-->
zWZ3ZJ90R4zzhbql6NUZDSuEAK5vmsQ96TEJw5QR
Bookmark

TÜRKİYE VE YUNANIN TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE ADALAR SORUNU

Türkiye ile Yunanistan arasındaki adalar sorunu

Türkiye ile Yunanistan arasındaki adalar sorunu

Türkiye ve Yunanistan arasındaki adalar sorunu, Ege Denizi'ndeki bazı adaların egemenlik, sınırlandırma ve doğal kaynaklar üzerindeki hak iddiaları nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlık ve gerilimleri ifade eder. 

Türkiye, Ege Denizi'ndeki bazı adaların, özellikle Meis (Kastellorizo) adasının, Yunanistan tarafından uluslararası hukuka aykırı şekilde hakimiyet altında tutulduğunu iddia eder. 
Türkiye, bu adaların deniz sınırlarını belirleme ve doğal kaynakları kontrol etme amacı güttüğünü savunurken, Yunanistan ise adaların kıta sahanlığındaki haklarını ve egemenlik haklarını koruduğunu ileri sürer. 

Bu sorun, stratejik öneme sahip bölgelerdeki doğal gaz ve petrol rezervleri nedeniyle daha da karmaşıklaşmıştır. 
Taraflar arasındaki anlaşmazlık, sık sık gerilimli olaylara ve askeri hareketliliklere yol açmaktadır. 
Son yıllarda, Türkiye ve Yunanistan arasında diyaloğun geliştirilmesi ve çözüm arayışları için görüşmeler gerçekleştirilmektedir

Tarihi Süreç İçerisinde Türkiye ve Yunanistan Arasındaki Adalar Sorunu Nedir?

Türkiye ve Yunanistan arasında uzun yıllardır devam eden bir adalar sorunu vardır. 
Bu sorun, iki ülke arasındaki deniz sınırlarının belirlenmesi, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerin paylaşılması, hava sahası ihlalleri, silahsızlandırılması gereken adalarda askeri faaliyetler ve adaların statüsü gibi konuları içermektedir.

Türkiye ve Yunanistan tarihi süreç içinde adalar sorunu'nun kökenleri, 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanmaktadır. 
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü sırasında, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı'nda birçok ada Yunanistan'ın eline geçmiştir. 
Lozan Antlaşması (1923) ile Türkiye, Ege Denizi'ndeki 12 ada ve 2 adacığı Yunanistan'a bırakmıştır. 
Ancak bu antlaşma, adaların silahsızlandırılmasını ve Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini de öngörmüştür.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler NATO üyeliği ve Kıbrıs sorunu nedeniyle gerginleşmiştir. 
1970'lerde, Yunanistan'ın Ege Denizi'nde kıta sahanlığı ilan etmesi ve Türkiye'nin buna karşı çıkmasıyla adalar sorunu yeniden alevlenmiştir. 
1980'lerde, iki ülke arasında hava sahası ihlalleri ve adalarda askeri faaliyetler artmıştır. 1996'da, Kardak kayalıkları üzerinde yaşanan kriz neredeyse iki ülkeyi savaşa sürüklemiştir.

Adalar sorunu, günümüzde de devam etmektedir. 
Türkiye, Yunanistan'ın Ege Denizi'nde tek taraflı olarak münhasır ekonomik bölge ilan etmesine ve silahsızlandırılması gereken adalarda askeri varlık göstermesine karşı çıkmaktadır. 
Yunanistan ise, Türkiye'nin hava sahasını ihlal ettiğini ve kendi egemenlik haklarını tanımadığını iddia etmektedir. 
İki ülke arasında zaman zaman gerilimli anlar yaşanmaktadır.

Türkiye ve Yunanistan tarihi süreç içinde adalar sorunu , Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin önündeki en büyük engellerden biridir. 
Bu sorunun çözümü için iki ülke arasında diyalog ve işbirliği gerekmektedir. 
Uluslararası hukuk ve anlaşmalara uygun bir şekilde, adil ve kalıcı bir çözüm bulunmalıdır. 
Bu sayede, Ege Denizi iki ülke için bir barış ve işbirliği denizi haline gelebilir.

Adalar nasıl elden çıktı

Türkiye ile Yunanistan arasında adalar sorunu, Adaların tarihi sürecine geçmeden önce Yunan'ın Sevilla haritasının Ege ve Akdeniz'i Türkiye Cumhuriyetine kapatacağını ve bu durumun asla kabul görmeyeceğini, gerekirse Türkiye'nin bu durumu her ne kadar arkasına Amerika ve Ab'yi almış olan Yunan'a karşı asla kabullenmeyeceğini belirterek sıcak savaşa davetiye çıkaracağını baştan belirtirken, adaların ne zaman nasıl elden çıktığını acı ve ibret ile okumanız dileğiyle

Ege Denizi ve devletleri, Menteşe Adaları ve On iki Ada Tabiri Ege Bölgesi, Akdeniz havzası içinde yer almakta olan ve Balkan yarımadası ile Anadolu yarımadası arasında bulunan Ege Denizi çevresinde;
Asya ve Avrupa kıtalarının kıyılarını, yani
Yunanistan,
Makedonya ve Trakya’nın doğu
Anadolu’nun batı ve güney-batı kıyılarını kapsayan ve hiçbir yerde genişliği 400 km.yi geçmeyen dörtgen şeklinde coğrafi bir alandır.

