26231957
Bookmark

SİYASAL İSLAMIN TÜRKİYE SERÜVENİ

Siyasal İslam

Türkiye’de Siyasal İslam’ın Serüveni: Milli Görüş’ten AK Parti İktidarına Dönüşümün Analizi

Osmanlı’dan bugüne Siyasal İslam’ın Türkiye’deki 100 yıllık yolculuğu.


Siyasal İslam’ın Türkiye’deki serüveni, Osmanlı’dan günümüze uzanan çok katmanlı bir dönüşüm hikâyesidir: laiklik reformlarıyla bastırılan bir ideolojinin, sosyo-politik dalgalarla yeniden yükselişidir. İşte bu serüvenin başlıca dönüm noktaları:

Osmanlı’da İslam, hem hukukun hem de devletin temel yapı taşıydı. Halifelik kurumu, siyasal İslam’ın en güçlü temsilcisiydi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte laiklik temel ilke haline geldi; halifelik kaldırıldı ve din, devlet işlerinden ayrıldı.

📉 1923–1950: Bastırılan ama Yok Olmayan Bir Akım

Tek parti döneminde siyasal İslam kamusal alandan dışlanmıştı, ancak halkın dini hassasiyeti, bu ideolojinin tamamen yok olmasını engelledi.

🗳️ 1950–1980: Demokrat Parti ve Türk-İslam Sentezi

Demokrat Parti dönemiyle birlikte din, kamusal alanda yeniden yer buldu. 1980 darbesinden sonra ise “Türk-İslam sentezi” devletin resmi politikası haline geldi. Bu sentez, hem milliyetçi hem de muhafazakâr bir ideolojik temel sundu.

🌱 1970’ler: Milli Görüş Hareketi

Necmettin Erbakan liderliğinde kurulan MNP (Milli Nizam Partisi), siyasal İslam’ın kurumsallaşmasını başlattı.
Ardından MSP ve Refah Partisi geldi; bu partiler, sosyal adalet ve ahlaki değerler vurgusuyla geniş halk desteği kazandı.

🚀 1990’lar: Refah Partisi’nin Yükselişi

Refah Partisi, belediyelerde ve mecliste önemli başarılar kazandı. 1996 yılında Erbakan başbakan olarak siyasal İslam’ın zirve noktasına ulaştı. Ancak 1997’deki 28 Şubat süreciyle askeri müdahale gerçekleşti ve siyasal İslam tekrar baskı altına alındı.

🔄 2000’ler: AKP ile Yeni Bir Form

AKP, Refah çizgisinden uzaklaşarak daha liberal ve Avrupa yanlısı bir söylem benimsedi. Başlangıçta “muhafazakâr demokrat” kimliğiyle siyasal İslam’dan uzaklaşmış gibi görünse de zamanla dini referanslar yeniden ön plana çıktı. Bu dönem, siyasal İslam’ın devletleştiği ve kurumsallaştığı bir evre olarak değerlendiriliyor.

Siyasal İslam'ın Geldiği Nokta 


Geçenlerde eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Siyasal İslam çöktü, lakin kimse üzerine alınmak istemiyor" şeklinde bir açıklama yaptı. Peki çöken Siyasal İslam mıydı, yoksa AKP mi, ya da her ikisi de mi? İyi ya da kötü, Patagonya gibi de olsa laik ve demokratik bir Türkiye vardı. Ancak öylesine bir hışımla geldiler ki, ülkenin tüm ayarlarını bozdular, tüm kurum ve kuralları yerle bir ettiler.
 
Adaletten hukuka, ekonomiden sosyal hayata kadar tüm kavramların içini boşalttılar. Ülkenin düzeni bozuldu, devlet mekanizması çöktü. Toplum sürü haline getirildi. Toplumu kendi cehalet seviyelerine çekme kararlılığındalar. Kendileri batarken ülkeyi de batırdılar.


Bir ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel çöküşünün hikayesi... AKP. Ekonomik krizle sarsılan Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli iktidarının yıkılmasıyla, 2002'de anayasayı değiştirecek çoğunlukta milletvekili kazanarak tek başına iktidara geldiler.

Cemaat desteğiyle iktidara gelen AKP, Cemaat ile birlikte hızla ilerledi. F. Gülen cemaatinin desteğiyle medyadan orduya, eğitimden sağlığa kadar birçok alanda cemaatin katkısıyla Türkiye yeniden şekillendirilmeye başlandı.
 
