Anadolu Selçuklu devleti ve yassı çemen savaşı, Muhammed Şâh'ın oğlu Celâl ü'd-dîn Mengübirti -ki en son ve en şöhretli Hârezm şahıdır- yalnız doğuda Alâü'd-dîn tarafından Cengiz Hân üzerine açılan muharebede devanı ile iktifa etmeyerek, batıda dahi, Rûm (Anadolu) Selçuklularının en kuvvetlisi olan Alâü'd-dîn Key-kubâd aleyhine sınama muharebelerine çabucak başladı.
Yassı çemen savaşı
Alâü'd-dîn'in Ahlat valiliğinde bulunan yeğeni şehrin anahtarlarını bir miktar akçe mukabilinde muzaffer Hârezmşâh' teslim etmesi üzerine, Selçuklu Sultanı kendisinin yirmi bin süvarisi ve müttefiki olan Beynü'n-nehreyn (Mezopotamya) ve Ermeniyye hükümdarı Eyyûbîler'den Melik Eşref Mûsâ tarafından gönderilip de o kuvvete iltihak eden beş bin asker ile hainin üzerine hücum ederek, İslâm'ın vekâyî cedvelinin kaydettiği en kanlı muharebelerden biri olmak üzere vukua gelen büyük çarpışmada yeğenini tam bir hezimete uğrattı (627/1229).
Erzincan yakınlarında Yassı çemen nam mahalde cereyan eden bu harbden dört sene sonra (631/1233) Ahlat, Alâü'd-dîn'in yeğeni olan prensin iktidarının pençesine düştü.
O vakit Alâü'd-dîn'in aleyhine Mısır Sultânı Melik Kâmîl'in riyasetinde on yedi hükümdardan mürekkep bir ittifak hey' eti teşekkül etti.
Müttefik askerleri, Rum (Anadolu) Kıta'sını Suriye'den ayıran Gök-sun'un (eski adı Kalikadnus) iki tarafında durdular.
Hama Emîri Melik Muzaffer, Harput'u zapt etmek üzere iki bin beş yüz süvari ile Fırat'ın öte tarafına gönderildi.
Melik Muzaffer bu şehirde Alâü'd-dîn'in muhasarasına uğrayarak, teslim olmak mecburiyetinde kaldı.
Alâü'd-dîn ise hasmını şerefiyle mütenasip bir hıl'at giydirdikten sonra iade etmek âli-cenablığında bulundu.
Ertesi sene Mısır hükümdarları ittifak heyeti bozulmuş olduğundan, Alâü'ddîn, Harran, Ruha, Erzincan, Çemişkezek ile eski Sîd şehrini ele geçirdi ve bu şehrin yakınında bugün onun ismiyle yâd edilen Alâiye şehrini ve Erzincan yakınlarında Kubâdiye'yi inşâ ettirdi.
Alâü'd-dîn, hükümranlık dairesine giren dokuz beldeyi -ki Sivas, Amasya, Anamur, Konya bunlardandır- camiler, tekkeler, medreselerle süslediği gibi, ikametgâhı olan Konya'nın etrafına yüksek duvarlar yaptırmıştır.
Sultan Alaaddin ve Mevlana
Bu muhtelif şehirleri hususî bir tılsımın himâyesi altına koymak arzusuyla pederi Bahâü'd-dîn ile birlikte Buhara'dan gelip de Rûm (Anadolu)'da mesken tutan ve bundan dolayı Rûmî unvanıyla anılmakta olup o asrın en büyük tasavvuf şâiri bulunan- Mevlâna Celâlü'd-din'den kendisi için bir kitabe istedi.
«Efendimiz», yânı «Muhibbimiz» demek olan «Mevlânâ»,
Hâlâ Osmanlı memleketlerinde mevcut ve en muteber bir tarikat olan Mevlevi Dervişleri tarikatının kurucusudur.
Tarikatın merkezi ve başlıca emlâki Konya'dadır.
Birinci reisi, pederi ve oğluyla birlikte «Âlem-i Kuds'ün ve Maârif-i Sûfiyyenin Sultânı» unvân-ı iftiharını almış olan Celâlü'd-dîn âile-i mukaddesesinin türbeleri de Konya şehrindedir.
