-->
zWZ3ZJ90R4zzhbql6NUZDSuEAK5vmsQ96TEJw5QR
Bookmark

Türk halkının emperyalizm ile imtihanı


Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşundan Günümüze Emperyalizm ile İmtihanı:


Kurtuluş Savaşı'ndan günümüze kadar, Türkiye Cumhuriyeti'nin emperyalizmle mücadelesinin zaman zaman emperyalizme boyun eğmek zorunda kalmasının tarihi süreci,.

Türkiye Cumhuriyeti Ve Emperyalizm:

Türkiye Cumhuriyeti, 1923'te kurulduğu gün itibariyle emperyalizme karşı verdiği bağımsızlık savaşının mirasını taşımaktadır. Ancak bu bağımsızlık süreci, siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan emperyalist baskılarla sürekli sınanan bir yolculuğun parçası olmuştur.  

1. Kurtuluş Savaşı ve Bağımsızlık Kurtuluş Savaşı (1919-1922), Osmanlı Devleti'nin dağılma döneminde emperyalist güçler tarafından işgal edilen Anadolu topraklarını geri alma mücadelesiydi. Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde yürütülen bu savaş, emperyalizme karşı kazanılmış büyük bir zafer olarak tarihe geçti. 1923'te Lozan Antlaşması ile Türkiye'nin sınırları kesinleştirildi ve tam bağımsız bir devlet olarak tanındı.

2. Soğuk Savaş ve NATO Süreci II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye, Soğuk Savaş döneminde Batı bloku içinde yer almak adına 1952'de NATO'ya üye oldu. Bu durum, askeri ve ekonomik bağımlılığı beraberinde getirdi. Marshall Yardımı ve Truman Doktrini gibi politikalar, Türkiye'nin ekonomik yapısını Batı eksenli bir modele dönüştürerek, yerli sanayileşmenin önünü kesen etkenlerden biri oldu.

3. 1980 Darbesi ve Neoliberal Politikalar 12 Eylül 1980 askeri darbesi, emperyalist güçler tarafından desteklenen bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Darbenin ardından Turgut Özal liderliğinde uygulanan neoliberal politikalar, Türkiye'yi küresel sermayeye daha açık hale getirdi. Yerli sanayi zayıflatılırken, özelleştirme politikaları emperyalist güçler için yeni ekonomik fırsatlar doğurdu.

4. 2000'li Yıllarda Emperyalist Baskılar 2000'li yıllarda Türkiye, küresel şirketlerin ve finans kuruluşlarının etkisi altına daha çok girmeye başladı. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarla yapılan anlaşmalar neticesinde ekonomik politikalar emperyalist güçler tarafından şekillendirildi. Özellikle, ABD ve AB ile yaşanan diplomatik gerilimlerde ekonomik baskı mekanizmaları devreye sokuldu.

5. Günümüzde Türkiye'nin Emperyalizmle Mücadelesi Son yıllarda Türkiye, görünürde enerji bağımsızlığı, savunma sanayii ve dış politika alanında bağımsızlığını arttırma adımları atıyor. Ancak ekonomik krizler ve dış borçluluğun yüksek seviyelerde olması, bu bağımsızlığı zora sokan unsurlar arasında yer alıyor.

Küresel  emperyalizmin Türkiye mümessilliği

Erdoğan’ın, henüz resmi bir görevi olmadan ABD Başkanı ile görüşmesi ve sonraki süreçte izlediği politikalar, Türkiye'nin emperyalizmle ilişkisini değerlendirmek açısından önemli bir gösterge olabilir. 2000’li yıllardan itibaren uygulanan ekonomi politikaları, küresel finans kuruluşlarıyla yapılan anlaşmalar, özelleştirme süreçleri ve dış politikadaki tercihler, Türkiye’nin bağımsız hareket edip etmediği konusunda birçok tartışmaya neden oldu.

Özellikle neoliberal ekonomik politikalar, IMF ve Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalar, askeri ve stratejik konularda ABD ile uyumlu adımlar, Türkiye’yi küresel sistemin bir parçası haline getirdi. 

Lakin, bunun yanı sıra, doğrudan yabancı yatırımların artışı, yerli üretimden çok ithalata dayalı bir ekonomik modelin benimsenmesi ve özelleştirme politikaları Türkiye’yi küresel sermayeye daha bağımlı hale getirdi.

Küresel sermaye açısından bakıldığında ise Türkiye, sanayi politikaları ve çevre koruma konularında çoğu zaman çokuluslu şirketlerin çıkarlarını önceleyen yaklaşımlar sergiledi. Enerji politikalarında fosil yakıtlara dayalı projelere ağırlık verilmesi ve doğa tahribatına neden olan mega projelerin teşvik edilmesi, çevresel emperyalizmin bir yansıması olarak görülebilir.

Tüm bu veriler ışığında Erdoğan yönetiminin, ABD ve küresel sermaye açısından işlevsel bir aktör olduğu söylenebilir. Ancak bunun bir mümessillik (temsilcilik) seviyesinde olup olmadığı, yönetimin belirli dönemlerde Batı ile yaşadığı gerilimler ve kendi ajandasına sahip olma iddiası nedeniyle elbette tartışmaya açıktır

Mal varlığında ki artış, sn Erdoğan'ın emperyalist ülkelerin elinde bir rehin olduğu izlenimi mi veriyor?