Başlangıçta sol liberal aydınların katkısı küçümsenemez. Gerçi AKP bir devrimse, bu devrim ilk fırsatta sol liberal evlatlarını yedi. Bugün hepsi ya Silivri’de ya da AKP tarafından dışlanmış durumda, tıpkı İran devriminde olduğu gibi. Biat ettilerse ne ala, etmeyenler ise Silivri’ye.

En arsız ve utanmazları ise; bugün İkbal için yeniden Gül, Davutoğlu ve Babacan'ı parlatma çabasında. Seçimlerde Kürtlerden aldığı oyun diyetini Kürt açılımı adı altında ödemek istedi, ancak Kürtlerin aşırı ve akıl almaz talepleri nedeniyle masa devrildi. Erdoğan masaya tekmeyi bastı ve devirdi.

Burada hakkını yemeyelim. Hasip Kaplan meclis kürsüsünde ne demişti? "Güneydoğu bizim, siz karışmayacaksınız; batıda ise ortağız."

2019 Mahalli seçimlerinde, Kürt halkından oy alamayacağını fark eden Erdoğan, bu kez yüzü kızarmadan Öcalan kardeşlerden yardım istedi. Osman Öcalan'ın ise belediye seçimlerinde adeta bir kurtarıcı gibi TRT ekranlarına çıkarılması hafızalardan hiç silinmedi.

Abdullah Öcalan, İmralı notlarında bu ilişkiyi "Erdoğan’a söyleyin, iki kez onu kurtardık" diye özetlemişti. AKP, ilk kuruluşundan bu yana hem ABD hem de Batı’dan inanılmaz bir destek gördü ve BOP projesi adı altında Ortadoğu’da adeta ABD’nin bir aracı haline geldi.

Mart 2008'deki kapatma davasında, 2010 Referandumu’nda ve 15 Temmuz Darbe Girişimi’nde Batı sürekli Erdoğan’a destek verdi. Dışarıdan gelen siyasi ve ekonomik yardımlar, AKP’nin içerideki konumunu oldukça güçlendirdi.

Görünürde hiçbir engel kalmamıştı. Emniyet, cemaat desteğiyle çoktan denetime geçmişti. Ordu engeli Ergenekon davalarıyla aşılmıştı. Ardından yargıda da işi bitirdiler. Gözdağı verircesine Uzan'ların kellesi alındıktan sonra iş dünyası hemen tedirgin oldu. İlk yıllarda seçmenin tepkisinden çekinerek Siyasal İslam karakterini gizleyen AKP, zamanla devleti ve milleti gerici bir zihniyetle yeniden şekillendirmeye yöneldi.

AKP döneminin en dikkat çekici özelliklerinden biri, toplumsal tabanda tarikat ve cemaat ağlarının artan etkisiydi. AKP, kısaca bir tarikat-cemaat devletine dönüştü. Sol siyasetin etkisi zayıflatıldı ve iktidarın toplum yapısına uygun bir atmosfer oluşturuldu.

AKP iktidarını destekleyenler vatansever olarak görülürken, AKP'ye muhalefet edenler ise illet, zillet ve neredeyse vatan haini ilan edildi. Şükür ve tevekküle dayalı bir toplum inşa edilmeye çalışıldı ve bu konuda bir nebze de olsa başarılı olundu. Yoksullaştırılan halk, sadaka ekonomisi aracılığıyla AKP'ye bağımlı hale getirildi. Dinci örgütlerin en bilinenlerinden Fethullah grubu ise yargı ve emniyette kritik pozisyonlar elde etti.
 
Orduda bir askeri darbe girişiminde bulunabilecek kadar önemli mevkilere ulaştılar. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından ‘FETÖ’ olarak adlandırılan bu hareket, devlette yuvalanan tek gerici yapı değildi. 

  • Fethullahçılar dışında 
  • Menzilciler, 
  • Süleymancılar ve 
  • İsmailağa Cemaati gibi birçok dinci grup da çeşitli bakanlıklarda kadrolar elde etti.
 
Dün abartılan tarikatların, bugün devlet içinde kazandıkları güçle yarın ne yapacakları artık tam bir muamma, üç bilinmeyenli denklem gibi.
Yeter mi, yetmedi; üstelik Müslüman kardeşler ve Suriye'den kaçan on binlerce kafa kesici İslamcı için Türkiye bir sığınak haline getirildi. İşte bugün Türkiye için en büyük tehdit, ülke içindeki bu cihatçılardır. Din temelli bir örgütlenmeyle Ensar, İlim Yayma ve Tüğva gibi yapılar eğitim alanında etkilerini göstermeye başladı. Bu yapılar, Milli Eğitim Bakanlığı'yla ortak protokoller imzalayarak sınıfların içine kadar girdiler.

