-->
zWZ3ZJ90R4zzhbql6NUZDSuEAK5vmsQ96TEJw5QR
Bookmark

Alpaslan Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu: Ülkücülükten ümmetçiliğe dönüşüm süreci.

Ülkücülükten ümmetçiliğe dönüşüm süreci.


Evrimleşen Ülkücülük:


Muhsin Yazıcıoğlu ve Alparslan Türkeş'in yolları neden ayrıldı? Milliyetçiler neden bölündü, temelde ayrılıkların nedenleri nelerdi, bu kopuştan kimler faydalandı, Ülkücülükten ümmetçiliğe dönüşüm süreci.

12 Eylül öncesi Türkiye, sağ-sol ayrımı nedeniyle bir tür iç savaş durumu yaşıyordu.
Bu süreç toplumu o kadar derinden etkilemişti ki aileler, asker polis hatta öğretmenler, dostlar, akrabalar ve hatta köyler bile bu ayrıma katılmıştı.

12 Eylül askeri darbesi: Türk Silahlı Kuvvetleri, bu travmatik durumu meşru bir gerekçe olarak görerek 12 Eylül 1980'de darbe yaptı.
Askeri darbenin sağ ve sol hareketlere karşı hoşgörüsüz tutumu ve devletin gücünü gösterme niyetinin siyasi tarihimizi derinden etkilediği tartışmasız bir gerçektir.
Bundan sonra siyaset, devletin belirlediği çerçevede yapılma yoluna gitti ve toplumsal kesimler ile öğrenciler için uygulanan depolitizasyon süreci oldukça etkili oldu.
Bu durum, ülkücü hareketin de yönünü belirleyecek nitelikteydi.

Ülkücü kesim için askeri darbe, başlangıçta, sağ-sol çatışmasının tüm sokakları sardığı bir dönemde asayişi sağlayacak önemli bir önlem olarak görülmüştü.
Ülkücü basına göre devletin gücü tekrar geri dönmüştü, ancak darbe sonrasında oluşan bu birlik çok geçmeden tam tersine dönüştü ve bölünmeler yaşandı.

O zamana kadar ülkücü kesim, komünist tehditler karşısında devletin "zayıflaması" sonucunda harekete geçtiklerini; "devleti koruma ve kollama görevini" yerine getirdiklerini düşünmekteydiler.

Ancak özellikle solcularla birlikte Mamak Cezaevi'ne konulmaları ve suçlu olarak addedilmeleri, "devlet sevdalısı" ülkücülerde hayal kırıklığına neden oldu.
Hapis cezalarına hatta idamlara çarptırılan ülkücü kesim, kendi bakış açılarına göre devlete "arka çıkmak devlete destek olmak" adına verdikleri mücadeleye rağmen bizatihi devlet tarafından "kullanılmış" ve dahi "harcanmışlık" hissiyatı özellikle ülkücü tabanını derinden yaraladı.

Ülkücü hareket, milli refleks göstererek kendilerini devletin yerine koyduklarını ve darbenin suçlu bulduğu kesimler arasında olmayı şiddetle reddettiklerini dile getirmekteydi.
Alparslan Türkeş'in güçlü kişiliği ile devlet arasında kurulan özdeşlik, ülkücü kesimin solcularla aynı kefeye konmasıyla birlikte değişmeye başladı.

Ülkücü hareketin lideri Alparslan Türkeş, yargılamalar sonucunda 9 yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldı ve 4,5 yıl cezaevinde kaldı.
Yazıcıoğlu ise 7,5 yıl hapis cezası aldı.
Ancak MHP üst düzey yöneticilerinin çoğunun beraat etmesi, ülkücü tabanda ihanete uğramışlık hissini güçlendirdi ve ideolojik bir ayrılığa yol açtı.
Bu durumda, 12 Eylül mağduru ülkücülerde oluşan sahipsizlik hissi, Muhsin Yazıcıoğlu'nun arkasında bir araya gelmelerine yol açtı.

Alpaslan Türkeş ve Yazıcı oğlu arasındaki kopuş:


Çoğu kişi bu kopuşun 1980 darbesi sonrasında olduğunu yazar, aslında kopuş darbenin çok öncelerinde başlamış, Yazıcıoğlu çoktan ümmetçi İslamcı bir tavır almaya başlamıştı, Yazıcıoğlu'nun ülkü ocakları başkanı olduğu dönemde, ülkücülerin Ramazan ayında oruç tutmayanları dövdükleri lokantaları kapanmaya zorladıkları bilinen bir gerçektir.

1980 darbesi sonrasında ülkücüler arasında Kemalist resmi ideoloji eleştirileri artmaya başladı. Özellikle bu eleştirilerde İslami vurgular oldukça belirgin hale geldi.
Ülkücü kesimde hızlı bir dindarlaşma trendi gözlemleniyordu.

