece bir yürüyüş yapıldı ve dört saat sürdü; büyük harp kuleleri hücuma iştirak etti ise de bu müteharrik kule grejuva ateşiyle yakıldı; 
Askerin surlara merdivenler dayayarak çıkmak istemeleri de bir netice vermediğinden bu birinci hücum muvaffak olamadı. 
Bu başarısızlığı, aynı zamanda zinciri kırarak Halice girmek için donanmanın yapmış olduğu taarruz muvaffakiyetsizliği takip eylemiş, zincir kırılamayarak o tarafa yani Haliç’e geçilememiştir.



İstanbul'un fethi



Deniz Muharebesi 

Bu muvaffakiyetsizlikleri iki gün sonra yani 20 Nisan'daki deniz muharebesi başarısızlığı takip etti. 
Papa İstanbul’a yardım olarak üç Ceneviz gemisiyle bunların her birinde dört yüz cenkçi göndermiş ve daha sonra otuz geminin de gönderileceğini bildirmişti. 
Bunlara yolda Bizanslılara ait olup Mora’dan içerisi zahire, harp levazımı ve şarap yüklü bir gemi de iltihak ederek müsait lodos rüzgârıyla İstanbul’a doğru geldikleri, Osmanlı donanması tarafından haber alınmıştı. 

Bunun üzerine padişah bu filonun karşılanarak imhasını Balta-oğlu Süleyman Bey’e emretti o da on sekiz gemi ile bunlara karşı gitti. 
Rüzgâr, Papa donanmasına müsait ise de karşı giden Osmanlı donanmasına müsait değildi; bu suretle Yedikule’yi geçtiler. 

Bu durumu imparator kale surundan ve Sultan Mehmed de Zeytinburnu tarafından heyecanla takip ediyorlardı. 
Nihayet iki donanma Yeşilköy’ün batı açıklarında karşılaştılar. 
Rüzgâr kesildi, 
Evvelâ uzaktan ve sonra yakından muharebe başladı. 
Osmanlı donanması bunları sarmıştı; 
Haçlı gemileri kendi başlarına hareket ederek etrafını saran Türk gemileriyle mücadele ediyorlardı. 
Müttefiklerin gemileri yüksek bordalı göğe denilen gemilerden ve Osmanlılarınla ise kadırgalardan mürekkep olduğundan gemilerin birbirlerine yanaştıkları sırada yüksek bordolu düşman gemileri, kendilerine yanaşıp çıkmak isteyen Türk askerlerine yağmur gibi ok ve taş ve grejuva ateşiyle mukabele ederek açıkta bulunan Osmanlı donanması efradına fazla zayiat verdiriyorlardı;
Bu suretle uzun zaman devam eden deniz muharebesinde muvaffak olamayacağını anlayan Osmanlı donanması sahile doğru çekildi; 
Fakat düşman donanması bunları takip etti; 
Yüksekten atılan oklara karşı alçak bordalı Osmanlı donanması mukabele edemeyerek kaçtı.
Bu vaziyeti seyreden Sultan Mehmed, Türk donanmasının kendisinin bulunduğu tarafa doğru geldiğini görünce hiddet ve teessüründen atını denize doğru sürmüş ve sahilin sığ olmasından dolayı epice de ileri gitmişti. 

Padişahın emri üzerine muharebe tekrar Yedikule önünde başladı; 
Bu defa Türkler yardımcı gemilerini epey sıkıştırdılarsa da bu sırada rüzgârın esmeğe başlaması üzerine yollarına devamla şehir limanlarından birisine geldiler; 
Geceleyin zincir indirilerek dışarıya çıkan iki Venedik kadırgası bu yardımcı gemileri alarak Haliç’e getirdikten sonra zinciri yine kapadılar. 
Baltaoğlu bu muvaffakiyetsizlik üzerine azlolunarak yerine Çalı Bey’in oğlu Hamza Bey tayin edilmiştir.