Düzenledikleri sosyal etkinlikler ve açtıkları yüzlerce öğrenci yurduyla, ülkede eğitimi kontrol edebilecek bir güce ulaştılar. Türkiye’nin her yerinde, dini eğitimi fiilen okul öncesi eğitime, hatta kreşlere kadar indirdiler.

Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet iş birliğiyle okul öncesi kreşlerde dini eğitim fiilen başladı. Dindar ve kindar nesil hedefi doğrultusunda, fizik ve kimya kitaplarına bile dinsel içerikler eklendi. 

  • Din temelli uygulamalar kamusal alanı da etkisi altına alırken, belediyelere ait işletmelerde içki satışı sona erdi. 
  • Eğlence vergilerine yüksek oranlarda zam yapıldı. 
  • İçki ve sigaraya uygulanan yüksek ÖTV ile Türkiye bu alanda dünya lideri oldu. 
  • Sigaraya haram fetvası veren Diyanet, devletin gelir kaynakları olan faiz ve kumar konusunda sessiz kalarak güvenilirliğini zedeledi. 
  • Türkiye’de içi boş ve cemaati olmayan camilerin sayısı ise kontrolsüz bir şekilde arttı.

Dönemlerinde inşa edilen cami sayısı, okul sayısını katbekat aştı. 2017'de başkanlık sistemi getiriyoruz söylemiyle kurumsallaşan tek adam rejimi, siyasal İslamcılığa dönüşümün zirve noktası haline geldi. Laiklik ise rafa kaldırıldı.
 
  • Vatandaşlık fikri yerine tebaa kültürünü yaygınlaştırıldı
  • İktidar kutuplaşma üzerine bina edildi
  • Ve muhalif kesimleri “dinsiz” olarak yaftalandı

Çağdaş demokrasilerin temel ilkeleri göz ardı edilerek, tüm devlet Tanrısal yetkilerle donatılmış bir kişinin şahsında toplandı. Güçlendiler, güçlendikçe her şeyi ele geçirdiler, ele geçirdikçe büyüdüler. Şimdi ise kendilerini durdurulamaz, yenilmez ve engellenemez görmeye başlayarak adeta güç sarhoşu oldular.

Bugün AKP, 20 yıldır iktidarda ve devleti tamamen ele geçirdi. Ülkede yeni bir rejim kurdu veya kurmaya çalışıyor, bu doğru. Ancak en az bu kadar doğru bir şey daha var ki, o da tam olarak kendi istediği gibi bir toplum inşa edemedi. Bugün iş ve ekmek korkusundan, Silivri korkusundan sesini çıkaramayanları da kendine biat etmiş görüyor. Ancak yarın, en büyük tepkiyi bugün sesini çıkarmaktan korkanlardan görecek.

Ne AKP'nin ne de siyasal İslamcıların bu ülkede bir geleceği yok. Siyasal İslamcılığın başarısız temsilcisi AKP için yolun sonuna gelindi. 
Rantın, özelleştirmenin, işsizliğin ve borçlanma ekonomisinin sonu AKP ile olacak. 

Yarın ödemeyecekmiş gibi borçlanan, aldığı borcu yandaşların rant ekonomisini köpürtmek için kullanan, bulabildiği her şeyi özelleştiren 20 yıllık sanayisizleşme politikasında artık sona gelindi. Havuzu geçin, deniz bitti. Deniz...

Sular çekilince kıyıya vuran balık gibi bugün Türk halkı çırpınıyor. Nedeni, sıcak paranın kaçmasıyla rant ekonomisinin krize girmesi. Bugün sürekli para basıyoruz.

Sürekli swap anlaşmaları yapıyoruz, ama nereye kadar? Siyasal İslamcı AKP'nin hatalarının bedelini bugün 82 milyon yurttaş ödüyor. Sadece kendi dönemlerinde 300 milyar dolardan fazla borç kullanıldı, 65 milyar dolar özelleştirme geliri elde edildi. Peki bu paralar nereye gitti? Yol yaptık, köprü yaptık, hastane yaptık demesinler. O çok övündükleri yap-işlet-devret modeliyle, devletin kasasından beş kuruş çıkmadan yaptıklarıyla övünenler.
Peki, topladığınız vergiler ve satıp savurduğunuz bu milletin mallarının parası nereye gitti?

