Sivil Savunmadan AFAD'a Köklü Bir Dönüşüm: Neden Böyle Bir Değişime Gidildi ?
Sivil Savunmadan AFAD'a Neden Geçtik AFAD Neden Yetersiz?
Sivil Savunma Teşkilatı neden kapatılıp yerine AFAD kuruldu. AFAD Türkiye'nin sivil savunma ihtiyacını ne ölçüde karşılayabiliyor.
Bu sadece bir isim değişikliği mi, yoksa arkasında derin siyasi ve ideolojik sebepler yatan, ülkemizin afetlere bakış açısını kökten değiştiren bir dönüşüm mü.
Bu değişim, aslında devletin vatandaşını koruma ve kriz yönetimi anlayışının zamanla nasıl evrildiğinin en somut örneklerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eskiden daha çok "savaş" odaklı bir yapı varken, günümüzde çok daha geniş kapsamlı, "bütünleşik" bir sisteme geçiş yapılmıştır.
Bu geçişin nedenleri, nasıl gerçekleştiği ve Türkiye'ye neler getirdiği adım adım incelenecektir.
Sivil Savunma Teşkilatı: Savaş Odaklı Bir Geçmiş
Sivil Savunma Teşkilatı, adından da anlaşılacağı üzere, kuruluş felsefesi itibarıyla daha çok "savunma" odaklı bir yapıya sahipti.
Temel amacı, düşman saldırılarına karşı halkın can ve mal kaybını en aza indirmekti.
Bu teşkilatın görevleri, savaş zamanında cephe gerisini korumak ve halkın moralini yüksek tutmak gibi stratejik hedefleri içeriyordu.
Türkiye'de sivil savunma hizmetleri, Cumhuriyet'in ilk yıllarına, hatta Kurtuluş Savaşı'ndaki "Tekalif-i Milliye Emirleri"ne kadar uzanan köklü bir geçmişe sahiptir.
Ancak modern anlamda ilk düzenlemeler, 1928 yılında yürürlüğe konulan "Cephe Gerisinin Havaya Karşı Müdafaa Ve Muhafazası Talimnamesi" ile yapılmıştır.
Bu talimatnameyi takiben, 1938'de 3502 sayılı "Pasif Korunma Kanunu" ve 1958'de 7126 sayılı "Sivil Müdafaa Kanunu" yürürlüğe girmiştir.
Bu kanunlar çerçevesinde, illerde seferberlik müdürlükleri kurularak sivil savunma hizmetleri yürütülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı döneminde, Türkiye savaşa doğrudan girmese de, olası saldırılara karşı İzmir ve Trakya gibi stratejik bölgelerde özel savunma tedbirleri alınmıştır.
Halkın zehirli gaz saldırılarına karşı maske takması, sığınaklara girmesi gibi uygulamalar tavsiye edilmiştir.
Kıbrıs Barış Harekatı sırasında da Sivil Savunma Teşkilatı aktif bir rol üstlenmiş; sivil halk arasında başlayan paniği yatıştırma, yaralılara ilk yardım uygulama ve evsiz kalanları geçici olarak barındırma gibi önemli faaliyetlerde bulunmuştur.
Sivil Savunmanın temel görevleri, düşman saldırılarına karşı halkın can ve mal kaybını en aza indirmek, hayati önem taşıyan resmi ve özel tesisleri korumak, bu tesislerin faaliyetlerinin devamlılığını sağlamak, savunma gayretlerinin halk tarafından en yüksek seviyede desteklenmesini temin etmek ve cephe gerisi moralini yüksek tutmaktı.
Bu, silahsız, koruyucu ve kurtarıcı önlemler bütünü olarak tanımlanmıştır.
Kurum ve kuruluşlarda sivil savunma planlarını hazırlamak ve güncellemek, kamu kurum ve kuruluşlarının tahliyesini koordine etmek, sivil savunma servislerinin (kontrol merkezi, itfaiye, kurtarma, ilk yardım, sosyal yardım, teknik onarım, emniyet ve kılavuz) kuruluşunu sağlamak ve eğitimlerini yaptırmak da Sivil Savunmanın görevleri arasındaydı.
Halkın da bireysel olarak paniğe kapılmama, ikaz ve alarm işaretlerini öğrenme, sığınak hazırlığı, yangın önleme ve ilk yardım gibi tedbirleri alması beklenirdi.
Sivil Savunmanın tarihi ve görev tanımları, bu teşkilatın varlık sebebinin birincil olarak devletin savaş halindeki güvenliğini ve halkın bu duruma adaptasyonunu sağlamak olduğunu açıkça göstermektedir.
Doğal afetler gibi "barış zamanı" riskleri, bu yapının asli odağında değildi.
Bu durum, kurumun yetenek setini ve bakış açısını belirli bir tehdit algısı etrafında şekillendirmiş, diğer risk türlerine karşı esnekliğini kısıtlamıştır.
Kurumun temel motivasyonunun askeri tehditlere karşı sivil halkı korumak olduğu, ilk kuruluş dönemlerindeki düzenlemelerde.
1928 "Cephe Gerisinin Havaya Karşı Müdafaa Ve Muhafazası Talimnamesi".
1938 "Pasif Korunma Kanunu"
1958 "Sivil Müdafaa Kanunu") kullanılan "düşman saldırısı", "cephe gerisi", "savaş zamanı" gibi anahtar kelimelerle net bir şekilde ortaya konulmuştur.
Bu odaklanma, kurumun kaynak tahsisini, personel eğitimini ve genel stratejisini doğrudan savaş senaryolarına yönlendirmiş, diğer risk türlerine karşı adaptasyon yeteneğini sınırlamıştır.
"Pasif Korunma Kanunu" ve Sivil Savunmanın "silahsız, koruyucu, kurtarıcı" niteliği, tehlikeye karşı aktif bir mücadeleden ziyade, zararı en aza indirme ve hayatta kalma üzerine kurulu bir felsefeyi yansıtmaktaydı.
Bu yaklaşım, modern afet yönetiminin "risk azaltma" ve "hazırlık" gibi proaktif unsurlarından önemli ölçüde farklıydı.
