KENDİME YAZILARIM
Türkiye sosyolojisi siyaset ekonomi tarih felsefe ve genel kültür düzeyinde makaleler

Diyanet ve din işlerine düzenleme: İnanç vergisi

Osmanlı'da dini harcamalar nereden nasıl karşılanıyordu, Günümüz Türkiye'sinde İnanç vergisi uygulanabilir mi?
İnanç_vergisi

Kaynağı haram olan para helal kazanca dönüşür mü?


İslam dinine göre haram olan bir gelirden kişisel ya da devlet olarak faydalanmak caiz değildir. Bu, hem Kur'an-ı Kerim'de hem de hadislerde açıkça belirtilmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de haram olan bir gelirden faydalanmanın da haram olduğu birçok ayette belirtilmiştir. 
Örneğin, Maide Suresi 87. Ayet:

"Allah'ın haram kıldığı şeyleri helâl sayanlar, şüphesiz büyük bir günah işlemişlerdir."

Hadislerde de haram olan bir gelirden faydalanmanın haram olduğu belirtilmiştir. 
Örneğin, Buhârî'nin Sahih'inde yer alan bir hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Haram olan bir maldan yiyen kimse, kıyamette o malın etini yanmış olarak yiyecek."

Kişisel ya da devlet olarak haram olan bir gelirden faydalanmak caiz değildir. Çünkü haram olan bir gelir, Allah'ın yasakladığı bir yoldan elde edilmiş bir gelirdir. 
Bu tür bir gelirden faydalanmak, Allah'ın emirlerini çiğnemek anlamına gelir.

Haram olan bir gelirden faydalanmak hem bireysel hem de toplumsal olarak zararlara yol açmaktadır. 
Bireysel olarak, bu tür bir gelirden faydalanan kişi, günahkâr olur ve Allah'ın gazabına uğrar. Toplumsal olarak ise, haram olan gelirler, toplumda adaletsizlik, yolsuzluk ve düzensizliğe neden olur.

Haram olan bir gelirden faydalanmanın zararlarını önlemek için, öncelikle haram olan gelirlerin kaynağını belirlemek gerekir. 
Eğer gelirin kaynağı haram ise, bu gelirden faydalanmaktan kaçınılmalıdır. 
Haram olan bir gelirin kaynağını belirlemek mümkün değilse, o zaman bu gelirden faydalanmak caizdir. 
Ancak bu gelir, ihtiyaç sahiplerine sadaka olarak verilmelidir.

Şimdi konunun esasına dönmek gerekirse, İçkiden, Şans oyunlarından kumardan, hatta pavyon ve genel evlerden bütçeye alınan vergi gelirleri ile din işlerine bakan, diyanet ve görevlilerine maaş ödemek ne kadar heladır 

Türkiye'de diyanet kaldırılmalı mı ya da yeniden yapılandırılmalı mı, yeni yapı nasıl şekillenmeli, Diyanetin kaynakları ne olmalı yeniden yapılandırmanın fayda ve zararları.

Osmanlıda İbadethane Giderleri Nasıl karşılanıyordu


Osmanlı'da din adamlarının ve ibadethanelerin giderleri, devlet tarafından değil ( Selehattin Camileri hariç) vakıflar tarafından karşılanıyordu. 
Vakıf sistemi, Osmanlı toplumunun sosyal, kültürel ve ekonomik hayatında büyük bir rol oynuyordu. 
Vakıf, bir kişi veya kurumun, belirli bir amaç için mal veya para bağışladığı bir kuruluştur. Vakıflar, genellikle dini, eğitim, sağlık, hayır, sanat gibi alanlarda faaliyet gösterirler. 
Vakıfların yönetimi, bağışçının belirlediği bir mütevelli heyeti tarafından yapılır. 
Vakıfların gelirleri, bağışlanan mal veya paranın işletilmesi, kiraya verilmesi, akaret getirmesi gibi yollarla sağlanır. 
Vakıfların giderleri ise, vakfın amacına uygun olarak harcanır. ¹


Osmanlı'da, pek çok padişah, vezir, komutan, ilim adamı, sanatçı, zengin ve hayırsever kişi, vakıf kurarak veya mevcut vakıflara katkıda bulunarak, din adamlarının ve ibadethanelerin giderlerine destek olmuşlardır. 