Ordu Görüşmesi

Karadan yapılan hücumun muvaffak olamaması ve denizden de donanmanın mağlup olması üzerine askere bir sarsıntı gelmiş ve orduda dedikodu başlamıştı; 
Bunun üzerine bir harp meclisi kurularak durum görüşüldü. 
Düşmana hem askerle ve hem zahire ve sair harp levazımı yardımı gelmesi, muhasarayı uzatacağı için tehlike baş göstermişti. 
İstanbul muhasarasının batı devletlerinin müdahalesini celbedeceğinden çekinen vezir-i âzam Halil Paşa bu hal karşısında imparatorun senede yetmiş bin duka altın vergi vermek şartiyle muhasaranın kaldırılmasını teklif etti; 

Fakat Halil Paşa’nın hasmı olan Zağanos Paşa diğer bazı kumandanlar ve ulema bu teklifin aleyhinde bulunarak harbe devama karar verdiler; 
Halil Paşa’nın yardıma gelmelerinden korktuğu kara ve deniz yardımlarının gecikmesi ve Papa’nın yolladığı donanmanın vaktinde yetişemeyerek İstanbul’un fethini yolda haber alması bir şans eseri olarak vaziyeti kurtarmıştı.

Haliç’e Donanma İndirilmesi

Galata surlarının gerisindeki Beyoğlu, Kasımpaşa, Hasköy tarafları Zağanos Paşa’nın kumandasına verilmiş olup maiyetinde on beş bin kadar kuvvet vardı. 
Haliç ile karşı sahil Ayvansaray’a kadar bunun nezareti altında bulunuyordu. 
Zağanos Paşa Hasköy'den karşı sahile bir köprü yapmağa memur edildi; 
Bu köprü yapılırsa surlarla Beyoğlu arasında irtibat tesis edilebilecekti. 
Bunun için Haliç’e sokulacak olan bir kısım Osmanlı donanmasiyle Haliç’teki düşman donanmasının bertaraf edilmesi ve köprünün emniyet altında bulunması lâzımdı. 

Galata Cenevizlileri, mavi boncuk hikâyesi gibi hem Bizanslıları ve hem de Osmanlıları idare ediyorlardı; 
Bir taraftan imparatora olanca kuvvetleriyle yardım ederlerken diğer taraftan da padişaha dostluk gösteriyorlar, istenilen harp levazımını bol bol veriyorlardı; 
Toplar için lâzım olan zeytin yağını ve diğer her şeyi Osmanlılara verdikleri gibi geceleri de gizlice rumlar tarafına geçerek onlarla da çalışıyorlardı.

Sultan Mehmed, donanmasının mağlubiyetini, eski gemiler, variller, kalın zincirlerle bağlı olan Yalı köşkü ile Kurşunlu Mahzen arasındaki maniayı geçip Haliç’e giremediği için başka bir çareye başvurdu. 
Osmanlı donanmasının Haliç’e, sokulmak istenmesi buradaki surların metin olmamasından dolayı tahrip edilmesi kolay olduğu içindi; 
Zaten zincirin gerilmesine de sebep bu idi.
Padişah Haliç’teki düşman donanmasını batırmak için top makinesi yaptırarak bununla yüksekten taş gülleler atmağa karar verdi; 
Beyoğlu sırtına koydurduğu bu makineler ile Haliçteki gemilerden bazılarını batırmıştı.
Bir kısım donanmanın Haliç’e indirilmesine kat’î zaruret hasıl olmuştu ve ona göre hazırlığa başlanmıştı, 
Bu suretle hem düşman donanması bertaraf edilecek ve hem de Hasköy’le Ayvan-saray arasına köprü yapılarak iki ordu arasında irtibat tesis edilmiş olacaktı. 
Verilen karar üzerine evvelâ gemilerin karadan çekileceği yer tetkik edildi. 
Açılacak kısım ormanlıktı ve Kasımpaşa mevkiine kadar iniyordu. 
Gemilerin çekileceği yol Tophane önündeki sahilden başlayarak Boğazkesen’den geçiyor ve buradan güney batıya dönüp sırtları aşarak Löbon Pastanesi tarafına çıkıyor ve tepeyi aşarak Pera palas yanından Kasımpaşa’ya yani Haliç sahiline geliyordu. 