Halkın "sığınaklara girmesi", "karartma yapması" gibi uygulamalar da bu pasif korunma felsefesini pekiştirmiştir.
Modern afet yönetiminde ise öncelik, afetin gerçekleşmesini engellemek (risk azaltma) veya etkilerini minimize etmek için önceden aktif tedbirler almak (hazırlık) üzerinedir.
Sivil Savunmanın bu proaktif boyutunun zayıf kalması, onun ideolojik ve operasyonel sınırlılıklarını ortaya koymuştur.
Tablo 1: Sivil Savunma ve AFAD: Temel Farklar ve Dönüşüm
Aşağıdaki tablo, Sivil Savunma Teşkilatı ile AFAD arasındaki temel farkları, özellikle kuruluş amaçları, odak noktaları, görev kapsamları ve yönetim yaklaşımları açısından karşılaştırarak, yaşanan köklü dönüşümü somut bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu karşılaştırma, iki kurumun temel özelliklerini yan yana getirerek, değişimin büyüklüğünü ve yönünü daha net bir şekilde anlamamızı sağlamaktadır.
Metin içinde dağınık halde bulunan bilgilerin bu tablo aracılığıyla kategorize edilmiş ve özetlenmiş bir formatta sunulması, konunun karmaşıklığını azaltmakta ve ana mesajın kolayca anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.
Bu, özellikle sade ve anlaşılır bir dil hedeflendiğinde kritik bir araçtır. Ayrıca, "Sivil Savunma AFAD farkları", "AFAD görevleri", "Sivil Savunma tarihi" gibi anahtar kelimelerin tablo başlıkları ve içerikleri aracılığıyla doğal bir şekilde entegre edilmesi, makalenin arama motoru performansına da katkı sağlamaktadır.
Kriter
Sivil Savunma Teşkilatı
AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı)
Kuruluş Yılı
1959 (7126 Sayılı Kanun)
2009 (5902 Sayılı Kanun)
Yasal Dayanak
7126 Sayılı Sivil Müdafaa Kanunu
5902 Sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Ana Odak
Savaş ve Düşman Saldırıları (Pasif Korunma)
Bütünleşik Afet Yönetimi (Risk Azaltma, Hazırlık, Müdahale, İyileştirme)
Temel Görev Tanımı
Halkın can ve mal kaybını en aza indirme, hayati tesisleri koruma, cephe gerisi desteği
Afet ve acil durumlara ilişkin politikaları belirleme, risk analizi, planlama, eğitim, koordinasyon, müdahale ve iyileştirme
Yönetim Yaklaşımı
Parçalı / Bakanlık Bağlı (İçişleri, Bayındırlık ve İskan, Başbakanlık)
Bütünleşik / Merkeziyetçi (Tek çatı altında)
Kapsadığı Riskler
Savaş, Büyük Yangınlar, Tabii Afetler (ikincil)
Tüm Afet ve Acil Durumlar (Doğal, İnsan Kaynaklı, Teknolojik, KBRN)
Koordinasyon Yapısı
İçişleri Bakanlığına Bağlı Genel Müdürlükler arasında sınırlı koordinasyon
Başbakanlığa bağlı (önce), İçişleri Bakanlığına bağlı (şimdi), tüm paydaşlarla (kamu, STK, özel sektör) tek çatı altında koordinasyon
Halkın Rolü
"Korunan" ve "destekleyen" unsur (talimatlara uyma, pasif korunma)
"Ortak güç" ve "aktif paydaş" (eğitim, gönüllülük, bilinçlendirme, katılım)
Dönüm Noktası: 1999 Depremleri ve Yeni Bir Anlayışın Doğuşu
Sivil Savunmanın görevlerinin daha çok savaş odaklı olduğunu belirtmiştik; bu durum, Türkiye'nin en büyük doğal afetlerinden biri olan 1999 Marmara Depremi'nde acı bir tecrübeyle ortaya çıkmıştır.
Bu deprem, mevcut afet yönetim sistemindeki büyük eksiklikleri, koordinasyon zafiyetlerini ve hazırlıksızlığı gözler önüne sermiştir.
Deprem sonrası yaşanan kaos, farklı kurumların (İçişleri Bakanlığı'na bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Başbakanlık'a bağlı Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü) ayrı ayrı çalışmasının getirdiği koordinasyon sorunlarını net bir şekilde göstermiştir.
Yardımların ulaştırılması, arama kurtarma faaliyetleri ve genel müdahale süreçlerinde ciddi aksaklıklar yaşanmıştır.
Bu durum, hükümetin ivedilikle yeni kurumsal yapılanmalar ve yasal düzenlemeler yapma ihtiyacı duymasına yol açmıştır.
Bu yaşananlar, sadece teknik bir yetersizlik tespiti olmanın ötesinde, mevcut afet yönetim paradigmasının doğal afetler karşısındaki çöküşünü simgelemiştir.
Bu kriz, siyasi ve toplumsal düzeyde radikal bir reform ihtiyacını tetiklemiş, afet yönetimindeki değişimin pragmatik bir zorunluluktan doğduğunu ortaya koymuştur.
Bu büyük felaket, Türkiye'de afet yönetimi anlayışında bir dönüm noktası olmuştur.
Artık sadece savaşlara değil, deprem, sel, heyelan gibi doğal afetlere karşı da kapsamlı bir hazırlık ve müdahale sistemine ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır.
İşte bu noktada, dünyada uygulanan "bütünleşik afet yönetimi" (integrated disaster management) felsefesi Türkiye'nin gündemine girmiştir.
Bu yeni anlayış, afeti sadece bir "olay" olarak değil, öncesi (risk azaltma, hazırlık), sırası (müdahale) ve sonrası (iyileştirme, yeniden inşa) olmak üzere tüm aşamalarıyla ele alan, çok paydaşlı ve disiplinler arası bir yaklaşımı öngörüyordu.
Bu, devletin afet yönetiminde daha proaktif ve kapsamlı bir rol üstlenme niyetini göstermiştir.
1999 depremi sonrasında halkın devlete olan güveni sarsılmış, afetlere karşı daha güçlü ve etkili bir yapı beklentisi oluşmuştu.