Bahâü'ddîn Sulğınü'l-Ulemâ, oğlu Celâlü'd-dîn Emîri Sultân, veyahut Mevlânâ Hünkâr (yâni imparator), torunu Sultân Veled (veled, oğul demektir) isimleriyle yâd olunurlar.
Fars edebiyatının Anadolu'ya girişi Mevlana iledir
Cengiz li kabilelerinin Ceyhun'un öte tarafını ve bu tarafını istilâsında ulema kütüphanelerinin ve medreselerinin henüz tütmekte olan enkazı arasından kendilerini kurtararak, Asya'nın batı nihayetlerinde ve Keykubad'ın yanında -artık Hârezm şahının te'min edememekte olduğu- bir ilticâgâh aramağa gelmiş idiler.
Fars edebiyatı da işte Ceyhun kenarlarından Adalar denizi sahillerine hicret eylemiştir.
Halîfe Nâsirü'd-dîn'llâh, asrının en mütebahhir fakîhi olan Şehâbü'd-dîn Sühreverdî'yi sefir sıfatıyla Keykubâd'a gönderdi ve Alâü'd-dîn'e «Âzamü's Selâtîn» (Sultanların en Büyüğü) unvanının verildiğini bildiren bir beratı Sühreverdî'ye tevdîen yolladı.
Beş bin süvari, bütün şeyhler ve âlimler Halife'nin elçisini istikbâle çıktılar.
Şebâbü'd-dîn gerek ilimlere muhabbetinden, gerek hakkında gösterilen hürmet kârlık eserlerine teşekkür olmak üzere, Şeyh Nec-mü'd-dîn'in Sultân Alâü'd-dîn'e armağan etmiş olduğu meşhur bir eseri tashih etti.
Bu hükümdar, ulemayı himayesinden ve kendisinin ilim ile iştigalinden dolayı ilim adamlarının hürmetini kazanmıştı.
Gündüz ve gecelerini üçer kısma ayırmıştı:
Gündüzün bir kısmını hükümet işlerine;
İkincisini ulema ve meşâyîh ile sohbet etmeğe;
Üçüncüsünü târih mütalâasına hasr ederdi.
Gecenin de yalnız bir kısmını uykuya sarf ederek, üçte ikisini ibadete ve ahlâkî kitaplar okumağa tahsis eylerdi.
Fâtih sıfatıyla Sultan Mahmud-ı Ğaznevî'yi ve bir hükümdar sıfatıyla Vaşmgîr'in oğlu meşhur Kaabus'u numûne'i imtisal olarak kabul etmişti.
Kendi şahsında her ikisinin vasıflarını toplamağa muvaffak olmuştur.
İlimler ve sanatlara muhabbetinin delili olmak üzere inşa ettirdiği yüce eserlerden başka, hükümetinin büyüklüğü ve genişliği, ailesinden hiçbir hükümdarın onun derecesine vasıl olamadığını ispat etmektedir.
On yedi sene Rûm Selçuklularının en sevgili ve en bahtiyar hükümdarı olduktan sonra, Erzurum yakınlarında bina eylediği Kubâdiye sarayında kendi oğlu tarafından zehirlenerek, irtihal eyledi (635/1237)187.
Babasını zehir ile öldüren Sultan Gıyâsüd-dîn Keyhusrev
Gerçi hükümetinin ilk senelerinde intizamsız zevklerine hal verecek, ve ihtiraslarının azgınlığına mâni olacak bir hâdise olmamış, ve cinayetinin cezasını namları Husrev'ler, Halifeler tarihlerini lekelemekte olan peder katilleri gibi az bir zaman içinde görmemiş ise de, yine onların cezasından daha naiff ve daha süratli olmamıştır.
Saltanat tahtına cülusunu müteakip bir çifte düğün yaptı:
Hemşiresini Haleb Emîri Melik Azîz'e vererek, kendisi de -Keyhusrev namını minberlerde yâd ettirmek olan bu hükümdarın kızını aldı.
