no fucking license
Bookmark

Osmanlıdan Günümüze Adalet Hukuk


Osmanlıdan Günümüze Adalet Hukuk
Osmanlıdan Günümüze Adalet Hukuk

Türkiye'de Adalet

Türkiye'de Adalet Ve Hukuk var mı? Karakuşi Kadı'dan Günümüze

Adaletin mumla arandığı Türkiye'de, Karakuşi'nin fıkrası nasıl gerçeğe dönüştü?
Günümüz Türkiye’sinde "hukuk ve adalet mumla aranır" derken, zihnimiz ister istemez Osmanlı’nın meşhur Karakuşi Kadısına gidiyor. 
Fıkrayı biliyorsunuz uzun anlatmayacağım.
Şu fıkradaki kadı hani: 
Vitrindeki nar gibi kızarmış ördeği görüp, "Uçtu!" demek zorunda bırakan... 
Sonrası malum: Bir ördek, bir göz, hamile bir kadının düşük yapması, bir Yahudi vatandaş ve Karakuşi’nin kara kaplı defterinden çıkan, mantığı ters köşe yatıran kararlar!

Peki, bu fıkra bize ne anlatıyor? 
Şunu: 
Kanun metnini, gerçek adaletin önüne perde yapmak! Karakuşi’nin yaptığı buydu:
Ördek "uçtu" : Pişmiş ördek Uçar mı hiç, Gerçek ortada ördek çalındı.
 Ama kadı, defterdeki "tayyar" (Ördeğin Arapça adı) kaydını öne sürerek, göz göre göre hırsızlığı meşrulaştırdı. 
Yani, gerçek olayı, yazılı metnin arkasına sakladı.

Bir Göz Çıksa, Diğeri de Çıkar: 
Mağdur gayrimüslimin tek gözü çıkmış. 
Kadı’nın çözümü? "Diğerini de çıkar da, kanun tam uygulansın!" 
Korkutma ve absürtlükle şikayetten vazgeçirtme! 
Adalet değil, usulsüz bir kapatma.

Karını Versin, Yerine Koysun!: 
Düşüğe sebep olan fırıncıya, kadının kocasına "karını ver, o sana yeni çocuk yapsın" demek... İnsani trajediyi, akıl almaz bir "tazminat" önerisiyle geçiştirmek. 
Adalet değil, alay konusu.

İşte, Karakuşi’nin Kara Kaplı Defteri ile Günümüzün "Hukuk" Kılıfları Arasında Fark Var mı?

Düşünün: Bir siyasi figür, tartışmalı bir suçlamayla karşı karşıya. 
Savunma delilleri görmezden geliniyor, süreçler sıkıştırılıyor, yargı bağımsızlığı sorgulanıyor. Tıpkı Ekrem İmamoğlu’nun duruşu gibi. İddialar, "saygısızlık" gibi esnek bir kavram etrafında dönüyor. 
Yargılama süreci, uluslararası gözlemciler ve geniş bir kesim tarafından "siyasi motivasyonlu" olmakla eleştiriliyor.

Karakuşi’nin "Tayyar"ı = Günümüzün "Hukuki Kılıf"ı: 

Tıpkı ördeğin "uçtuğu" gibi, gerçeklerin üstüne "hukuki prosedür" perdesi çekilebiliyor. 
Deliller yeterli mi, suç unsuru oluşuyor mu? 
Bunlar Karakuşi’nin uça ördeği "tayyar"ı gibi, asıl meseleyi  siyasi hesaplaşma veya adaletsizlik ile örtbas etmek için kullanılabiliyor.

Göz Çıkaran Fırıncının Kurtuluşu = Süreç Sıkıştırmaları: 

Karakuşi'nin amacı, mağduru korkutup vazgeçirtti. 
Bugün de, uzun tutukluluk süreleri, davaların sürüncemede kalması veya hızlıca sonuçlandırılması, insanları yıldırmak, seslerini kısmak için bir araç olabiliyor mu? 
Diğer gözünü de çıkar tehdidi gibi...