Bu toplumsal talep, siyasi iradeyi de harekete geçirmiştir.
Hükümet, ivedilikle yeni kurumsal yapılanmalar ve yasal düzenlemeler yapma ihtiyacı hissetmiştir.
Bu süreç, sadece teknik bir ihtiyaçtan ibaret değildi; aynı zamanda toplumsal beklentilere cevap verme ve devletin vatandaşını koruma kapasitesini yeniden tesis etme yönünde güçlü bir siyasi motivasyon taşımaktaydı.
Deprem sonrası yaşanan büyük hayal kırıklığı, devletin afet anında "yetersiz" kaldığı algısını pekiştirmişti.
AFAD'ın kurulması ve "bütünleşik afet yönetimi" modeline geçiş, bu algıyı tersine çevirme, devletin her türlü afete karşı hazırlıklı ve müdahale kapasitesi yüksek bir koruyucu güç olduğu imajını yeniden inşa etme yönünde ideolojik bir çaba olarak değerlendirilebilir.
Bu adım, sadece teknik bir iyileştirme değil, aynı zamanda devlet-vatandaş ilişkisindeki güveni yeniden tesis etme amacı taşıyan siyasi bir eylemdi.
AFAD'ın "Türkiye'nin Ortak Gücü" sloganı ve "Afete Hazır Türkiye" hedefi, devletin afet yönetiminde daha kapsayıcı, proaktif ve vatandaş odaklı bir rol üstlendiği yönünde yeni bir ideolojik söylem oluşturma çabasını yansıtmaktadır.
Bu durum, devletin sadece "koruyan" değil, aynı zamanda "güven veren" bir aktör olarak konumlanma arzusunu göstermektedir.
AFAD'ın Kuruluşu: Siyasi ve İdeolojik Temeller
1999 depreminin ortaya çıkardığı eksiklikler ve yeni bir afet yönetimi anlayışına duyulan ihtiyaç doğrultusunda, 2009 yılında 5902 sayılı "Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun" yürürlüğe girmiştir.
Bu kanunla birlikte, daha önce farklı bakanlıklara bağlı olarak faaliyet gösteren Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) çatısı altında birleştirilmiştir.
Bu birleşmenin temel amacı, afet ve acil durumlara ilişkin hizmetlerin "etkili, hızlı, bütüncül ve planlı bir biçimde" yürütülmesini sağlamaktı.
Farklı kurumlar arasındaki yetki karmaşasını önlemek ve tüm afet yönetimi süreçlerini tek bir merkezden koordine etmek hedeflenmiştir.
Bu, afet yönetiminde merkeziyetçi ve bütünleşik bir modelin benimsendiğinin açık bir göstergesi olmuştur.
Üç farklı genel müdürlüğün AFAD çatısı altında birleşmesi, güç ve yetkinin merkezi bir otoritede toplanması yönünde net bir siyasi tercihi ifade etmektedir.
Bu konsolidasyon, hem bürokratik engelleri aşma hem de afet anında hızlı ve koordineli karar alma kapasitesini artırma amacını taşımıştır.
Sivil Savunmanın "düşman saldırılarına karşı" korunma tanımının aksine, AFAD'ın kapsamı çok daha genişletilmiştir.
Artık doğal afetler (deprem, sel, heyelan vb.), insan kaynaklı afetler (büyük yangınlar, sanayi kazaları) ve hatta kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer (KBRN) tehditler gibi tüm "afet ve acil durumları" kapsamaktadır.
Bu genişleme, ideolojik olarak ulusal güvenlik algısının genişlemesini ifade etmektedir.
Artık sadece askeri tehditler değil, doğal ve teknolojik riskler de ulusal güvenlik meselesi olarak görülmeye başlanmıştır.
Stratejik olarak ise, afetlere karşı hazırlık ve müdahale kapasitesinin sadece savaş zamanına özgü olmaktan çıkarılıp, tüm tehditlere karşı kullanılabilir, esnek ve çok yönlü bir yapıya dönüştürülmesi amaçlanmıştır.
AFAD'ın kuruluşundaki bu genişleme, devletin güvenlik tanımını askeri tehditlerden, sivil tehditleri de kapsayacak şekilde genişlettiğinin ideolojik bir yansımasıdır.
Bu, sadece bir idari reform değil, aynı zamanda devletin önceliklerinin ve vatandaşlarına karşı sorumluluk algısının evrildiğini göstermektedir. "Bütünleşik afet yönetimi" felsefesi, bu genişleyen güvenlik anlayışının operasyonel karşılığıdır.
AFAD'ın kurulmasıyla birlikte, afet yönetiminde "tek elden" koordinasyon sağlama ilkesi benimsenmiştir.
Bu, özellikle büyük afetlerde yaşanan koordinasyon zafiyetlerinin önüne geçmek için kritik bir adım olmuştur.
AFAD, "Türkiye'nin Ortak Gücü" anlayışıyla tüm paydaşları (bakanlıklar, yerel yönetimler, STK'lar, özel sektör) bir araya getirme ve faaliyetlerini planlama, yönlendirme ve koordine etme yetkisine sahip olmuştur.
2018'de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçişle AFAD'ın İçişleri Bakanlığı'na bağlanması , merkeziyetçi yapıyı daha da pekiştirmiştir.
Bu durum, bir yandan daha hızlı karar alma ve uygulama potansiyeli sunarken, diğer yandan eleştirilerin doğrudan hükümete yönelmesi gibi siyasi dinamikler de yaratmıştır.
1999 depremi sonrası yaşanan koordinasyon sorunları, devletin parçalı ve dağınık afet yönetim yapısının operasyonel yetersizliğini ortaya koymuştur.
Bu durum, siyasi bir kararla "tek elden" yönetimi ve "bütünleşik" bir sistemi benimsemeye yol açmıştır.
Bu konsolidasyon, afet anında hızlı karar alma ve kaynak seferberliği açısından avantajlar sunarken, AFAD'ın siyasi konumlandırması, kurumun bağımsızlığı ve siyasi eleştirilere karşı savunmasızlığı gibi yeni siyasi riskleri de beraberinde getirmiştir.