Melik Azîz tarafından damadı hakkında gösterilen ta'zîmât, Gıyâsü'd-dîn'in yeni zevcesi hakkında muhabbet ve hürmeti celbedemedi.
Bu refikasına gayet lakaydın muamele göstererek, Gürcistan hükümdarının kızı olan ikinci zevcesine aşkını hasretti.
Bunun o kadar büyüleyici bir tesiri olmuştu ki, paralar üzerine hâk ettirmek suretiyle ismini idâme etmek arzusunda bulunurdu.
Lâkin İslâm'ın esasa müteallik kaidelerini alenen boş veren bu tasavvura memleketin ekâbirleri muhalefet ettiklerinden, Keyhusrev fikrini ifade edebilecek bir işaret buldu: Arslan, hükümdar olan sultanın.
Güneş onun zevcesi olan sultanın timsali olduğu cihetle, meskukâta -arslan'ın başı üstüne bitişik bulunmak üzere- güneş kursu hâkettirdi.
O surette ki güneş Arslan'dan ziyade göze çarpmakta, ve ışıklarıyla Arslan'ı aydınlatıyor zannolunmakta idi.
Eski güneş ve Arslan hiyeroglifinin taklidi demek olan bu ireskûkât zamanımıza kadar muhafaza olunmuştur.
Yine o işareti taşıyan eski ıran madalyalarıyla şimdiki İran «Şîr-ü Hûrşîd» nişanı arasında bir mevki tutmakta ve ortaçağ yadigârı olan bu alâmet, Şark'ın eski ve yeni işaretlerini birleştirmektedir.
İlyas baba isyanı
Gıyâsü'd-dîn'in saltanatı birinci defa olarak, kutsiyet perdesi altında halkı ayaklandırmağa muvaffak olan Baba İlyas namında birinin emrine tâbi dervişlerin ayaklanmalarıyla sarsılmıştır.
Asi fırkası Sultanın askeri tarafından perişan edilerek, ilyas Baba, suç ortağı olan İshâk ile beraber ele geçirildi.
Lâkin mağlûp, galibin fikrini o dereceye kadar büyüleyebildi ki, Mevlânâ Celâlü'd-dîn ile beraberindeki takva sahibi Mevlevi şeyhleri Sultan'ın sarayından çekildiler.
Selçuklunun Moğollara itaati
Gıyâsü'd-dîn Keyhusrev'in hükümdarlığının yedinci senesi, Moğollar Küçük Asya'yı istilâ ettiler (641/1243).
Sultân, bunların karşısına çıkarak, Erzincan civarında hasmına yetişti.
Lâkin askeri birdenbire bir korkuya kapılarak firar etti.
Moğollar Ahlat ve Diyârıbekir'e (Âmid) hâkim oldular.
Keyhusrev bir kaleye sığınarak, oradan Moğol hânına itaatini ilân etti.
Küçük Asya Selçuklu Hükümeti'nin istiklâli işte bu şekilde sona ermiş oldu.
Peder kaatili üzerine ayaklanan emirler -ki Gıyâsü'd-dîr'i o cinayetinden başka, devlete hıyanet töhmetiyle de suçlamaktaydılar kendisini boğmak suretiyle (657/1258), saltanat tahtına oğulları Rüknü'd-dîn Kılıç Arslan ile İzzü'd-dîn Keykâvus'un ikisini birden oturttular.
Bu iki şehzade, Bağdad'ın zaptından sonra, Cengiz sülâlesinden Men-gû'nun biraderi ve kaaim-i makamı Huîâgû'nun nezdine gittiler;
Hülâgû bunları bir müddet nezdinde tutmakla, küçüklükleri sebebiyle veziri Süleyman Pervâne'yi vasi tayin ettikten sonra, memleketlerine iade etti.
İki birader arasında anlaşmazlık zuhuru gecikmedi.
Rüknü'd-dîn saltanat kudretini elde etmeğe muvaffak olarak, îzzü'd-dîn Alâiye tarîkıyla Kostantiniyye'ye firar etti (653/1255).
Yorum Gönder