Niğbolu zaferi |
NİĞBOLU ZAFERİ
Batı Avrupa’nın, Doğu Hıristiyanlığı ile birlikte doğrudan Türkler’i hedef alan ilk ciddi askerî harekâtı şeklinde de nitelenmiştir.
Seferin ana sebebi Türkler’in Balkanlar’daki önlenemez ilerleyişini durdurmak, tehlike altındaki Macaristan’a yardımcı olmak, böylece Batı Avrupa’nın güvenliğini sağlamaktır.
Kuşatma altındaki İstanbul’un kurtarılması, Bizans’a yardımda bulunulması amacı ise ikinci planda düşünülmüştür.
Avrupa’da XIV. yüzyıl sonlarında genel durum böyle büyük bir ittifak için uygundu. Yüzyıl savaşlarının ilk safhası sona ermiş (Mart 1396), Fransa ve İngiltere arasında bir mutabakat sağlanmıştı. Roma’daki Papa IX. Boniface ve Avignon’daki Papa (anti-papa) XIV. Benedict böyle bir seferi destekleyici bildiri yayımladılar. En dikkat çekici propagandacı ve faal bir Haçlı olan Phillippe de Mézière, İngiliz Kralı II. Richard’a bir mektup yazarak Fransa Kralı VI. Charles ile iş birliği yapması çağrısında bulundu. Burgundiya, Orleans, Lancaster dükleri yardıma hazır olduklarını bildirdiler.
Macar kralının gönderdiği Gran Başpiskoposu Johann de Kanizsa başkanlığındaki elçilik heyeti önce Venedik’e (Ocak 1395), oradan Lyon’a ve Burgundiya’ya gitti, ardından Paris’e geçti (6 Ağustos) ve Fransa kralı ile buluştu.
Haçlı müttefikleri sefer hazırlıklarını süratle yaptılar, gerekli maddî destek kolaylıkla sağlandı.
Eflak Voyvodası Mirčea, Osmanlılar’la yaptığı mücadele dolayısıyla biraz da gönülsüz olarak Macarlar’ın yanında yer aldı.
İtalyan denizci devletleri ve Rodos şövalyelerinden yardım vaadi alındı. Fransız kuvvetleri, Nisan 1396’da Dijon’da Burgundiya dükünün yirmi dört yaşındaki oğlu Jean de Nevers kumandanlığında toplandı.
Bar dükünün oğlu Philippe, Guy de la Trámouille, kardeşi Guillaume, Amiral Jean de Vienne ile Chasseron hâkimi Oudard’dan oluşan bir danışma kurulu oluşturuldu. Daha sonra bütün Haçlı ordusunun Buda’da (Budin/Budapeşte) bir araya gelmesi kararlaştırıldı.
Fransızlar 1500’ü okçu, 6500’ü piyade, diğerleri şövalye toplam 10.000 kişiyle Buda’ya ulaştı.
Onlara Alman prensleri (Bavyera, Saksonya, Hesse, Luxemburg vb.) 6000 kişiyle katıldı. İngilizler, Huntington Kontu John Holland emrinde 1000 kişiyle geldi.
Lehistan, Bohemya, İtalya, İspanya şövalyeleri ve birçok maceraperest 13.000 kişiyle Buda’da idi.
Mirčea’nın 10.000 kişilik kuvveti vardı. Rodos şövalyeleri ve İtalyan gemileri Karadeniz yoluyla Tuna ağzına girmişti. Ordunun asıl ağırlığını 60.000 kişilik kuvvetle Macarlar oluşturuyordu.
Böylece müttefik Haçlı kuvveti 100.000 dolayına ulaşmıştı. Buda’da toplanan bu muazzam ordu (1396 Temmuz sonu) Sigismund’u fazlasıyla memnun etmiş ve gururlandırmıştı, ancak aşırı saldırı hisleriyle değil daha ihtiyatlı ve Türk kuvvetlerinin durumuna göre savunma stratejisiyle hareket edilmesi taraftarıydı.