Sivil Savunma döneminde halkın rolü daha çok "talimatlara uyma" ve "savunma gayretlerini destekleme" iken, AFAD ile birlikte halk ve sivil toplum kuruluşları (STK'lar) afet yönetiminin aktif birer paydaşı haline gelmiştir.
AFAD, STK'larla (Kızılay, AKUT, İHH, Ahbap vb.) işbirliği protokolleri imzalayarak, onların bilgi birikimi ve gönüllü kapasitesinden faydalanmayı hedeflemiştir. "AFAD Gönüllüsü Ol, Yaşatmaya Gönüllü Ol!" gibi kampanyalarla halkın afet bilincini artırma ve gönüllülük esasına dayalı katılımı teşvik etme çalışmaları yürütülmüştür.
Bu durum, devletin afet yönetiminde toplumsal katılımı ve sivil inisiyatifi daha fazla önemseyen bir ideolojiye yöneldiğini göstermektedir.
Sivil Savunma'nın halka yönelik talimatları daha çok pasif uyum ve bireysel hayatta kalma üzerineyken , AFAD'ın halkı aktif katılıma teşvik etmesi, devletin afet yönetiminde toplumsal sermayeyi ve sivil inisiyatifi daha fazla değerlendiren bir ideolojik dönüşümü yansıtmaktadır. Vatandaş artık sadece korunması gereken bir unsur değil, aynı zamanda afet risklerini azaltma ve müdahale süreçlerinde kritik bir ortak güç olarak görülmektedir.
AFAD'ın Genişleyen Görev ve Yetkileri: Yeni Bir Vizyon
AFAD, afet yönetimini dört ana aşamada ele almaktadır: risk azaltma, hazırlık, müdahale ve iyileştirme. Bu kapsamlı yaklaşım, afet yönetiminde proaktif bir stratejinin benimsendiğini göstermektedir.
Risk Azaltma: Afetlerin olası etkilerini en aza indirmek için yapılan çalışmaları kapsar. Bu kapsamda, afet risk haritaları hazırlanmakta, güvenli yapılaşma standartları geliştirilmekte ve 81 ilde risk azaltma planları oluşturulmaktadır.
Hazırlık: Afet öncesinde yapılacak planlamalar, eğitimler ve kapasite geliştirme faaliyetlerini içerir. Halk eğitimleri, tatbikatlar ve gönüllülük sistemleri bu aşamanın önemli bileşenleridir.
Müdahale: Afet anında gerçekleştirilen arama kurtarma, ilk yardım, tahliye, barınma ve beslenme gibi acil faaliyetleri içerir. Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP), bu aşamanın temelini oluşturmakta ve afet grupları ile koordinasyon birimlerinin rollerini tanımlamaktadır.
İyileştirme: Afet sonrası hayatın en kısa sürede normale dönmesi için yapılan çalışmaları, hasar tespiti, acil yardım taleplerinin takibi, etüt raporlama ve yeniden inşa süreçlerini kapsar.
AFAD, Sivil Savunma'nın savaş zamanı görevlerini tamamen ortadan kaldırmamıştır.
Aksine, bu görevleri kendi bünyesindeki Sivil Savunma Dairesi Başkanlığı ve il afet ve acil durum müdürlükleri aracılığıyla yürütmeye devam etmektedir.
Bu, düşman saldırılarına karşı halkın korunması, hayati tesislerin emniyeti gibi konuların hala AFAD'ın yetki ve sorumluluğunda olduğu anlamına gelir.
Özellikle Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik, Nükleer (KBRN) maddelerin meydana getireceği tehlikelere karşı alınacak önlemler ve bunlarla ilgili bakanlıklar, kamu ve özel kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamak da AFAD'ın önemli görevleri arasında yer almaktadır.
2941 sayılı "Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu" çerçevesinde devletin tüm güç ve kaynaklarının savaş haline geçişiyle ilgili hazırlıklar ve yükümlülükler de AFAD'ın koordinasyonunda devam etmektedir.
AFAD, afet ve acil durumlarda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile yakın işbirliği içinde çalışmaktadır.
TSK, mevcut hiyerarşik yapısı ve eğitimli personeli ile afetle ilgili ilk tespitleri yapmak, acil haberleşmeyi sağlamak, arama ve kurtarma faaliyeti icra etmek, acil ilk yardım, tahliye, trafik düzenlemesi ve emniyeti sağlamak gibi konularda önemli bir kapasiteye sahiptir ve AFAD ile koordineli olarak görev almaktadır.
AFAD'ın paydaşları sadece TSK ile sınırlı değildir.
Kamu kurum ve kuruluşları (bakanlıklar, valilikler, belediyeler), üniversiteler, Türk Kızılayı gibi büyük STK'lar, özel sektör ve medya da bu sistemin önemli parçalarıdır.
AFAD, bu geniş ağı "Afetlerde Türkiye'nin Ortak Gücü" anlayışıyla koordine etmektedir.
AFAD, yerel yönetimlerle de işbirliği içinde afet ve acil durum hazırlıklarını yapmakta ve koordinasyonu sağlamaktadır.
AFAD'ın görev tanımının "çoklu afet" odaklı olması, Sivil Savunma'nın "savaş" odaklı dar tanımından stratejik bir ayrımı ifade etmektedir.
Bu durum, devletin risk algısını genişlettiğini ve her türlü krize bütüncül bir yanıt verme kapasitesi oluşturma felsefesini benimsediğini göstermektedir.
Bu genişleme, sadece doğal afetlere değil, aynı zamanda KBRN gibi modern tehditlere de proaktif bir yanıt verme yeteneğini içermektedir.
Sivil Savunmanın temel amacı "düşman saldırılarına karşı korunmayken , AFAD'ın kapsamı doğal afetler, teknolojik kazalar, salgınlar ve KBRN tehditlerini kapsayacak şekilde genişlemiştir.
Bu genişleme, devletin güvenlik anlayışının sadece askeri tehditlerle sınırlı kalmayıp, sivil yaşamı ve altyapıyı etkileyen tüm potansiyel krizleri kapsadığını göstermektedir.