Bunun tespitinden sonra yol tesviye olundu ve yuvarlak ağaçlardan kızaklar yapıldı; gemilerin kızaklar üzerinden kayması için Galata Cenevizlilerinden zeytin yağı, sade yağı ve domuz yağiyle bu kızaklar iyice yağlandı, 
Bu işler yapılırken Galata Cenevizlilerine bu hazırlığı duyurmamak için tedbir alındı, bu taraflardan düşman donanmasına havan topları atılmak ve zincire karşı taarruz edilecekmiş gibi aldatıcı hareketler yapıldı.
Nihayet Çifte sütun altındaki cihetten yani Tophane’den itibaren donanmadan ayrılan iki, üç ve beş sıra kürekli altmış yedi veya yetmiş iki gemi  bir gece içinde (21 – 22 Nisan) yukarıda tesviye edildiğini gösterdiğimiz yoldan (Barbaro, gemilerin tekerlek üzerinde bulunduğunu beyan ediyor) Kasımpaşa’ya indirilmiştir; 
Gemiler inerken bir taarruza uğramamak için birkaç top, okçu ve arkebuzcular tarafından himaye olunmuşlardır.
Gemilerin bir gece içinde Haliçle indirilmesi düşmanı hayrette bıraktı ve şaşkınlık verdi, ilk iş olarak Hasköy ile Ayvansaray arasına (Avcılar kapısı tarafına) bir köprü kurmak oldu; birçok sandallar, fıçılar sıkı sıkıya birbirine bağlandı ve sonra bunların üstüne tahtalar döşendi ve kancalar geçirmek suretiyle eni elli ve boyu yüz kulaç bir köprü vücuda geldi. 

Dukas’a göre bu köprüden beş kişi yan yana geçebilirdi. 
Köprünün üzerine yerleştiririlen toplar ve Haliç’te Türk donanmasının toplariyle bu taraftaki surlar dövülmeğe başladı; 
Bu kısmın müdafaasında pek az müdafi vardı; bunun üzerine imparator diğer yerlerden alarak buradaki surlara da kuvvet göndermek mecburiyetinde kaldı.

Donanmanın Haliç’e inmesi ve köprü yapılması büyük endişeyi mucip olduğundan toplanan bir harp meclisinde köprünün yıkılmasına karar verdilerse de muvaffak olamadılar; 
Yakalanan kırk Rum askeri derhal öldürüldü; 
Buna mukabele olmak üzere imparatorun emriyle iki yüz altmış kadar Türk esiri burçlar üzerinde katledildiler.
Galata’da Aios Teodoros tepesine konan toplarla Haliç’teki düşman donanması dövülmeğe başlandı. 

En büyük gemi batırıldı, düşman gemileri Galata tarafındaki kıyılara sokularak top ateşinden kurtulmuşlardı; fakat artık faaliyet ve hareketleri görülmüyordu; imparator Haliç suruna koydurduğu iki topla Türk gemilerini ateş altına alarak ikisini batırdı; buna mukabil Kasımpaşa tepesine konulan üç büyük topla Bizans topçusunun bulunduğu surlar mütemadiyen top ateşi altına alındı.

6 Mayıstaki İkinci Hücum

Surlara karşı her gün top ateşi devam ediyordu, 
Eğri kapı tarafına konmuş olan büyük toplardan birisi oradaki surun metin olmasından dolayı kaldırılarak Topkapı cephesine getirildi. 
Top adedi burada ziyadeleşmek suretiyle neticenin buradan alınması tekarrür etmişti; 
Surlar mütemadi doğuluyordu; 
Pâdişâh, kâfi derecede tahribat yaptığına kani olduğundan mayısın altısında güneşin batmasından dört saat sonra gece âni olarak yine Bayrampaşa deresi vadisindeki surlara mevzii ikinci bir taarruz daha yaptırdı; 
Fakat bu yoklamadan bir netice çıkmadı ve bu kısmın müdafaası için üç Venedik gemisinden alınan dört yüz gemici Topkapı surlarına getirilerek burası takviye edildi.