Örneğin, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethinden sonra, Ayasofya'yı camiye çevirmiş ve yanına bir medrese, bir imaret, bir kütüphane, bir hastane, bir hamam, bir çarşı ve bir darüşşifa inşa ettirerek, Ayasofya Vakfı'nı kurmuştur. 

Bu vakıf, Ayasofya Camii'nin ve diğer kurumların giderlerini karşılamakta, ayrıca caminin imamı, müezzini, müderrisi, müdavimi, mücellidi, mütevelli, müezzin zade, müstahfız, müneccimbaşı, mürebbi, müşrif, müstensih, mütehassıs, mütercim, müderris başı gibi pek çok görevlinin maaşlarını ödemekteydi. ²


Osmanlı'da, vakıfların gelirleri, devletin vergi gelirlerinden ayrı tutuluyordu. 
Vakıfların mal ve paraları, devletin el koyamayacağı veya başka amaçlarla kullanamayacağı şekilde korunuyordu. 
Bu sayede, vakıflar, devletin mali krizlerinden etkilenmeden, uzun yıllar boyunca faaliyetlerini sürdürebiliyorlardı. 
Vakıflar, Osmanlı toplumunun dini, kültürel ve sosyal hayatının gelişmesine büyük katkı sağlıyorlardı.

İnanç vergisi uygulaması


Türkiye'de Almanya'daki gibi bir inanç vergisi uygulamasının yapılabilirliği ve sonuçları, çok yönlü bir tartışma konusudur. 
Bu konuda kesin bir cevap vermek zor olmakla birlikte, bazı olası avantaj ve dezavantajları şöyle sıralayabiliriz:

 İnanç vergisi uygulaması Avantajları:


- Diyanetin bütçe dışına çıkarılması, devletin mali yükünü azaltabilir ve diğer alanlara daha fazla kaynak aktarılmasını sağlayabilir.
- İnanç vergisi, dini kurumların bağımsızlığını ve özerkliğini artırabilir ve dini çeşitliliği destekleyebilir. Vatandaşlar, kendi inançlarına uygun dini kurumlara katkıda bulunabilir ve bu kurumların hizmetlerinden faydalanabilirler.
- İnanç vergisi, dini kurumların şeffaflığını ve hesap verebilirliğini güçlendirebilir. Dini kurumlar, gelir ve giderlerini kamuoyuna açıklamak ve denetim mekanizmalarına tabi olmak zorunda kalabilirler.
- İnanç vergisi, dini kurumların toplumsal sorumluluk projelerine daha fazla katılımını teşvik edebilir. Dini kurumlar, gelirlerini sadece ibadet ve eğitim gibi alanlarda değil, aynı zamanda sağlık, hayır, kültür, sanat gibi alanlarda da kullanabilirler.

İnanç vergisi uygulaması Dezavantajları:


- İnanç vergisi, dini inancın bir maliyet unsuru haline gelmesine ve dini kurumlardan uzaklaşmaya neden olabilir. Vatandaşlar, dini inançlarını beyan etmekten veya dini kurumlara üye olmaktan kaçınabilir veya vergiden kaçınmak için dini kurumlardan ayrılabilirler. Bu da dini kurumların gelirlerini azaltabilir ve dini hayatın zayıflamasına yol açabilir.

- İnanç vergisi, dini kurumların devletle ilişkilerini zorlaştırabilir ve dini kurumların siyasi etkinliğini artırabilir. 
Dini kurumlar, devletten bağımsız bir finansal kaynağa sahip oldukları için, devletin dini politikalarına karşı çıkabilir veya devleti dini konularda baskı altına alabilirler. 
Bu da dini kurumların devletle çatışmasına veya devleti etkilemesine sebep olabilir.

- İnanç vergisi, dini kurumların arasında rekabet ve ayrışmaya yol açabilir ve dini bütünlüğü bozabilir. 
Dini kurumlar, gelirlerini artırmak için birbirleriyle yarışabilir veya birbirlerine karşı propaganda yapabilirler. 
Bu da dini kurumların birlik ve dayanışmasını zedeleyebilir ve dini aidiyet duygusunu azaltabilir.