  • Tekel
  • Türk Telekom,
  • Tüpraş,
  • Petkim,
  • Şeker Fabrikaları ve dahası özelleştirildi, 

20 yıllık istihdamsız büyüme politikası sonucunda Türkiye sanayisizleşti. Dolar basılarak kur sabitlendi, dış borçla alınan paralarla ithalat teşvik edildi.

Ulan, aldığınız ödünç paraları taşa toprağa gömdünüz, tarikatlara cemaatlere peşkeş çektiniz, şimdi ise hiçbir suçu olmayan vatandaşa ödetiyorsunuz utanmadan. Bu borçlar artık sürekli yeni borçlarla ödenir hale geldi, faizler ana parayla yarışır oldu.

Daha düne kadar televizyonlarda kredi kartı reklamları dönüyordu, sokaklarda kredi kartı dağıtılıyordu. Bu milleti krediyle tatil yapmaya alıştırdınız. Kart kullanmayanlara, borçlanmayanlara baskı yapıldığı bir ortam yarattınız. Tabii ki bu kadar borçlandırmanın bir amacı vardı: Herkesi borçlandır ki borç alan sana boyun eğsin, emir alsın.

Peki dışarıdan alınan bu büyük krediler nasıl dağıtıldı? Yandaşa, yalakaya, taşa, toprağa… Halka verdiğiniz o küçük krediler ise onları da suç ortağı yapmak içindi. "Birlikte yedik, içtik," diyebilmek için! Hiç utanmadan Ayasofya önünde dilenip Sultan Ahmet önünde dağıttınız. Bugün ise ödeme günü geldi çattı. Hurmalar yine çıkarırken tırmalayacak artık.

Komşularla sıfır sorundan, Değerli yalnızlığa…


Şimdilerde muhalefetin içine truva atı gibi yerleştirilen Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve onun ‘stratejik derinlik’ diye her fırsatta anlattığı çizgi,
Yeni Osmanlıcı yönelime geçişi başlattı, yeni Osmanlıcılık yapılacaksa başlanacak idi ise tek bir yer vardı; O da Suriye.

İran kolay bir lokma değildi, oldukça büyük bir güçtü. Irak ise hem İran’ın etkisi altındaydı, hem savaştan yeni çıkmıştı, hem de Amerika ve Barzani zaten çökmüştü. Bu yüzden hedefiniz Suriye oldu.
 
Arap Baharı'ndan önce Ahmet Davutoğlu defalarca Suriye’ye gitmişti. Hatta aileleriyle birlikte ortak tatiller bile yapmışlardı. Ortak bakanlıklar kurulmuş, sınırların neredeyse kalkacağı bir dönem yaşanmıştı. Ancak 2011’de gerçekleşen Arap Baharı ile Türkiye’nin bakış açısı aniden değişti.

Müslüman Kardeşler iktidara getirilip, üzerine Erdoğan oturtularak sahte bir bölgesel lider yaratılacak ve sonuç olarak yeni Osmanlıcılık hayali gerçekleştirilecekti.

  • Tunus’tan El Nahda,
  • Mısırda Mursi,
  • Filistin’de Hamas derken,
 
Suriye'de Esad'ın düşme ihtimaline tutunan AKP, 2011 yılında Suriye'yi Türkiye'nin "iç meselesi" haline getirdi. Ardından, 5 Ağustos 2012'de dönemin Başbakanı Erdoğan'ın ağzından "Emevi Camisi'nde namaz kılacağız" söylemi geldi.

BOP projesi çerçevesinde Ortadoğu’da lider olma hayaliyle ABD ile birlikte müdahale edilen Suriye’de, Emevi Camii’nde namaz kılma arzuları dile getirilirken işler tersine döndü. Esad’ın devrilmesi durumunda yerine Müslüman Kardeşler’in geleceğini ve istemediği sonuçların yaşanacağını fark eden ABD, hemen strateji değiştirdi.
 
2013 yılında Mısır darbesi gerçekleşti, ardından El Nahda Tunus'ta çöktü. IŞİD'in kurulmasıyla birlikte Ilımlı İslam projesi sona erdi ve Kuzey Afrika ile Büyük Ortadoğu Projesi rafa kaldırıldı.