Devletin yaptığı şeyler, bir zulüm olarak görülüyor ve hapishanelere İslami referanslı "Medrese-i Yusufiye" deniliyordu.
İslam'a yönelen ve giderek dindarlaşan Türk milliyetçiliğinin sembol ismi ise Muhsin Yazıcıoğlu oluyordu.

Ülkücüler, Milliyetçiliğin, İslami çizgiden uzaklaşarak Atatürkçülüğe ve dolayısıyla statükoculuğa doğru kaydığını düşünüyorlardı.

1979 yılında meydana gelen İran İslam Devrimi'nin küresel ölçekte İslami diriliş söylemlerinin hız kazanmaya başlaması, özellikle bu dönemde ülkücüleri etkilemiş gibi görünmektedir.
Bu düşünce atmosferinden hareketle Türk-İslam Ülkücüleri için İslami kimlik, Türklüğün temel bileşeni haline gelmiş ve asıl kimlik kurucu enstrüman olarak benimsenmiştir.

MHP üst yönetimi, hareketin devamlılığına odaklanmak zorunda kalmıştı ve bu nedenle biraz oportünist davranmıştı.
MHP, askeri rejimin zulmünden azade olma amacıyla, durumu en az zararla atlatmak için akıntının yönünü değiştirmiş gibi görünüyordu.

Ülkücüler, darbenin asayişi sağlamak ve komünizmi engellemek amacıyla olumlu karşılamışlardı. Darbe sonrasında uygulanan Atatürkçü Düşünce Sistemi, resmi din anlayışıyla askeri rejimin temel enstrümanlarından biri haline gelmişti.

Yazıcıoğlu'na göre milliyetçiliğin sınırını belirleyen de İslamiyet
Muhsin Yazıcıoğlu, İslam'ın sadece bir dolgu malzemesi olmadığını fark söylüyordu.
Oluşturulmaya çalışılan "statükocu İslam"a karşı bir duruş sergiledi.
Ona göre İslam, özünde olmalıydı, sadece araç değil.
Yazıcıoğlu'na göre milliyetçiliğin sınırını belirleyen de İslamiyet idi.

Tartışmalar, çatışmalar ve saldırılar sonucunda atmosfer oldukça gerildi.
Türkeş'in tepkisi çok sert oldu.
Bu durum, 6 Temmuz 1992'de Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının istifasıyla sonuçlandı.
Yazıcıoğlu, istifa ettiği basın toplantısında MÇP genel başkanı Alparslan Türkeş’in askeriyeci, seçkinist ve devletçi tutumunu eleştirmiş; liderin egemenliği yerine danışmanlığın olması gerektiğini belirtmişti.

Muhsin Yazıcıoğlu özellikle bu ifadelerle yeni kurulacak bir partinin İslami çizgisini açıkça ortaya koyuyordu:

Türk, bin yıldır Anadolu'da hüküm süren ve İslamiyet ile aynı hedefe yönelen büyük bir milletin adıdır. Fatih, Selahaddin Eyyubi, Sokullu, Mimar Sinan, Mevlâna, Mehmet Akif gibi Türk uluları, İslamiyet'i bu coğrafyaya nakşetmiştir. Bin yıldır milletimiz, İslamiyet'in şerefiyle şereflenmiş ve İslam sancağını zirvelere dikmiştir. Bu tarihi ve kader birliğinin, bu topraklardan yükselecek yeni bir hamlenin sağlam bir başlangıç olacağına inanıyoruz.

Dikkat ederseniz bu söylemin içerisinde Fatih Sultan Mehmet Han'dan başka Türk asıllı bir kimlik yoktur, ümmetçilik vardır ve dahi ümmetçilik milliyetçiliği kesin çizgiler ile reddeder.

Tüm bu düşünceler, 29 Ocak 1993 tarihinde Büyük Birlik Partisi'nin (BBP) kurulmasıyla siyasi bir programa sahip oldu.
Bu sayede BBP ve Yazıcıoğlu, sivil toplumu önemseyen ve "devletçi milliyetçilikten Yazıcıoğlu'na göre milliyetçiliğin sınırını belirleyen ve Ümmetçiliğe" geçiş yapan yeni bir anlayışın temsilcisi oldu.

Günümüzdeki adı ise siyasal İslamcılıktır.

Günümüzde ne sosyolojik ne de Teoljik bir gerçeklik ile örtüşmeyen bu oluşum AKP/MHP ittifakı ile karşılıklı çıkar ekseninde devam ettirilmeye çalışılıyor gibi.



 
Yorum Gönder

Yorum Gönder

Yorumlarda lütfen saygılı olun