Onun bu düşüncesi güçlü ve kalabalık ordularına güvenen Batılı liderler için hiç de cazip değildi; onlar, Hıristiyanlık ve şövalyelik onuruyla hızlı ve seri bir biçimde ilerleyerek Türkler’i mahvetmek, İstanbul’u aşıp doğrudan Kudüs’e yürümek istiyorlardı.
Orduda bulunan ve seferin tarihini kaleme alan Froissart’a göre bütün “Türkiye” fethedilecek, Suriye ve mukaddes yerlere ulaşılacaktı.
Batı’da bu gelişmeler olurken 1394’te Tuna bölgesine seri bir hücum yaparak sınır hattındaki Macar kalelerini tehdit eden, Silistre ve Niğbolu’yu ele geçiren Yıldırım Bayezid, İstanbul’un ablukasını sürdürüyordu.
Macarlar’la savaş hali devam ettiğinden Batı’daki gelişmeleri de yakından takip ediyordu. Froissart’a göre Milano Dukası Gian Galeazzo, Haçlı ittifakı hakkında Yıldırım Bayezid’e haber göndermişti; ancak bu bilginin sıhhati şüphelidir.
Zira Yıldırım Bayezid’in böylesine büyük bir Haçlı yürüyüşünü haber alır almaz acele ile hareket etmiş olması önceden bir duyum alınmadığına yahut onun böyle bir harekâtı beklemediğine işaret eder.
Fakat Osmanlı ordu sistemi, beklenmedik olaylar ve böyle âni bir harekât için hızla teşkilâtlanma ve bir araya gelme konusunda tecrübeye sahipti. Yıldırım Bayezid süratle Niğbolu istikametine giderken savaş halindeki diğer birlikleri de Niğbolu’ya kaydırmıştı. Buraya ulaşıldığında ordu mevcudu 60-80.000 arasındaydı ve bunların bir bölümü çok geç olarak orduya katılabilmiş, yorgun kuvvetlerdi.
Batı kaynaklarındaki, Osmanlı ordusunun miktarının Haçlılar’dan daha fazla olduğu bilgisi (200-400.000 arası rakamlar verilir) doğru değildir.
Genellikle araştırmacılar Osmanlı kuvvetlerini 100.000 civarında gösterip Haçlı ordusu ile denk durumda bulunduğunu belirtirlerse de sayının 80.000’e ulaşmadığı söylenebilir.
Haçlı kuvvetlerinin sözcüsü Enguerrand de Coucy, Türkler’in hareketi beklenmeksizin bir an önce saldırıya geçilmesi yolundaki görüşleri Sigismund’a kabul ettirince Haçlılar, Orsova yakınlarında Tuna’yı aşıp Osmanlı topraklarına girdi.
Buraya kadar Katolik halkın yaşadığı alanlarda ilerledikleri halde askerin disiplinsizliği yüzünden geçtikleri yerlerde baskı ve şiddet uygulamakta geri kalmadılar. Bu durum Osmanlı topraklarına girince daha da arttı.
Batılı tarihçilere göre o dönemlerin genel tavrına uygun olarak orduda tam bir disiplinsizlik, sefahat ve uygunsuz hareketler hâkimdi. Haçlılar, önce Osmanlılar’a tâbi olan Bulgar Prensi Straşimir’in kendileriyle iş birliği yapması sonucu Vidin’e girdiler, buradaki küçük bir Türk birliğini tamamen imha ettiler.
Bu olay dolayısıyla Jean de Nevers ve 300 kadar asilzade şövalye unvanını aldı. Ardından iki kat surla çevrili, az sayıda bir Türk garnizonunun savunduğu Rahova Kalesi’ne saldırdılar.
Eu Kontu Philippe d’Artois ile Mareşal Boucicaut (Jean de Meingre) kumandasındaki Fransızlar kaleyi almakta başarılı olamayınca Sigismund yetişerek bunları takviye edip bozgunu önledi ve kale ele geçirildi.
İçindekilerin çoğu katledildi. Haçlı kaynakları bu harekât sırasında Tuna civarında irili ufaklı birçok istihkâmın da alındığını belirtir. Haçlılar seferin en önemli hedefi olan Niğbolu önlerine gelip kaleyi kuşattılar (10 Eylül).