Türkiye, tarihinde ilk kez komşu bir ülkede silah zoruyla iktidarı değiştirmeye çalıştı. Yüzlerce, hatta binlerce cihatçı eğitildi ve Suriye'de savaşmaları için bu ülkeye gönderildi. Büyük miktarda paralar harcandı. Peki sonuç? Bu bayram Emevi Camii'nde namaz kılan Beşar Esad oldu.

Ya Türkiye
Esad'ın Türkiye'ye postaladığı milyonlarca vasıfsız ve niteliksiz insanları doyurmaya çalışırken kendi halkını açlık ve sefalet ile yüz yüze bıraktı

ABD ile Türkiye'nin ortak projesi olan Eğit-Donat programında, Türkiye’de askeri eğitim alıp silahlandırılan ÖSO mensupları 2015 yılında Suriye’de savaşmaya başladı. Maaşların kaynağı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Beklentilerini ve heveslerini buraya döken AKP için işler, Washington’ın eğit-donat sisteminden vazgeçmesi ve Moskova’nın da 2015’te Suriye'deki varlığını kalıcı hale getirmesiyle tamamen değişti. Çökmeye yüz tutan Suriye politikası krize girince, bu kez AKP’den yeni bir hamle geldi. Rusya ve ABD arasında denge siyaseti izlediğini iddia eden iktidarın bu denge siyaseti dediği şey aslında bir tür mekik dokumadır.

Cehalet ve aymazlıkla, ABD’ye karşı Rusya’yı bir denge unsuru yapmaya çalışırken, her iki tarafın arasında sıkışıp kaldık. ABD’nin kredi verilmesini engelleme korkusuyla Rusya’dan aldığımız S-400’leri bile kuramıyoruz. Parasını ödediğimiz halde alamadığımız F-35’ler de cabası. Gerçi Sayın Erdoğan artık F-16’lara bile razı, ama inanın ABD onu bile vermeyecek.

En yeni uçağı 30 yaşında olan, tanklarının çoğu 2. Dünya Savaşı'ndan kalma bir ordu; Leopar tanklarına parça tedarikini kesen bir Almanya; 15 yıldır Altay Tankını üretime geçiremeyen bir Türkiye ve Amerika ile Yunanistan'ın Kürtleri de yanlarına alarak Türkiye'yi bölme planları yaptığı bir ortam. Bugünkü durum bu şekilde.

Özetle, Türkiye’nin Ortadoğu’da Dubai dışında ilişkileri ciddi şekilde bozuldu. Körfez’de Suudi Arabistan, BAE, Ürdün, Mısır ve İsrail ekseni; Doğu Akdeniz’de ise Mısır, İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, AB ve ABD karşısında yalnızlaşıp izole oldu.

Evet, Suriye artık bir çıkmaz sokak ve bataklık haline gelmiştir. Erdoğan'ın tek doğru hamlesi, Libya'da meşru hükümetle anlaşma yapmak oldu. Ancak bugün ABD ve AB, Türkiye'yi Doğu Akdeniz'den de bir anlamda dışlamış görünüyor. Aylardır sismik gemiler ne Ege'ye ne de Akdeniz'e açılabiliyor, limanlarda bekletiliyor. Türk halkından gerçeği gizlemek adına ise Karadeniz gazı ön plana çıkarılıyor.
 
AKP ve siyasal İslamcılık artık yolun sonuna gelmiştir. Gidiyorlar. Peki suçlu kim? AKP mi, Siyasal İslam mı, yoksa Erdoğan mı?

Sonuç

Siyasal İslam'ın Türkiye'deki yolculuğu, baskı altında kalma, yeraltına çekilme, siyasi yükselme, darbelerle kesintiye uğrama ve sonunda iktidara gelerek devleti dönüştürme süreçlerinden geçmiştir. 

Başlangıçta Batı'ya ve laik rejime karşı bir tepki olarak doğan bu hareket, zamanla siyasal pragmatizmle şekillenmiş, kendine özgü bir "yerli" modernleşme ve küresel bir aktör olma iddiasıyla günümüz Türkiye siyasetinin temel unsurlarından biri haline gelmiştir. 

Bu süreç, aynı zamanda Türkiye'nin modernleşme, demokrasi ve laiklik konularındaki tartışmalarına da tarihsel bir ayna tutmaktadır.

A.Atam
Yorum Gönder

Yorum Gönder

Yorum Gönder