Bu konuda basında ve uluslararası kaynaklarda çeşitli iddialar yer alıyor. Özellikle Erdoğan ve ailesinin mal varlığına dair belgeler, zaman zaman yabancı medya ve siyasi aktörler tarafından gündeme getirildi. 2000’li yılların başında siyaset sahnesine çıktığında mütevazı bir hayat süren Erdoğan’ın, bugün ailesiyle birlikte oldukça büyük bir servete sahip olduğu iddiası, ister istemez bu servetin kaynağı ve karşılığında verilen tavizler konusunda soru işaretleri oluşturuyor.

Özellikle uluslararası güç odaklarının, liderleri servetleri üzerinden kontrol etme mekanizmalarına sahip olduğu bilinen bir gerçek. 

Mal varlığına dair yapılan spekülasyonlar, Erdoğan’ın emperyalist ülkeler karşısında bağımsız karar alabilme yetisini sorgulatıyor. Eğer bir liderin dış bağlantılı büyük bir serveti varsa, bu servetin güvende tutulması adına küresel aktörlere bağımlı hale gelmesi mümkündür. Bu noktada akıllara şu sorular geliyor:

  • Erdoğan’ın Batı ve ABD ile zaman zaman sertleşen söylemleri, gerçekten bir meydan okuma mı, yoksa kontrollü bir gerilim politikası mı?
  • Türkiye’nin dış politikasında Batı çıkarlarına hizmet eden kararlar ile Erdoğan ailesinin servet iddiaları arasında bir bağlantı olabilir mi?
  • Mal varlığına dair belgeler neden zaman zaman dış güçler tarafından bir tehdit unsuru olarak öne sürülüyor?

Bu tür soruların kesin yanıtlarını almak zor olsa da, tarih boyunca birçok liderin servetleri nedeniyle emperyalist ülkeler tarafından baskı altına alındığını biliyoruz.

Erdoğan’ın mal varlığı, emperyalist güçlerin Türkiye üzerindeki nüfuzunu artıran bir faktör mü? 

Bu durumda, Türkiye’nin emperyalizmle mücadelesi yalnızca askeri veya diplomatik alanlarda değil, ekonomi ve siyasi bağımlılık üzerinden de şekilleniyor diyebiliriz. Eğer bir liderin serveti, küresel güçler tarafından bir koz olarak kullanılabiliyorsa, bu ülkenin bağımsız karar alma yetisini doğrudan etkileyebilir.

Son yıllarda Türkiye’nin ekonomik krize sürüklenmesi, yabancı sermayeye olan aşırı bağımlılığı ve dış borç yükü, emperyalizmin ekonomik boyutunu daha net gösteriyor. Özellikle Körfez ülkelerinden gelen sermaye akışları, karşılığında verilen tavizleri sorgulatan bir başka önemli konu. Erdoğan’ın politikalarının büyük sermaye gruplarına ve küresel finans çevrelerine olan bağımlılığı, onu halktan ziyade bu güçlerin çıkarlarını koruyan bir figür haline getiriyor olabilir.

Eğer bir ülkenin lideri, mal varlığı nedeniyle emperyalist güçlerin elinde bir rehin haline gelmişse, ülke politikaları halkın çıkarlarından çok bu güçlerin taleplerine göre şekillenebilir. Bu da bağımsızlık mücadelesini ekonomik ve siyasi açıdan zayıflatan en büyük tehditlerden biri.

Türkiye’nin bu bağımlılık döngüsünden çıkabilmesi için ne gibi adımlar atılmalı?

Türkiye'nin parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişi, özellikle kuvvetler ayrılığı ilkesini zayıflatarak yürütmenin yasama ve yargıyı büyük ölçüde kontrol altına almasına yol açtı. 2017 Anayasa Referandumu ile kabul edilen sistem, başkanın yetkilerini olağanüstü artırırken, Meclis'in ve yargının denetim gücünü büyük ölçüde törpüledi.

Bugün geldiğimiz noktada, seçim süreçlerinin adil ve şeffaf olmadığı, medya ve devlet kaynaklarının tamamen iktidarın kontrolüne geçtiği bir rejimde, demokratik yollarla iktidarın değişmesi neredeyse imkânsız hale geldi. Muhalefetin etkisizleştirilmesi, seçim güvenliği konusundaki kaygılar ve yargının siyasallaşması, Erdoğan'ın uzun yıllar boyunca iktidarda kalmasını sağlayacak bir sistem oluşturdu.

Böyle bir tabloda, seçimle değişim mümkün görünmese de, tarih bize hiçbir otoriter rejimin sonsuza kadar sürmediğini gösteriyor. Ekonomik krizler, toplumsal huzursuzluk, uluslararası baskılar veya iç dengelerdeki değişimler, beklenmedik kırılmalara yol açabilir. Ancak Türkiye’de mevcut sistemin kısa vadede halkın iradesiyle değişmesi oldukça zor..