12 Mayıs Taarruzu

Bu mevzii taarruz 12 mayısta Vlaherna sarayı ile Edirnekapı arasındaki surlara yapıldı. 
O tarafta açılan bir gediğe yapılan taarruzda ilk hamlede muvaffakiyet hâsıl olur gibi olduysa da ihtiyat kuvvetlerinin yetişmesi üzerine püskürtüldü; 
Onu müteakip tekrar edilen taarruz yine başarı verecek iken Edirnekapı mıntıkasından yetişen bin kişilik bir kuvvetin yardımıyla bir netice elde edilemedi.
Bundan sonra top muharebesi, ok, kurşun atışları, lağım hafriyatı ve büyük müteharrik harb kulelerinin surlara taarruzları ile günler geçti. 
Açılan lağımları Bizans lağımcıları buluyorlardı.

İmparatora Son Teslim Teklifi

Fatih umumî hücum yapılmasın sırası geldiğini tahmin ederek ondan evvel imparatora sulh teklifi yapmağa karar verdi ve 23 veya 24 Mayıs'ta İsfendiyaroğlu Kasım Bey’i elçi olarak imparatora gönderdi ve umumî hücumun doğuracağı feci neticeye sebebiyet vermemesini bildirdi. 
Padişahın teklifi şöyle idi:

  1. Şehrin kendisine terki,
  2. İmparatorun bütün maiyyeti, hazinesi ile sağ ve salim, arzu ettiği yere gitmesi veya Mora despotluğunu kabul eylemesi,
  3. Ahalinin de gitmek veya kalmakta serbest olduğu bildiriliyor ve aksi halde şehir harben alınacak olursa halkın harb esiri olacakları tebliğ ediliyordu.
Kasım Bey bu güç durum üzerine imparatoru sulhe imale etmek istedi; 
İmparator da bazı mukabil tekliflerde bulunmak üzere Sultan Mehmed’e elçi gönderdi ve Rum elçileri padişah ne kadar vergi isterse iktidarı dışında olsa dahi vereceğini ve daha başka tavizlerde de bulunacağını söyledilerse de Dukas’ın söylediğine göre Padişah:
Buradan gitmekliğim kabil değildir ya ben şehri zabtederim, yahut şehir beni ölü veya diri olarak zapt eder, 

Eğer şehirden sulhen çekilirsen sana Mora’yı ve kardeşlerine diğer eyaletleri vereceğim; bu suretle dost oluruz, şayet şehre harben girecek olursam eşraf ve ayanını ve seni öldürüp halkı esir edip mallarını yağmalattırırım” cevabını gönderdi.

Macaristan Kralının Elçisi

İstanbul muhasarasının sonlarına doğru (25, 26 Mayıs) bir Macar heyeti Osmanlı karargâhına geldi. 
Bu heyet ile Jan Hunyad’ın naiplikten çekilerek genç kral Ladislas’ın kıral olduğu bildiriliyordu. 
Bu münasebetle Jan Hunyad Sultan Mehmed’le üç sene müddetle yapmış olduğu mütareke, idareyi kirala devretmesi münasebetiyle imzalamış olduğu ahidnâmeyi geri istiyor ve Osmanlı hükümdarının ahitnamesini de iade ediyordu. 
Macar murahhası vezir-i azam ve onun yanında bulunan iki vezirle görüştü; sefir efendisinden aldığı talimat üzerine İstanbul muhasarasının kaldırılmasını padişahtan rica etti ve aksi halde Macarların, Rumlar lehine hareket edeceklerini beyan eyledi; 

Macar murahhası bundan başka batı devletlerine âid bir filonun da imparatorun yardımına gelmekte olduğunu da söyledi; 
Macar heyetinin gelmesi ve Macarların Rumlara yardım edeceği ve donanma geleceği şayiası yayılarak dedikodu başladı.

26 Ocak 1453’de Venedik Cumhuriyetinin İmparatorla aktetmiş olduğu muahede mucibince cumhuriyet, adalar denizindeki donanmasıyla yardımı imzalamış ve henüz donanması gelmemiş fakat İmparator, yardımın acele yapılması için Venedik’in Akdeniz kumandanı Loredano’ya haber göndermişti ki.
Macar elçisinin Batı filosu dediği bu olacaktır.

Ordu Müzakeresi

Macar elçisiyle olan görüşme padişaha arz edildi; 
Macarların, Rumlara yardım edileceği tehdidi ve bir Batı filosunun yardıma geleceği sözleri Sultan Mehmed’i düşündürdü. 