Karını Versin" Absürdlüğü = Adaletin İnsani Boyutunun Kaybı: Karakuşi’nin kadına ve kaybına karşı duyarsızlığı nasıl iç acıtıcıysa, hukuksuzluk iddialarının bireylerin hayatları, şehirlerin geleceği üzerindeki yıkıcı etkisinin göz ardı edilmesi de aynı derecede acı verici. 
Adalet sadece madde yorumlamak değil, insana, hakkaniyete dokunmaktır.

Sonuç: Mağdur Vatandaşın Çığlığı Bugün de Yankılanıyor!

Fıkranın sonunda Yahudi vatandaş ne yaptı? 
Ellerini açıp, içi kan ağlayarak dedi ki: 
Ne diyeyim kadı efendi... Adaletinle bin yaşa sen, e mi!
İşte günümüz Türkiye’sinde de, hukukun üstünlüğünün, tarafsızlığının, gerçek adaletin mumla arandığı anlarda, milyonların içinden geçen bu çığlık: "Adaletinle bin yaşa!" Ama bu sefer bir tebrik değil, gözyaşıyla karışık bir hiciv, bir isyan, bir çağrı.

Karakuşi’nin kara kaplı defteri raflarda kaldı belki, ama "gerçeği eğip büken, adaleti araçsallaştıran zihniyet, ne yazık ki hâlâ aramızda dolaşıyor. 
Ördekler "uçabilir", ama adaletin kanatları kırılırsa, bir toplum ayakta kalamaz. 
Gerçek adalet, Karakuşi’nin kurnazlıklarıyla değil, hakkaniyet ve şeffaflıkla sağlanır. Dileğimiz, mumla aramak zorunda kalmadığımız, herkes için eşit ve erişilebilir bir hukuk düzeni. 
Yoksa, tarih bizi de Karakuşi’nin yanına "kara kaplı defter"le mi yazacak?

Bilal, adalet terazisi diyelim ki eskiden adalet terazisiyken bugün tutuklama kararıyla değil, bir tabela gibi sallanan siyasi rüzgârla işliyor. 
Öyle “uçan ördeğe” benzer bir saçmalık yok ama neticede kafalar karışıyor, “Bu işin suyu nereden geliyor?” dedirtiyor.

Şeffaflıktan eser yok; ne savcı tam anlatıyor, ne hakim karar gerekçesini ortaya döküyor. Yandaş medya biraz köpürtüyor, sosyal medya dar alana sokuluyor. 
Çoğu vatandaş perdeyi aralamaya çalışırken, perde iyice ağırlaşıyor

Bilal, bu topraklarda adalet aramak belki bazen fıkralardaki kadar komik, bazen de gerçek hayatın cilvesi. 
Ama hepimize düşen görev, kara mizahı gerçek hukuk havuzuna dönüştürmek.

Nihayetinde adalet, ne defter satırlarında saklı ne siyaset kulislerinde. 
Açık açık yazılsa, herkesin okuduğu, tartıştığı, hakkını savunduğu bir alan olsa… 
İşte o zaman gerçekten “adalet varmış” diyeceğiz

Türkiye Ve Adalet Şiiri

Güçlünün avucunda Hukuk
Bir cam kâseydi.
Şahsi menfaat çekici vurdu vurdu…
Kırık camlar saçıldı toprağa,
Çocukların basacağı yollara.

Adalet terazisi
Kefesine konan rüşvetle
Tarihin soluk yapraklarını yakıt yaptı
Alevler içinde  yalanın tohumları saçıldı.

Kara mürekkeple yalan yazdılar deftere:
Dikensiz gül bahçesi, kusursuz gelecek diye.
Mürekkep aktı sayfadan,
Çocukların ellerine.
Silgi tozu oldu,gelecek nesillerin
Doldu çiğerlerine.

Yarın
Kırık camlar üstünde yürüyecek ayaklar kanıyorsa,
Bilsin ki biz döktük.
O cam kırıklarını, gelecek” dediğimiz
O kör kuyuya.

Fakat
Karanlığa hapsedilmiş bir fidan,
Kırık terazinin koluna tutunmuş.
Karakuşi kadılara “DUR!” diyor
Beni değil, hukuku adaleti 
Ve,
Gelecek nesillerin inancını törpülüyorsunuz.

Ahmet ATAM

Yorum Gönder

Yorum Gönder

Yorum Gönder