Halk, bu duruma karşı nasıl bir tepki verebilir? Toplumsal muhalefetin etkinliği artırılabilir mi?

Belli kesimlere dağıtılan rant, bunun içinde 5 Milyon haneye verilen sosyal yardım, iktidarın diğer ortağı MHP'nin mafyavari yöntemler kullanması, siyasi ve ekonomik baskılar yakın zamanda toplumsal bir muhalefeti imkansız kılıyor, ilaveten sn Erdoğan'ı kendi ülkelerinin menfaati için rehin bulunduranlar, Erdoğan küresel finans ve emperyalist devletlerin çıkarlarına zarar vermedikçe Türk halkına yardımcı olmayacaklar gibi görünüyor.

Kısaca Sn Erdoğan vasıtası ile Türkiye diz çökmeden ne Erdoğan gider, nede onun destekçileri, destek vermekten vaz geçer.

Ne yazık ki Türkiye’nin içinde bulunduğu tablo pek umut verici görünmüyor. Rant dağıtımı, sosyal yardımlarla bağımlı kılınan geniş kesimler ve MHP’nin baskı mekanizmaları, Erdoğan iktidarının en büyük dayanakları arasında. Halkın büyük bir kısmı ya ekonomik korkular nedeniyle sessiz kalıyor ya da iktidarın sunduğu imkanlara bağımlı hale getirilmiş durumda.

Buna ek olarak, uluslararası güçlerin Erdoğan'ı "rehin" olarak elinde tutması ve küresel çıkarlar doğrultusunda Türkiye üzerindeki kontrolü devam ettirmesi, dış desteğin de en azından şimdilik Erdoğan’dan yana olduğunu gösteriyor. Batı, insan hakları ve demokrasi söylemlerine rağmen, kendi çıkarlarına zarar vermeyen otokratik yönetimlerle çalışmayı tercih ediyor. Türkiye’de de durum farklı değil.

Bu denklemde halkın kendi kaderini değiştirme şansı ya ciddi bir ekonomik çöküşle halkın büyük bir kısmının desteğini kaybettirmesine ya da içeriden beklenmedik bir güç değişimine bağlı görünüyor. Ancak şimdilik her iki senaryo da zor ama imkansız değil. Tarihte birçok otoriter lider, yenilmez gibi görünürken bir anda beklenmedik şekilde iktidardan düştü.

Sonuç Türkiye Cumhuriyeti'nin emperyalizm ile olan mücadelesi yüz yıldan fazladır devam etmektedir. Kurtuluş Savaşı'ndan günümüze kadar ekonomik, siyasi ve askeri anlamda farklı emperyalist baskılarla karşılaşan Türkiye, bu süreçleri çeşitli stratejilerle yönetmeye çalışmıştır. Gelecekte bağımsız bir ekonomik ve siyasi yapının inşa edilmesi, Türkiye'nin emperyalizme karşı en büyük kalkanı olacaktır.

Emperyalizme Karşı Türk Usulü Mücadele Şiiri:

Bir gün bir ülke varmış, adı Türkiye,
Bağımsızlık yemini, kanlı bir hediye.
İzmir'de denize dökerken düşmanı,
Sanırdık bitti emperyalizm, yok artık fermanı.

Fakat bitmedi, bitmez bu iş,
Emperyalizmin eli uzun, dişi sivri diş.
İlk önce gülümsedi, el uzattı,
Marshall dedi, yardım yaptı.

NATO'ya girdik, boynumuz bükük,
Tanklar toplar uçaklar geldi, sıra sıra,
Tarım büyümedi sanayi zaten yoktu
Dediler ki "Ekonominize biraz IMF çöktü"

Sonra bir sabah, ihtilal oldu,
Siyasiler gitti, generaller doldu.
"İstikrar için" dediler, süreci başlattılar,
Özal geldi, en başta limanları sattılar.

Ve bir gün ansızın, yeni bir devir,
Neoliberalizm, elinde zehir.
Parça parça satıldı ne var ne yok,
Fabrikalar gitti, orta direk artık yok!

Sonra bir adam, geldi hızlı,
Dedi ki: "Bu düzen fıtrata yazılı!"
Önce "One minute" dedi sertçe,
Sonra mektuplar gitti, gizlice..

"Ey Amerika!" diye bağırır durur,
Ama ne dolar iner, ne halk zengin olur.
Küresel finans güler bir köşede,
Rant dağıtıldığı için düşerler peşine.

Sosyal yardımla beş milyon hane,
Kime gidecek, belli mi sahne?
Mafya konuşur, tehdit savrulur,
Adalet bağdaş kurmuş oturur..

Bir gün biri sorar: "Bu iş nasıl biter?"
Biter mi bilmem, sistem demirden beter.
Ama unutma ki tarih şaşırtır bazen,
Hiçbir diktatör kalmaz ebediyen!

Şiir: Ahmet ATAM

Yorum Gönder

Yorum Gönder

Yorumlarda lütfen saygılı olun