27 Mayıs akşamı bir meclis toplanarak vaziyeti görüştü. 
Vezir-i azam Halil Paşa, evvelce gördüğü üç haçlı seferinin tehlikelerini yakinen bildiği ve garp Hristiyanlarının yeni bir haçlı seferi yapacaklarından korktuğu için imparatorun ağır bir vergiye bağlanarak muhasaranın kaldırılmasını teklif etti. 
Ve bilhassa batı Hristiyan hükümdarlarının ittifak ederek Türkleri Balkanlardan atmak üzere harekete geçebileceklerini ve daha büyük bir felâkete meydan vermemek için ricat etmek gerektiğini söyledi. 
Şüphesiz daima Yıldırım Bayezid’in akıbetini Izladi, 
Varna ve ikinci Kosova muharebelerini hatırlıyordu. 
Bu mütalaaya mukabil Zağanos Paşa, İstanbul’a yardım yapılamayacağını ve yardım yapılsa bile ehemmiyetli olmadığını ve sair padişahın heyecanını teskin edici mütalaalar beyan ettiler. 

Zağanos Paşa’nın mütalaasına bazı ümera ile ulema ve Ak Şemseddin iştirak eylediklerinden son bir ümit olarak umumî hücuma karar verildi.
Filhakika Venedik veya Papa donanmasının Sakız’a, geldiği haber alınmıştı; son yapılacak hücumun neticesine kadar Macar elçisi iade edilmeyerek alıkonuldu; muhasaranın uzaması ve bir muvaffakiyet elde edilememesi sebebiyle asker arasında da dırıltı başlamıştı; 
Padişah hakikaten endişeli idi. 
Ak Şemseddin’in sebat ve hücum edilmesi hakkındaki mektubu ve manevi tebşiratı havi yazısı da herhalde Sultan Mehmed üzerinde müessir olmuştur.

Umumi Hücum Hazırlığı

Sultan Mehmed, deniz ve kara kuvvetleri kumandanlarını toplayarak teşci yollu hitabede bulundu; 

Onlara gösterdikleri gayret ve fedakârlıklardan dolayı teşekkür etti ve yapılacak son hücumda da büyük fedakârlıklar beklediğini ve İstanbul’u fethetmeden geri dönmeyeceklerini anladığını ve kazanılacak zaferin temin edeceği menfaatleri ve şehrin bütün servetini kendilerine bıraktığını ve asırlarca düşmanlığını gördüğü İstanbul’un zaptının zarurî olduğunu, surların artık girilebilecek bir hale geldiğini, surları müdafaa edenlerin az ve yorgun olduklarını ve Türk askeri gibi nöbetle dinlenmediklerini ve bunun da muvaffakiyet için bir âmil olduğunu, bunun için yakında hücum yapılacağını gaye elde edilmedikçe sulh veya mütareke olamayacağını beyan ederek kendilerini teşci etti .

27 Mayıs'ta yapılan ve üç gün süren bombardımanla surların bir kısmı yıkıldı. 

Rumların bu yıkılan yerleri kapatmamaları için gece bile bombardımana devam edildi; ertesi günü bu yıkılan yerlerden bazı Türk askerleri içeriye girdilerse de Jüstinyani yetişerek Türkleri çıkardı, 

Bu sırada Murad Paşa, Jüstinyani’yi öldürmek üzere saldırdıysa da kendisi maktul düştü; 

İmparatora kaçması teklif edildi ise de bunu kabul etmedi ve hemen surlar tarafına koştu bu sırada Türkler içeriye girdilerse de imparator tarafından geri atıldılar.
29 Mayıs'ta umumî hücum yapılacağı Galata Cenevizlilerinden ve Osmanlı ordusunda bulunan Rumların okların ucuna takıp attıkları kâğıtlardan haber alınmış olduğundan imparator ile Jüstinyani mümkün olduğu kadar hazırlanmışlardı; 

28 Mayıs gecesi Ayasofya kilisesinde büyük bir âyin yapıldı,
İmparator da bu ayinde bulundu;
Sonra Vlaherna (Tekfur sarayı) sarayına geldi,
Vedalaştı; surları teftiş etti,