Fakat Niğbolu’daki Osmanlı muhafızları, kalenin son derece sarp bir mevkide bulunmasından da yararlanarak onlara karşı şiddetle direndi. Haçlılar ise önlerine çıkacak kuvvetlere karşı savaşmak amacıyla organize edilmişlerdi ve kale muhasarası ile fazlaca oyalanacaklarını düşünmemişlerdi.
Bu sebeple kuşatma başarısız birkaç saldırının ardından ablukaya dönüştü ve bir bakıma Yıldırım Bayezid’in hareketine fırsat tanınmış oldu.
İlk Osmanlı kaynaklarında, 130.000 kişilik Haçlı ordusunun Eflak ilinden Tuna’yı geçip Niğbolu’ya geldiğini duyan Yıldırım Bayezid’in İstanbul kuşatmasını hemen kaldırıp alelacele topladığı askerlerle birlikte Niğbolu’ya doğru hareket ettiği belirtilirse de savaşın safhaları hakkında ayrıntılı bilgi yer almaz, kronoloji olarak da savaş farklı bir yere yerleştirilir, bazılarında da Macar seferiyle karıştırılır.
Savaşın tek görgü şahidi olarak yazdıkları bugüne ulaşan, kıraat ve hadis âlimi olup Bayezid’in yanında bulunan İbnü’l-Cezerî haberin İstanbul kuşatması sırasında geldiğini, onları Osmanlı topraklarına girmeden önce karşılamak için Bayezid’in harekete geçtiğini yazar.
Bu tarihin Şevval 798’den (Temmuz 1396) hemen sonra olduğu, Yıldırım Bayezid’in temmuz sonundan eylül başına kadar gerekli hazırlıkları tamamlamaya çalıştığı anlaşılır. Ayrıca haberin Osmanlı tarafına Haçlılar’ın Niğbolu’ya geldikleri esnada değil Buda’dan hareket ettikleri sırada ulaştığı da ortaya çıkar.
Edirne’de birkaç gün kalan Yıldırım Bayezid Tırnova’ya geçti, ordusunun geri kalan kısmını burada topladı. Haçlılar’ın durumundan haber almak için Evrenos Bey’i ileri yolladı.
Evrenos Bey, Niğbolu önlerine kadar gelip bu arada Macar kralının adamlarından Belgrad bölgesi banı Johann Maroti’nin kuvvetleriyle çarpıştı (Feridun Bey, I, 122). Bu bilgi Haçlı kaynaklarıyla da doğrulanır.
Maroti’nin görevi de tıpkı Evrenos gibi Tırnova’ya ilerleyen Osmanlılar hakkında bilgi toplamaktı. Bu küçük çarpışma her iki taraf için de sonuçsuz kaldı. Evrenos Bey bu kuvvetleri bozguna uğrattığını bildirip alabildiği haberleri Yıldırım Bayezid’e ulaştırırken Maroti de Türkler’in Niğbolu’ya yaklaştığını krala bildirdi.
Bu arada Osmanlı kaynaklarında Evrenos’un haber almadaki başarısızlığı üzerine Yıldırım Bayezid’in bizzat gece karanlığında kale önlerine kadar gidip Niğbolu’daki kale dizdarı Doğan Bey ile konuştuğu yolundaki anekdotun doğruluğu şüpheli olmakla birlikte Yıldırım Bayezid’in cüretkâr kişiliği böyle bir ihtimalin bütünüyle göz ardı edilmemesi gerektiğini düşündürür; savaş fetihnâmesinde de Haçlılar’ın durumu hakkında kale dizdarı Doğan Bey’den haber alındığı yolunda bilgiler bulunur.
Yıldırım Bayezid, 22 Eylül’deki bu küçük çaplı çatışmanın ardından 24 Eylül’de Niğbolu yakınlarında ordugâhını kurdu, burası Tuna’ya 4 mil mesafedeydi.