- İnanç vergisi, dini kurumların toplumun ihtiyaçlarına uyum sağlamasını engelleyebilir ve dini kurumların kalitesini düşürebilir. 
Dini kurumlar, bağış gelirlerine bağlı oldukları için, toplumun talep ve beklentilerine göre hizmet sunmak yerine, bağış veren üyelerine göre hizmet sunmak zorunda kalabilirler. 
Bu da dini kurumların toplumsal katkısını azaltabilir ve dini kurumların nitelikli personel bulmasını zorlaştırabilir.
Bu avantaj ve dezavantajlar, Almanya'daki inanç vergisi uygulamasının sonuçlarına dayanmaktadır. 

Almanya'da inanç vergisi, 19. Yüzyıldan beri uygulanmakta ve devlet tarafından tanınan dini kurumlardan birine üye olan vatandaşların gelirlerinden yüzde 8 veya 9 oranında kesilmektedir³. 

Almanya'da inanç vergisi, dini kurumların finansal kaynağını sağlamakta ve dini kurumların toplumsal hizmetlerine katkıda bulunmaktadır. 
Ancak Almanya'da inanç vergisi, aynı zamanda dini kurumlardan ayrılma oranını artırmakta ve dini kurumların devletle ilişkilerini zorlaştırmaktadır. 

Almanya'da inanç vergisi, özellikle Müslümanlar için de bir sorun teşkil etmektedir. 
Almanya'da Müslümanlar, devlet tarafından tanınmayan dini kurumlara üye oldukları için, inanç vergisi ödememekte ancak inanç vergisi getirilerinden de faydalanamamaktadırlar. 
Bu da Müslümanların dini kurumlarının finansal sıkıntı çekmesine ve dini hayatlarının zayıflamasına neden olmaktadır.


Türkiye'de Almanya'daki gibi bir inanç vergisi uygulamasının yapılması, Türkiye'nin dini, siyasi ve sosyal yapısına göre farklı sonuçlar doğurabilir. 
Bu konuda bir karar vermeden önce, bu sonuçların iyi analiz edilmesi ve toplumun geniş bir katılımıyla tartışılması gerekmektedir.

Bazı görüşler ise şöyledir.
İnanç vergisi isteğe bağlı olarak maaşlardan ya da gönüllü bağışlardan karşılanma yoluna gidilirse kimse ödemek istemez, bunun için cebri olarak vergilerden kesilmesi gerekir, bütçeden karşılanır.
Neredeyse tamamına yakını Müslüman olan bir ülke için hakarettir bu tür tür düşünce.

Olayın daha radikal çözümü ise, tüm ibadethane giderlerinin, ibadethane çevresindeki mahallerdeki cemaat tarafından karşılanmasıdır, imam ve müezzinler bu camilerin yönetim kurullarınca seçilmeli, iş akitleri de yönetim tarafından sona erdirilebilmeli, devletin dahli sadece özlük hakları takibinde olmalı. 

İmamlar müftüleri, müftüler, diyanet işleri başkanını seçebilmeli, din işleri devletin yönlendirmesinden ya da tasallutundan azade olmalı.

Sonuç olarak Türkiye'de din ve devlet işleri kesin çizgilerle ayrılmalı.


(1) Avrupa'da 'inanç vergisi' hangi ülkelerde var, nasıl uygulanıyor? https://bing.com/search?q=Almanya+inan%c3%a7+vergisi.
(2) Avrupa'da 'inanç vergisi' hangi ülkelerde var, nasıl uygulanıyor? https://tr.euronews.com/2020/04/30/diyanet-tartisilirken-gundem-olan-inanc-vergisi-avrupa-da-hangi-ulkelerde-var-nasil-uygula.
(3) İnanmanın Pahalılığı: İnanç Vergisi ve Almanya- TamgaTürk. https://www.tamgaturk.com/yazarlar/eren-kotil/inanmanin-pahaliligi-inanc-vergisi-ve-almanya/17073/.