Ayın 28 inci sabahı saat ikiden itibaren hücum esnasında yapılacak işler ve malzeme hazırlandı; 
Sabahtan başlayan top ateşi açılan gediklere teksif edildi ve Topkapı’da Liküs vadisine inen sırt tarafındaki gedik büyütüldü.
Çiftesütun’larda yani Tophane ile Fındıklı limanında yatan donanma Bahçekapı'sından Langa ve Samatya’ya kadar olan surları abluka ederek müsait yerlerde karaya asker çıkarıp merdivenlerle surlara çıkacaklardı; bunların surlara tırmanma hareketi gemideki ok ve manciniklerle himaye olunacaktı. 

Haliç’teki donanma da Tahtakapı’dan Unkapanı kapısına kadar olan mahalle karşı cephe aldılar.
Kara muhasarası tertibatı evvelce gördüğümüz gibi ilk muhasara günündeki tertibatın aynı idi; 
Yani sağ kolda İshak ve Mahmud ve sol kolda Karaca Paşa’lar ve Topkapı cephesinde de bizzat Sultan Mehmed bulunuyordu.

Genel Hücum ve Şehrin Zaptı

29 Mayıs gecesi başlayıp sabaha yakın saate kadar devam eden iki hücumdan sonra, 29 Mayıs salı günü sabaha karşı umumî hücum başladı; 
Asıl netice alınacak kısım Topkapı ile Edirnekapısı arasında açılmış olan gedik olup padişahın bulunduğu merkez kolu buraya hücum ediyordu. 
Birinci umumî hücum iki saat, arkasından yapılan ikinci umumî hücum bir buçuk saat sürmüş ve henüz bir sonuç elde edilememişti; müdafiler de canlarını dişlerine alarak çalışıyorlar, surlara merdiven koyup çıkanları grojuva ateşiyle ve sair vasıtalarla öldürüyorlardı; diğer kollardaki hücumlarda bir muvaffakiyet elde edilemedi.

Bunun üzerine merkez kolundaki yeniçeriler ve ihtiyat kuvvetleri son koz olarak ileri sürüldü. 
Bu defa bizzat padişah da yeniçerilerle beraberdi; imparator da bu cephede bulunuyordu, bu sırada surları büyük bir azimle müdafaa eden başkumandan Jüstinyani elinden ve kolundan yaralandı ve ziyade kan zayi ettiğinden dolayı imparatorun ricasına rağmen müdafaayı terk ederek çekilmişti.
Bu hücum esnasında yeniçeriler hendek önüne kadar gittiler. 
Padişah bunları orada durdurdu ve okçular ve arkebozcuların yağdırdıkları ok ve arkebozların himayesi altında olarak hücuma sevk etti; 

Yeniçeriler hendeği aşarak sura dayandılar. 
Yeniçeriler arasında iri yarı Ulubatlı Hasan isminde bir yeniçeri kalkanını sol eli ile başının üzerinde tutarak sağ elinde palası olduğu halde ilk olarak surun üstüne çıktı; 

Bunu gören otuz kadar yeniçeri onu takip ettiler ise de müdafilerin ok ve taşlar ile sekizi öldürüldüler. 
Ulubadlı Hasan yaralanmasına rağmen diğer arkadaşlarının sura çıkmalarına yardım etti; fakat bunlar da öldürüldü ve Ulubatlı Hasan da büyük bir taşa takılarak surdan aşağı düştü ve yukarıdan atılan ok ve taşlarla şehit oldu.
Fakat hücum devam ettiğinden sura çıkanlar çoğaldı ve surun üstünde tutundular. 
Bunu müteakip topla tahrip edilen yerden yeniçeriler içeri girip birinci surla ikinci sur arasındaki sahayı (Prevolos) işgal ettiler; buradaki müdafileri püskürttüler. 
İmparator maiyeti ile Pemton kapısına doğru kaçtı; şiddetle takip olunuyorlardı, 
Konstantin omuzundan yaralanmış ve yanındaki Kantakuzen maktul düşmüştü; 
İmparatorun kaçtığını ve kendilerine doğru geldiğini gören ikinci sur müdafileri de paniğe tutuldular; rivayete göre bu panik esnasında imparator da düşerek çiğnenip öldü. 
Dış sur düştükten ve iki sur arasındaki saha (Provolos) temizlendikten sonra müdafaasız kalan iç surlar da alındı. 