Bu "tüm tehlikeler" yaklaşımı, modern afet yönetiminin temelini oluşturmakta ve devletin vatandaşlarına karşı sorumluluğunu çok daha geniş ve kapsamlı bir zemine oturtmaktadır.
Bu yaklaşım, aynı zamanda kaynakların daha esnek ve verimli kullanılmasını sağlayarak, ulusal direnci artırmayı hedeflemektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin afet müdahalesindeki aktif rolü ve AFAD ile koordinasyonu , ulusal güvenlik mimarisinde yeni bir entegrasyon seviyesini işaret etmektedir.
Geleneksel olarak askeriye, sivil savunmanın "arka planında" yer alırken, şimdi doğal afetler de dahil olmak üzere her türlü krizde doğrudan ve koordineli bir aktör haline gelmiştir.
Bu durum, kaynakların daha etkin ve hızlı bir şekilde seferber edilmesini sağlamakta, böylece ulusal güvenlik ve afet müdahale kapasitesini güçlendirmektedir.
Bu entegrasyon, devletin güvenlik stratejisinde esnekliği ve çok yönlülüğü artırma hedefinin bir yansımasıdır.
Sonuç
Sivil Savunma Teşkilatı'nın kapatılarak yerine AFAD'ın kurulması, Türkiye'nin afet ve acil durum yönetimi anlayışında köklü bir dönüşümü temsil etmektedir.
Bu değişim, 1999 Marmara Depremi gibi büyük felaketlerin mevcut savaş odaklı ve parçalı yapının yetersizliklerini acı bir şekilde ortaya koymasıyla hız kazanmıştır.
Deprem sonrası yaşanan koordinasyon sorunları ve toplumsal beklentiler, siyasi iradeyi "bütünleşik afet yönetimi" felsefesini benimsemeye ve tek çatı altında toplanmış, daha kapsamlı bir yapı oluşturmaya itmiştir.
AFAD'ın kuruluşu, devletin güvenlik paradigmasını askeri tehditlerden, doğal afetler ve KBRN gibi sivil tehditleri de kapsayacak şekilde genişleten ideolojik bir değişimi ifade etmektedir.
Bu yeni yapı, risk azaltma, hazırlık, müdahale ve iyileştirme gibi tüm afet yönetim süreçlerini entegre bir şekilde ele alarak proaktif bir yaklaşım benimsemiştir.
Ayrıca, Sivil Savunmadan devraldığı savaş ve seferberlik hali görevlerini de kendi bünyesinde sürdürmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve sivil toplum kuruluşları dahil olmak üzere geniş bir paydaş ağıyla işbirliği içinde çalışan AFAD, vatandaşın rolünü "pasif korunandan" "aktif paydaşa" dönüştürerek toplumsal katılımı teşvik etmektedir.
Bu kapsamlı dönüşüm, Türkiye'nin afetlere karşı daha dirençli, koordineli ve hazırlıklı bir ülke olma yolundaki kararlılığını göstermektedir.
Yazı buraya kadar Sivil savunma neden kaldırıldı ve yerine AFAD'ın kurulması ile ilgili idi, peki AFAD bu boşluğu doldurabildi mi? Sivil Savunmanın kaldırılmasından sonra Yerine İkame edilen AFAD'ın yetersizlikleri nelerdir?
AFAD'ın Afetlerdeki Yetersizliği: Nedenler, ve Çözüm Yolları
Giriş: Fırtınada Yalpalanan Gemi
Türkiye, coğrafi konumu itibarıyla doğal afetlerle sıkça yüzleşen bir ülke.
Depremler, seller, orman yangınları...
Her biri, toplumun dayanıklılığını ve devletin kriz yönetimi kapasitesini sınayan büyük fırtınalar. Bu fırtınalarda dümeni tutan ana kurumlardan biri de Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD).
Kendi misyonunu "Afetlerde Türkiye'nin Ortak Gücü" olarak tanımlayan AFAD, afet yönetimi faaliyetlerini planlama, gerçekleştirme, yönlendirme ve koordine etme görevini üstlenmiştir. Ancak son dönemde yaşanan büyük afetlerde, bu "ortak güç" gemisinin zaman zaman fırtınada yalpalaması, hatta rotasından sapması, kamuoyunda ciddi endişelere yol açmıştır. Toplum, bu geminin neden bazen hedefine ulaşmakta zorlandığını, neden beklenen hız ve etkinlikle müdahale edemediğini merak etmektedir.
1. Kuruluş Felsefesi ve Evrim: Eski Elbiseyle Yeni Dans
AFAD'ın mevcut yapısını anlamak için, Türkiye'nin afet yönetimi tarihine kısa bir yolculuk yapmak gerekir. Ülkenin afetlere müdahale yaklaşımı, zaman içinde önemli değişimler geçirmiştir.
1.1. Tarihsel Dönüşüm ve Merkeziyetçilik
Türkiye'de sivil savunma hizmetleri, Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren, özellikle savaş dönemlerinin getirdiği tehditlerle şekillenmiştir.
İlk düzenlemeler 1928'de "Cephe Gerisinin Havaya Karşı Müdafaa ve Muhafazası Talimnamesi" ile başlamış, 1938'de "Pasif Korunma Kanunu" ve 1958'de "Sivil Müdafaa Kanunu" ile devam etmiştir.
Bu dönemlerde sivil savunma, düşman saldırılarına karşı halkın can ve mal kaybını en aza indirme, hayati tesisleri koruma ve savunma çabalarını halk tarafından destekleme amacı gütmüştür.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında halkın bilgilendirilmesi ve uygulamalara katılımı için çeşitli tedbirler alınmıştır; örneğin, gaz saldırılarına karşı maske kullanımı, sığınak hazırlığı gibi konular halka anlatılmıştır.
Kıbrıs Barış Harekatı döneminde de sivil savunma teşkilatları kurulmuş, sığınaklar tahsis edilmiş ve halkın katılımıyla tatbikatlar düzenlenmiştir.
Ancak bu dağınık yapı, 1999 Marmara Depremi sonrası yaşanan büyük aksaklıklarla sorgulanmıştır.