Savaş ertesi gün Haçlı kuvvetlerinin saldırısıyla başladı. Yıldırım Bayezid muhtemelen aldığı haberlerin de yardımıyla Haçlılar’ın durumunu öğrendiği için ordusunu bir saldırıya karşı savunma planı içerisinde düzenlemişti. İbnü’l-Cezerî’nin savaş arefesinde Osmanlı tarafı kuvvetlerinin azlığından, 12.000 kişilik kuvvetiyle Bayezid’in yalnızca bir oğlunun (muhtemelen Şehzade Süleyman) Niğbolu’ya gelebildiğinden söz etmesi dikkat çekicidir.
Bu sebeple büyük güçlük çekildiğini belirten İbnü’l-Cezerî, Bayezid’i etkili sözlerle harekete getirdiğini de bildirir. İlk saldırıya geçen “Güney Frenkleri”nin 200.000-400.000 kişi olduğunun söylenmesine rağmen o bunların gerçekte 30.000 kişiye ulaştığını tahmin eder.
Fakat savaşın safhaları hakkında daha fazla ayrıntı vermez (Câmiʿu’l-esânîd, vr. 17a-18a). Osmanlı kaynakları Yıldırım Bayezid’in kuvvetlerini üçe ayırdığını belirtirken Haçlı kaynakları önde düzensiz birliklerin bulunduğunu, hemen arkalarında hücumu karşılamak üzere kazıklar dikilmiş olduğunu, bunun arkasında asıl savaşçı güçlerin ve okçuların yerleştirildiğini, en arkada Bayezid’in kendi kuvvetleriyle Sırp vasalı Lazarevic’in askerlerinin pusuya yatırıldığını yazar.
Fetihnâmedeki bilgiler doğru kabul edilecek olursa Osmanlı ordusu sağ kolda Şehzade Emîr Süleyman Çelebi ile Vezîriazâm Çandarlı Ali Paşa, Rumeli Beylerbeyi Fîruz Bey, Malkoç Bey, Timurtaş Bey; sol kolda Şehzade Mustafa, Anadolu Beylerbeyi Timurtaş Paşa, Karaman beyleri Mehmed, Turhan, Beşir, Tâhir ve ortada Yıldırım Bayezid’in kendisi yer almıştı. Hücum düzeni alan Haçlılar uzun tartışmalardan sonra öncülüğü Fransızlar’a verdiler.
Onları 1000 adım mesafede ikinci saf olarak Sigismund’un kuvvetleri (Macarlar, Almanlar, Rodos şövalyeleri, Bohemya ve Leh askerleri) izliyordu, bunların sağ kanadında Transilvanya Voyvodası Laczkovic, sol kanatta Eflak Voyvodası Mirčea bulunuyordu.
Osmanlı ordusuna karşı ilk hücumu ön safta saldırma hakkını elde eden Fransız güçleri gerçekleştirdi.
Ağır zırhlı süvari saldırısını Osmanlı öncü birlikleri karşıladı ve geri çekilerek onları kazıklı müdafaa hattının önüne getirdi.
Âdeta uçları sivriltilmiş kazıklardan bir ormana benzeyen bu hattın arkasındaki okçular ok fırlatarak duraklayan Haçlı hücumunun hızını iyice kestiler.
Şövalyelerin büyük kısmı oklarla yahut kazıklara takılarak yaralanan atlarından indi, bir bölümü de kazıkları çıkarıp yol açmakla uğraştı. Buradaki mücadele sırasında başıboş kalmış atların bir kısmı ordugâha geri döndü, bunu gören ve Fransızlar’ın savaş sisteminden habersiz olan Macarlar onların yok edildiğini zannettiler ve ordugâhta bir panik başladı.
Kazıklı alanda açılan yoldan saldıran Fransızlar fetihnâmeye göre Rumeli kolu üzerine yürüdü ve bunları bozdu.
Fakat sol koldaki Şehzade Mustafa ile Anadolu Beylerbeyi Timurtaş Paşa, tepeye doğru çekilen Osmanlı askerlerini üzerlerinde ağır zırh olduğu halde ve atları kaçtığı için yaya olarak takip etmeye koyulan Haçlılar’ı âni bir saldırıyla çevirdiler.
Bunların birçoğu hayatını kaybetti, bir kısmı da esir alındı. Ölenler arasında Amiral Jean de Vienne de vardı. Ordunun idaresini üstlenen Jean de Nevers ile yanındaki bazı asılzadeler ise teslim olmuştu.