Topkapı içeriden kırıldı ve Türk kuvvetleri bu kapıdan içeri şehre girdiler. 
Silivri kapısı tarafındaki bir gedikde zorlanarak buradan da şehre girildi; yalnız Giridli gemicilerin müdafaa ettikleri Vasileos (Basil) Leon ve Aleksiyüs burçları alınamadı, 
Bunlar kahramanca döğüştüler; bunların müdafaaları padişaha arzedilerek kendilerinin gemileriyle mallarının serbest bırakılması şartiyle teslim olarak gittiler. 
Haliç tarafındaki donanma efradı Odun kapısından girdiler.

Topkapı ile Edirnekapı arasından girilerek surlar işgal olunacağı sırada Karaca Paşa kolunda bulunan ve dışarısı ile muhabere etmek üzere evvelden kapatılmış olup Konstantin'in emriyle açılmış olan Kerkaporta (Canbazhane kapısı)’nın açık bulunduğunu anlayan Türk askerlerinin elli kadarı buradan içeri girmişler ve arkalarından iltihak edenlerle kuvvetlenerek o tarafta Karaca Paşa kuvvetlerine karşı müdafaada bulunan Rumlara baskın yaparak bunları kaçırmışlar ve bu suretle bu taraftan da suru işgal etmişler ve Osmanlı sancağını dikmişlerdir.
İşte elli dört gün süren ve 18 Nisan, 6, 12 ve 29 Mayıs'ta yapılan dört büyük hücumdan sonra —ki sonuncusu bunları en umumisi idi— 

Şarkî Roma İmparatorluğu'nun 1125 senelik başşehri olan (54) İstanbul (Konstantiniyye) 20Cemaziyülevvell 857 / 29 Mayıs 1453 Salı günü zabtedildi .
 
Deniz tarafında donanmaya karşı müdafaada bulunan müdafiler, sura çıkmak isteyenlerle mücadele edip mukavemet ediyorlardı. 
Fakat bunlar şehrin karadan işgal edildiğini Türk askerlerinin saat üçte o tarafa gelmeleri üzerine anlamışlardı. 
Rumların sur haricindeki Türk kuvvetleriyle harb ettiklerini gören Türkler surlarda bulunan Rumların üzerlerine hücum ederek bunları öldürmeğe başlamışlar ve bu suretle dışarda gemilerde bulunan askerler de deniz tarafındaki kapıdan içeriye girip ganimet elde etmeğe muvaffak olmuşlardır. 

Şu hâlde deniz tarafındaki surlar İstanbul’un kara tarafından işgalinden bir buçuk, iki saat sonra işgal olundu (Dukas s. 293). 
Marmara tarafındaki surların bir kısmına kumanda eden Çelebi Mehmed’in oğlu Şehzade Orhan, şehrin işgal edildiğini haber alınca elbisesini değiştirerek askerler arasına karışmış ise de aranıldığını haber alması üzerine kendisini surdan atarak intihar etmiş ve başı kesilerek padişaha getirilmiştir.
Donanma efradının da şehre girdiğini gören Haliç’teki ecnebi gemileri fırsatı kaçırmayarak kaçabilenler mültecileri alarak limandan uzaklaştılar. 
Françes, Türklerin saat iki buçukta şehre hâkim olduklarını yazar ki öğleden sonradır.
İmparator XI. Konstantin pek çok müşkülata ve yapılan ihanetlere rağmen büyük bir azimle şehri müdafaa etmiş, kendisine deniz yoluyla kaçması teklif edildiği halde bunu ret ederek askerinin başında ve memleketinin müdafaası uğrunda can vermiştir. 
Konstantin ölümünde kırk dokuzla elli yaş arasında idi. 
İstanbul fethini müteakip alınan esirlerin miktarı elli bin kadardı.