Bu büyük felaket, Türkiye'de afet yönetimi anlayışında bir dönüm noktası olmuş ve daha entegre bir sistem arayışını tetiklemiştir.
İşte bu arayışın sonucunda, 2009 yılında 5902 sayılı Kanun ile Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kurulmuştur. AFAD'ın kuruluşuyla birlikte, İçişleri Bakanlığı'na bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Başbakanlık'a bağlı Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü gibi kurumlar tek çatı altında birleştirilmiştir.
Bu birleşme, afet yönetiminde "bütünleşik afet yönetim sistemi"ne geçişi hedeflemiştir.
Bu dönüşüm, tıpkı eski bir elbiseyle yeni bir dans denemeye benzetilebilir.
Kurumların birleşmesiyle merkeziyetçi bir yapı oluşmuş, ancak bu yapının eski alışkanlıkları ve yeni sistemin gerektirdiği esneklik arasındaki uyumsuzluklar zamanla ortaya çıkmıştır.
Özellikle 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçişle birlikte AFAD'ın doğrudan İçişleri Bakanlığı'na bağlanması, kurumun "koordinatör kurum olma" felsefesinde ilk yapısal sorunları beraberinde getirmiştir.
Hükümetin AFAD'a yönelen eleştirileri doğrudan kendine yapılmış olarak görmesi, kurumun siyasi bir kalkan haline gelme riskini doğurmuştur.
Bu durum, eleştirilerin yapıcı bir şekilde ele alınmasını zorlaştırarak, sistemin kendi içindeki aksaklıkları giderme potansiyelini zayıflatabilir.
2. Koordinasyon ve İletişim Zafiyetleri: Orkestrasız Senfoni
AFAD'ın en temel görevlerinden biri, afet anında tüm paydaşlar arasında koordinasyonu sağlamaktır. Bu, bir orkestranın uyumlu bir senfoni çalmasına benzer; her enstrümanın (kurumun) kendi rolünü bilmesi ve şefin (AFAD'ın) rehberliğinde bir bütün olarak hareket etmesi gerekir. Ancak afetlerde bu senfoninin bazen orkestrasız kalması, ciddi sorunlara yol açmaktadır.
2.1. Çok Paydaşlı Yapıda Uyumsuzluk
Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP), afet ve acil durumlara müdahale çalışmalarında görev alacak afet grupları ve koordinasyon birimlerine ait rolleri ve sorumlulukları tanımlayan, afet öncesi, sırası ve sonrasındaki müdahale planlamasının temel prensiplerini belirleyen ulusal bir plandır. Bu plan kapsamında,
İçişleri Bakanlığı,
Sağlık Bakanlığı,
Milli Eğitim Bakanlığı,
Türk Kızılay'ı,
Özel sektör, medya, üniversiteler ve çeşitli sivil toplum kuruluşları gibi çok sayıda paydaş bulunmaktadır.
TAMP, bu geniş yelpazedeki aktörlerin afet yönetim süreçlerine entegre edilmesini amaçlar.
Ancak kağıt üzerindeki bu ideal orkestra düzeni, sahadaki gerçeklikle her zaman örtüşmemektedir.
Özellikle 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri gibi büyük ölçekli afetlerde, koordinasyon eksikliği belirgin bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.
Hatay depreminde ilk 72 saatte yeterli ekipman sağlanamaması, yaralıların sevkiyatında aksaklıklar yaşanması ve genel bir koordinasyon eksikliği dile getirilmiştir.
Depremzedeler, haberleşme ve ulaşım sorunlarının yanı sıra, belli bir etnik, dini kimlik veya siyasi görüşe ait olma gibi nedenlerle ihmal edildiklerini düşünmüşlerdir.
Bu durum, TAMP'ın en yüksek seviyesi olan S4 (tüm ulusal kapasitenin müdahaleye katıldığı ve gerektiğinde uluslararası yardım çağrısının yapıldığı seviye) için bile müdahalenin hangi kuruluş/yetkili tarafından başlatılacağının tam olarak belli olmaması ve Afet ve Acil Durum Kurulu'nun varlığına ilişkin kamuoyunda yeterli bilgi olmaması gibi yapısal boşluklardan kaynaklanabilir.
Bu, orkestranın şefi olmadığı veya şefin talimatlarının net olmadığı durumlarda her müzisyenin kendi bildiğini çalmasına benzer bir durum yaratmaktadır.
2.2. Yerel Yönetimler ve STK'larla Entegrasyon Sorunları
Afet yönetiminde yerel yönetimler (valilikler, kaymakamlıklar, belediyeler) ve sivil toplum kuruluşları (STK'lar) kritik öneme sahiptir.
Onlar, afetin kalbinde, halkla doğrudan temas halinde olan, ilk elden müdahale edebilecek aktörlerdir.
Tıpkı bir mahalledeki komşuların, büyük bir felakette birbirine ilk yardım eli uzatması gibi.
Mevzuata göre, yerel düzeyde afet ve acil durum hazırlıkları illerde valilerin, ilçelerde kaymakamların koordinasyonunda tüm kurum ve kuruluşların desteğiyle yapılır.
Türk Kızılayı, AKUT, Ahbap, İHH gibi STK'lar da afet ve acil durumlarda önemli roller üstlenmektedir.
Ancak sahadaki gözlemler, bu aktörler arasındaki entegrasyonun "körler sağırlar birbirini ağırlar" misali, yeterince etkin olmadığını göstermiştir.
AFAD'ın merkeziyetçi yapısı, yerel yönetimlerin ve STK'ların inisiyatif almasını ve hızla hareket etmesini engelleyebilir.
Depremler sonrası, AFAD'ın depolarındaki malzemelerin zamanında dağıtılamaması gibi lojistik sorunlar yaşanırken, ihtiyaç duyulan malzemelerin büyük ölçüde çevre illerden gelen vatandaşlar, STK'lar ve özel sektör temsilcileri tarafından karşılandığı görülmüştür.
Bu durum, merkezi koordinasyonun zayıflığına ve yerel dinamiklerin yeterince değerlendirilemediğine işaret etmektedir.