Fetihnâmeye göre tam zafer kazanılmış ve savaş bitmiş sanılırken pusuda bulunan Macar kumandanı Nicholas de Gara idaresindeki 30.000’den fazla askerin Macar kralı ile birleşip Anadolu askerine saldırdığı bilgisi yer alır.
Bunlar birbirine karışmış, Anadolu sipahilerinin üstlerinde Macarlar’a benzeyen zırh ve başlarında tolgalar bulunduğundan kimin hangi tarafa ait olduğu anlaşılamamış ve bu karışıklıkta Yıldırım Bayezid’in ordugâhı tehdit altında kalmıştır.
Haçlı kaynaklarında ise Sigismund’un kuvvetlerini toplayarak âni saldırısının Osmanlı merkez gücü yeniçeri ve azaplar arasında karışıklığa yol açtığı, fakat son anda Lazarevic’in emrindeki Sırp kuvvetlerinin yetişmesiyle Sigismund’un saldırısının püskürtüldüğü, kralın kaçarak Tuna’da küçük bir gemiye binip canını kurtardığı bilgisi bulunur.
Osmanlı kroniklerinden sadece Tâcüt-tevârîh’te bu son saldırı sırasında bizzat çarpışmaya giren Yıldırım Bayezid’in bir topuz darbesiyle atından yere düştüğü ve hizmetkârlarından biri tarafından kaldırılıp ata bindirildiği belirtilir (I, 143-145).
Osmanlılar’ın kesin zaferiyle sonuçlanan savaşta kayıplar konusunda kesin bir rakam yoktur.
Tahminler Osmanlı tarafının 30.000 dolayında kaybı olduğu, Haçlılar’ın ise bundan daha fazla kayba uğradığı yolundadır. Başta Jean de Nevers olmak üzere Eu Kontu Philippe d’Artois, La March Kontu Jacques de Bourbon, Enguerrand de Coucy, Henry de Bar ve Guy de la Trámouille, Mareşal Boucicaut gibi asilzadeler esir alınmış, daha sonra fidyeleri ödenerek bunların sağ kalanları vatanlarına dönebilmiştir.
Macar kralı ise yanındaki az sayıda adamıyla o sırada nehirde bulunan birkaç yük kayığından birine zorlukla binerek Tuna ağzındaki Haçlı donanmasına ulaşmış ve İstanbul’dan geçip Venedik’e gitmiştir.
Niğbolu Savaşı, klasik anlamda öğeler taşıyan ve eski Haçlı seferleri hülyalarıyla beslenmiş son Haçlı seferidir.
Bu bozgun, Batılı araştırmacılar tarafından genellikle Türkler’le yapılan savaşlar dolayısıyla tecrübeli olan Macarlar’ın savaş taktiğini dinlemeyen ve zaferi kendilerine mal etmek isteyen Eu Kontu ve Boucicaut’nun düşüncesiz saldırısına, müttefiklerin aralarında ortak bir savaş planının olmayışına, ordunun tam bir disiplinsizlik, ahlâk dışı hareketler ve sefahat içinde olmasına, herhangi bir kriz planının bulunmamasına, kendilerine aşırı güvenmelerine, topografyayı iyi incelememelerine bağlanır.
Buna karşılık Yıldırım Bayezid arazi şartlarını kendi lehine çok iyi kullanmış, ormanlık alana askerler gizlemiş, Haçlılar’ı hareket kabiliyetlerini kısıtlayacak bir alana mahkûm etmiştir.
Yıldırım Bayezid’e bütün İslâm dünyasında büyük bir şöhret sağlayan bu savaş sonucunda Osmanlılar’ın Tuna’ya uzanan kesimdeki hâkimiyetleri sağlam hale gelmiş, Balkanlar’daki konumları güçlenmiş,
Macarlar için Osmanlı tehdidi daha da büyümüş, Bizans’ın ise ümitlerini dindaşlarına değil Doğu’da beliren ve düşmanlarıyla aynı dünyaya mensup yeni bir güce bağlamasına yol açmıştır.
Kaynak : TDV islam ansiklopedisi/Niğbolu
Yorum Gönder