Yirmi iki yaşında İstanbul’u fethederek tarihte FATİH unvanını almış olan II. Mehmed, surların işgal edilip askerin şehre girmesinden sonra halk, kadın, çocuk, büyük kiliseye doğru kaçışıyor ve kaçamayanlar esir ediliyorlardı. 
Askerler, Ayasofya’ya kadar gittiler,
Kiliseye dolmuş olan halk arasından istedikleri kadar esir aldılar.

Fatih sıkı bir muhafaza altında olarak maiyetinde vezir, ulema ve sair ileri gelen devlet adamlarıyla birlikte muhteşem bir alay ile Topkapı'sından şehre girdi. 
 Şehirde yer yer mücadele oluyordu; 
Kumandanlar Padişaha: 
Sen bizzat şehre girmezsen biz ahaliyi itaat ettirmeğe mecbur kalamayız deyince, Sultan Mehmed: imparatorun aranmasını emrettiği gibi, halka taarruz edilmemesini ve halkın itaat eylemesini emreyledi; 
Bu suretle şehirde sükûnet hasıl oldu. 
Şehirdeki bütün ölüler yakıldı, 
Şehir temizlendi; 
Padişah Romanos (Topkapı) kapısından şehre girerek,
 Ayasofya kilisesine gitti, oraya gelince atından indi, (Şükrane olarak) yere kapandı ve toprak alıp başının üstüne götürdü; bu esnada patrik, papazlar, pek çok halk, kadın, çocuk toplanmışlardı; 

Padişah şehrin fevkalâde olduğunu görerek:
Hakikaten bunlar erkek adamlarmış. 
Onların muharebe esnasında böylece çarpışmaları ve ölmekten saadet duymaları boşuna değilmiş” dedi; 

Sonra Ayasofya’ya girdi, 
Mukaddes mahalde durdu, patrik ve halk yerlere atılarak ağlaştılar; 
Sultan Mehmed onlara elleriyle susmalarını işaret etti; sükûnet teessüs edince;
Patriğe:
Ayağa kalk. 
Ben Sultan Mehmed sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi.
Sonra, ordusunun kumandanlarına dönerek: askerin halka hiçbir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacağını bildirdi.
Kilisenin her tarafını ve hazinelerini görmeği arzu ederek herkesin dışarı çıkmasını emretti; fakat halk ağır ağır çıktığından ve kendisi de bunu bekleyemeyeceğinden dışarı çıktı ve imparatorun sarayına gitti. 
Orada karşısına Konstantin'in başını getiren bir Sırp çıktı; 
Padişah Rum beylerine bu başın Konstantin'in başı olup olmadığını sordu. 
Onundur dediler, 
Bunun üzerine: Allah seni ne kadar yüksek yaratmıştı ve seni imparator yapmıştı; niçin böyle boş yere helak olmak istedin?” dedikten sonra kesik başı patriğe gönderdi.

Konstantin'in zevcesi imparatoriçe kocasıyla son defa vedalaşıp ayrıldıktan sonra İstanbul’un işgali üzerine Rum beyleri tarafından kızları ve asıl ailelere mensup kadınlarla birlikte Jüstinyani’nin gemisiyle Mora’ya götürüldü. 
Sultan Mehmed bunları kaçıranların kimler olduğunu tahkik edip öğrendi ve bunları idam eyledi; 
Akşam üzeri sur dışındaki karargâhına döndü.

Tarihin ikinci cildinde görüleceği üzere Fatih Sultan Mehmed, patrik intihabı ve İstanbul’un tanzimi için görülecek işleri tertip ve icabeden memurları tayin ettikten ve on sekiz hazirana kadar İstanbul’da kaldıktan sonra Edirne’ye döndü ve büyük bir zafer alayıyla şehre girdi.

İstanbul’un zaptından üç veya beş sene sonra (1456 veya 1458) Lâtinlerin elinde bulunan Atina alındı ve Peloponez de dahil olduğu halde bütün Yunanistan elde edildi.


Dipnotlar:

* Kaynak: Osmanlı Tarihi, I. Cilt, Anadolu Selçukluları ve Anadolu Beylikleri hakında bir mukaddime ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar, 
Ord. Prof. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, 467-493 ss