STK'ların hızlı hareket etme kabiliyetine rağmen, AFAD'ın "yetkili ve yetkin teşkilat" olma rolü, bazen bu gönüllü çabaların etkin bir şekilde sisteme entegre edilmesini zorlaştırmaktadır.
Bu, tıpkı bir futbol maçında, her oyuncunun topu kendi başına sürmeye çalışması ve paslaşmanın unutulması gibi, takım oyununun bozulmasına yol açar.
3. Lojistik ve İnsan Kaynakları Eksiklikleri: Eksik Dişli Çark
Afet yönetimi, iyi işleyen bir makine gibidir ve bu makinenin her dişlisi (lojistik, insan kaynakları) kusursuz çalışmalıdır. AFAD'ın karşılaştığı zorlukların önemli bir kısmı, bu dişlilerin bazen eksik veya yıpranmış olmasından kaynaklanmaktadır.
3.1. Ekipman ve Malzeme Yönetimi
Afet anında en kritik ihtiyaçlardan biri, doğru ekipman ve malzemelerin doğru yere, doğru zamanda ulaştırılmasıdır.
Bu süreç, bir tamircinin alet çantasını düzenli tutmasına benzer; her aletin yerinde ve hazır olması gerekir.
Ancak afetlerde, bu alet çantasının dağınık olduğu veya en kritik anda kilitli kaldığı durumlar yaşanmıştır.
Hatay depreminde, ekiplerin yeterli ekipman sağlayamadığı, araçlarda ekipman olmasına rağmen dağıtımın yapılamadığı belirtilmiştir.
Benzer şekilde, Malatya gibi illerde daha küçük lojistik destek depolarının da benzer sorunlarla karşılaştığı ve malzemelerin zamanında dağıtılamadığı rapor edilmiştir.
Türkiye genelinde 25 AFAD lojistik deposu bulunmasına rağmen, afet sonrası yardım malzemelerinin ayrıştırılması ve dağıtımında ciddi koordinasyon sorunları yaşanmıştır.
Bu durum, afet lojistiği süreçlerinin yeterince etkili yürütülemediğini göstermektedir.
Afet lojistiği, acil ihtiyaçların karşılanması ve kaynakların etkin yönetimi için hayati öneme sahiptir; bu süreçteki aksaklıklar, afetin etkilerini minimize etme çabalarını sekteye uğratmaktadır.
3.2. Personel Yetersizliği ve Liyakat Tartışmaları
Bir geminin rotasını doğru çizebilmesi için kaptanın ve mürettebatın doğru bilgi ve becerilere sahip olması gerekir.
AFAD'ın personel yapısı ve liyakat tartışmaları, bu geminin kaptan köşkünde bazen doğru kişilerin olmadığı endişesini doğurmuştur.
Özellikle 6 Şubat depremlerinin ardından, gönüllü ve görevli aktörler, AFAD yöneticilerinin afete müdahale edecek yeterlilikte olmadığını, en basit organizasyonu yapacak liyakatte olmadıklarını gözlemlediklerini dile getirmişlerdir.
Bu durumun somut örneklerinden biri, Afetlere Müdahale Genel Müdürü'nün ilahiyat fakültesi mezunu olması ve afet yönetimi alanında doğrudan bir geçmişinin olmaması gibi iddialardır.
Bu tür atamalar, kurum içinde ve kamuoyunda liyakat tartışmalarını alevlendirmiş, afet gibi kritik bir alanda uzmanlık ve deneyim yerine başka kriterlerin ön plana çıktığı algısını yaratmıştır.
AFAD'ın kamu kurum ve kuruluşlarının arama-kurtarma ekiplerine eğitim verdiğini belirtmesine rağmen , özellikle büyük afetlerde, nicelik ve nitelik olarak yetersiz arama kurtarma personelinin ancak günler sonra olay yerine ulaşabildiği vurgulanmıştır.
Bu, bir ameliyat masasında cerrahın yerine başka bir meslekten birinin geçmesi gibi bir durumdur; iyi niyetli olsa da, sonuçları felaket olabilir.
Personelin saha deneyimi eksikliği ve yetersiz eğitim, müdahale kapasitesini doğrudan etkilemektedir.
4. Halk Bilinci ve Hazırlık Düzeyi: Uyuyan Dev
Afetlere karşı dirençli bir toplum oluşturmanın temel taşlarından biri, halkın afet bilinci ve hazırlık düzeyidir. Bu, bir ders kitabının sadece basılıp rafa konulması değil, aynı zamanda okunup, anlaşılıp, hayata geçirilmesi gibidir. Türkiye'de bu "ders kitabı" henüz tam olarak kavranamamış, halkın büyük bir kısmı hala "uyuyan bir dev" konumundadır.
4.1. Afet Farkındalığı ve Eğitimlerin Etkinliği
AFAD, "Afet Eğitim Yılı" gibi programlarla 51 milyon vatandaşa afet farkındalık eğitimi vermeyi hedeflemiş, muhtar eğitimleri düzenlemiş ve online eğitim materyalleri yayımlamıştır.
Bu eğitimler, afet bilinci, ilk yardım, yangın söndürme gibi konuları kapsamaktadır.
Ancak, yapılan araştırmalar, halkın afetlere hazırlık düzeyinin genel olarak düşük olduğunu göstermektedir.
Örneğin, 18-23 yaş arası öğrencilerle yapılan bir araştırmada, katılımcıların %74'ünün afetlere hazırlık konusunda hiçbir eğitim almadığı, %85.9'unun afet hazırlık planı olmadığı ve %88.7'sinin acil durum çantası bulunmadığı ortaya konmuştur.
Çanakkale'de yapılan bir ankette, katılımcıların %69.5'i afet tehlikesi olduğunu düşünse de, bu algı her zaman somut hazırlıklara dönüşmemektedir.
Bu durum, ders kitabının yarım kalmış olmasına benzer.
Bilgi veriliyor, ancak bu bilgi yeterince içselleştirilmiyor veya pratiğe dönüştürülmüyor.
Halkın afet bilinci algı düzeylerinin yüksek olduğu belirtilse de, bu algının davranışsal değişime dönüşmesi için daha etkili ve nitelikli eğitimlerin gerekliliği vurgulanmaktadır.