Yaklaşık olarak 214.000 km2 alana sahip olan Ege Denizi’ndeki toplam ada
Adacık ve kayalık sayısında değişik kaynaklarda farklı rakamlar görülebilmekle birlikte, Türk Deniz Kuvvetleri tarafından yapılan çalışmalarda ;
Bu sayının 1800 civarında olduğu
100 kadarının meskun halde olduğu
Büyük bir çoğunluğunun ise insan yaşamasına uygun olmayan kayalıklar şeklinde bulunduğu bilinmektedir

Gökhan Ak, Ege Denizi’ndeki formasyonların ada, adacık ve kayalık olarak toplam sayısının 10.000 civarında olduğunu
Adalardan sadece yaklaşık olarak 800-1000 adedinin isminin belli olduğunu ifade etmektedir.
Bu adalardan yüzölçümü 100 km2’den büyük olanlar 24 adet olup
Daha küçük olanlarla birlikte toplam yüzölçümleri yaklaşık 23.000 km2 dir.
Osmanlı Devleti zamanında
İmroz’dan Meis’e kadar Anadolu sahillerindeki adalara
Cezâir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları) adı verilmiş
Buradan yola çıkarak Ege Denizi
Adalar Denizi
Olarak da isimlendirilmiştir.

Ege Denizi’ndeki adalar

Çok geniş bir deniz alanına dağılmış bir görünüm arz etse de;
Belli bir coğrafik yayılışa sahip oldukları, hemen hepsinin Türk ve Yunan anakaraları önünde bulunan deniz bölgelerinde gruplaştıkları görülmektedir.
Ege Adaları’nı uluslararası antlaşmalarda yer alış biçimleri Jeopolitik ve Stratejik önemleri dikkate alındığında beş ayrı grupta incelemek mümkündür, bunlar;

  • Boğazönü Adaları ve
  • Trakya Adası
  • Saruhan(Doğu Sporad) Adaları
  • Menteşe Adaları (Güney Sporadlar veya Rodos
  • 12 Ada ve Meis,
  • Kuzey Sporad Adaları ve Kiklat Adalarıdır.

Türkiye açısından günümüzde önemli olan ve Anadolu yarımadasını batıdan çevreleyen Boğazönü
Saruhan ve Menteşe Adaları’na
Toplam olarak Doğu Ege Adaları da denilmektedir.
Bu makalede Menteşe Adaları ile ilgili konular incelenecektir

İtalyan İşgaline Kadar on iki Ada’nın Tarihi Arka Planı Ege’nin güneydoğusunda
Batı Anadolu sahillerinin önünde adeta kıyıları yalar gibi uzanan ve
Rodos Adası’nın merkez olduğu Menteşe Adaları,
Avrupa’lı kaynaklar tarafından Güney Sporadlar olarak anılmaktadır.
Bazı kaynaklarda 12 Ada olarak da adlandırılan adalar grubunda yer alanlar;
  1. Rodos (Rhodes)
  2. Batnoz (Patmos)
  3. Lipsos
  4. İleryoz (Leros)
  5. Kilimli-Kelemez (Kalimnos)
  6. İstanköy (Kos)
  7. İstanbulya (Stampalia)
  8. İncirli (Nisiros)
  9. Sömbeki (Simi)
  10. İlyaki (PiskopisTilos)
  11. Herke (Kalki)
  12. Kerpe (Skarpanto)
  13. Kaşot ( Kassos) ve
  14. Meis’dir.
Bu isimlendirmeyle başta Rodos olmak üzere toplam 14 adet adadan bahsedilmekle birlikte gerçekte ada sayısı çok daha fazladır .
Ve bunlara bağlı çok sayıda adacık ve kayalık bulunmaktadır.
Meis ise aslında bir Doğu Akdeniz adasıdır.

Bu adalara 12 Ada ismi verilmesi konusu 1912 İtalyan işgali esnasında ve Balkan savaşından hemen önceki dönemde Grekçe Dodecanissas kelimesinin tercümesi olarak ortaya çıkmıştır.
Bu bilgiler ışığında
12 Ada isimlendirmesinin bilimsel bir tabanı olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bakımdan bu adalar grubunun çevresindeki adacık ve kayalıklarla birlikte tarihi ve siyasi gerekçelerle genel ve yerleşik bir kabul olarak ;
Menteşe Adaları olarak isimlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmektedir.