Tarihsel olarak, İkinci Dünya Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı gibi dönemlerde halkın sivil savunma tatbikatlarına ve bilgilendirme faaliyetlerine daha aktif katılımı sağlandığı görülmektedir.
Bu, doğru motivasyon ve organizasyonla halkın afetlere karşı daha aktif bir rol üstlenebileceğinin bir göstergesidir.
AFAD koordinasyonunda hazırlanan Türkiye Afet Risk Azaltma Planı (TARAP), 2022-2030 yıllarını kapsayan ve afet risklerini en aza indirmeyi amaçlayan ulusal bir plandır.
Bu plan, deprem, sel, orman yangınları, KBRN tehditleri gibi 11 farklı afet türünde 17 amaç, 66 hedef ve 227 eylem içermektedir.
Ancak yapılan araştırmalar, Türkiye'deki afetlere hazırlık politikalarının genel olarak etkin bir düzeyde olmadığını göstermektedir.
Özellikle TAMP'ın uygulanabilmesi için iller düzeyinde eylem planlarının oluşturulması öngörülmesine rağmen, afet bölgesindeki birçok il için bu planların ya olmadığı ya da yayımlanmadığı belirtilmiştir.
Bu durum, çekmecede unutulmuş bir reçeteye benzer.
İyi niyetle hazırlanmış, detaylı bir plan olmasına rağmen, uygulama aşamasında aksaklıklar yaşanmaktadır.
Bu, sadece AFAD'ın değil, tüm paydaşların (yerel yönetimler, kamu kurumları, özel sektör) risk azaltma eylemlerini yeterince sahiplenmediği veya uygulayamadığı anlamına gelmektedir. Orman yangınları gibi afetlerde de benzer koordinasyon eksiklikleri ve insani müdahale kapasitesindeki parçalılık gözlemlenmiştir.
Bu eksiklikler, afetlerin fiziksel, sosyal, ekonomik ve psikolojik zararlarını önleme veya en aza indirme hedefine ulaşmayı zorlaştırmaktadır.
Sonuç ve Öneriler: Fırtınayı Göğüslemek İçin Yeni Bir Rota
AFAD'ın afetlerdeki yetersizliği, tek bir nedene bağlanabilecek basit bir sorun değil, aksine karmaşık ve çok boyutlu bir yapının sonucudur.
Merkeziyetçi bir kuruluş felsefesi, paydaşlar arası koordinasyon ve iletişim zafiyetleri, lojistik ve insan kaynakları eksiklikleri ile halkın afet bilinci ve hazırlık düzeyindeki düşük seviye, "fırtınada yalpalayan gemi" metaforunu pekiştiren temel unsurlardır.
Bu geminin rotasını yeniden çizmesi ve fırtınaları daha sağlam göğüslemesi için kapsamlı bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.
Bu bağlamda, aşağıdaki öneriler birer "deniz feneri" görevi görebilir:
Yapısal Reformlar ve Ademi Merkeziyetçilik: AFAD'ın merkeziyetçi yapısı yeniden gözden geçirilmeli, yerel yönetimlere ve il afet ve acil durum müdürlüklerine daha fazla yetki ve kaynak aktarılmalıdır. Karar alma süreçleri hızlandırılmalı ve yerel dinamiklere uygun çözümler üretilmesine olanak tanınmalıdır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin AFAD'ın bağımsız koordinatör rolüne etkisi detaylıca analiz edilmeli ve gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Koordinasyonun Güçlendirilmesi ve Gerçek İşbirliği: TAMP gibi planlar kağıt üzerinde kalmamalı, tüm paydaşlar (kamu kurumları, yerel yönetimler, STK'lar, TSK, özel sektör) arasında gerçek bir işbirliği kültürü oluşturulmalıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) afetlerdeki arama-kurtarma, tahliye, lojistik destek gibi önemli kabiliyetleri AFAD koordinasyonunda daha etkin kullanılmalı ve bu işbirliği protokolleri güçlendirilmelidir. STK'ların hızı ve esnekliği, bürokratik engellere takılmadan sisteme entegre edilmelidir. Ortak tatbikatlar ve iletişim platformları geliştirilerek, kriz anında "kimin ne yapacağı" sorusu ortadan kaldırılmalıdır.
Liyakat ve Kapasite Artışı: AFAD personelinin niteliği ve niceliği artırılmalı, atamalarda liyakat ve uzmanlık esas alınmalıdır. Afet yönetimi alanında uzmanlaşmış kadroların yetiştirilmesi ve sürekli eğitimlerle mevcut personelin yetkinliklerinin geliştirilmesi hayati önem taşımaktadır. Lojistik altyapı güçlendirilmeli, afet depolarının sayısı ve etkinliği artırılmalı, dağıtım ağları kriz anında kesintisiz çalışacak şekilde optimize edilmelidir.
Toplumsal Direnç ve Sürekli Eğitim: Halkın afet bilinci ve hazırlık düzeyi, sadece "Afet Eğitim Yılı" gibi kısa süreli kampanyalarla değil, sürekli ve pratik eğitimlerle yükseltilmelidir. Okul müfredatlarına afet bilinci dersleri entegre edilmeli, mahalle bazında afet gönüllüsü eğitimleri yaygınlaştırılmalı ve her ailenin afet planı ve acil durum çantası edinmesi teşvik edilmelidir. Halkın afetlere karşı "uyuyan dev" olmaktan çıkıp, "uyanık ve hazırlıklı bir güç" haline gelmesi için yerel yönetimlerin ve STK'ların da aktif rol aldığı, kapsayıcı eğitim modelleri geliştirilmelidir.
Türkiye, afet gerçeğiyle yüzleşmek zorundadır. Bu fırtınaları en az hasarla atlatabilmek için, AFAD'ın ve tüm paydaşların eksik dişlilerini tamamlaması, orkestrasını uyumlu hale getirmesi ve halkı bu büyük senfoninin aktif bir parçası yapması gerekmektedir. Ancak bu şekilde, gelecekteki fırtınaları güvenle göğüsleyebilir ve daha dirençli bir toplum inşa edebiliriz.
Post a Comment