Biz de bu çalışmamızda bu adalar grubundan bahsederken Menteşe Adaları
Rodos, 12 Ada ve Meis
Tanımını kullanacağız.

Adaların Türkler tarafından fetihleri

Anadolu’nun Ege Denizi’ne uzanan yamacı üzerinde yer alan Menteşe Adaları
Anadolu kıta sahanlığının bir devamı niteliğindedir.
İlk çağlardan beri ;
İnsani ilişkiler ve ekonomik yönden de Anadolu Yarımadası’na bağlı olan bu adalardaki bütün yerleşimler hep doğu yönünde ve Anadolu’ya bakar şekilde gerçekleşmiştir.
Orta çağda
Ege Adaları’nın çoğunu Bizans devletinden ele geçiren Venedikliler ile Bizans arasında kurulan siyasi denge
11.Yüzyıl’da Selçuklu Türklerinin Batı Anadolu’ya yerleşmeye başlamasıyla değişmeye başlamıştır.Emir Çaka Bey;
  • Midilli
  • Sakız
  • Sisam
  • İstanköy
  • Rodos ve diğer adalara seferler düzenlemiştir.
Fatih Sultan Mehmet döneminde ;
1456’dan itibaren Ege Adaları’ndan bir kısmını ele geçiren Osmanlılar tarafından .
Rodos Adası,
Kanunî Sultan Süleyman döneminde, altı aylık bir kuşatma sonunda
20 Aralık 1522’de fethedilmiştir.

Bundan sonra
Rodos ve bölgede ele geçirilen diğer adalar
Cezâir-i Bahri Sefid eyaletine bağlı bir sancak haline getirilmiştir.
1538’de Kerpe ve Kaşot adalarının fethedilmesi ve
1669 yılında Girit Adası’nın Osmanlı Devleti’ne dahil edilmesiyle.
210 yıllık bir mücadele sonucunda Ege bir Osmanlı iç denizi haline gelmiştir.

Osmanlı Devleti tarafından adaların yönetiminde merkeziyetçilikten uzak bir çeşit özerk bir yapı uygulanmış ve
Maktû bir vergi ödeyen adalar halkı diğer vergilerden muaf kalmıştır.
Osmanlı Devleti adalar halkına
Din ve dil serbestliği de tanıdığından
Adalar halkı resmi makamlarla ilişkilerinde Grekçe dili kullanmaya devam etmiştir.
Rodos ve İstanköy’deki tarım arazilerinin oldukça sınırlı olması nedeniyle, resmi görevliler dışında cazip bir yerleşim yeri olmayan adalarda Osmanlı döneminde birçok;
  • Cami
  • Hamam
  • Mescit gibi yapılar inşa edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde İstanbul’da kalması istenmeyen Osmanlı ricali için Rodos, sürgün yeri olarak da kullanılmıştır.

Adalarda Türk nüfusu

Osmanlı döneminde Menteşe Adaları’ndaki Türk nüfusunun Rumca konuşan yerlilere oranla toplamda %20-25’i geçmediğini belirtmektedir
Askeri ihtiyaçlar sebebiyle yalnız erkek nüfusunu dikkate alarak yapılan 1831 nüfus sayımında
Rodos’ta 7.420 reâyâya karşılık
Müslüman nüfusu 3.095
İstanköy’de ise 1.828’e mukabil 1.356’dır26.
Cengiz Orhonlu tarafından;
20.Yüzyıl sonlarında Rodos’un nüfusunun toplam 30.000 olduğu
Rodos ve 12 Ada’da yaşayan toplam Türk nüfusunun 9.295 olduğu belirtilmekte
1920 yıllarında ise
Türk nüfusunun 17.000 olduğu ifade edilmekte
İtalyan işgali altındaki Rodos ve 12 Ada’da
1936 yılı sayımlarına göre toplam 15.000 Türk’ün yaşadığı belirtilmekle birlikte bu rakamın daha yüksek olması gerektiğini vurgulanmaktadır
24 Nisan 1830’da Yunan Devleti’nin kurulması ve Ege Denizi’ndeki adalardan Kuzey Sporadlar ve Kiklatlar’ın Yunan egemenliğine geçmesiyle;
Ege’de meydana gelen yeni denge.
1912 yılında İtalya’nın Rodos ve 12 Ada’daki işgal hareketleri ile bozulmuştur

Adaların İtalyanlarca işgali

İtalya’nın Menteşe Adaları’nı İşgali
Milli birliğini 1860’larda tamamlayabilen ve sömürgecilikte
İngiltere ve
Fransa gibi büyük güçlere göre geri kalan İtalya’da.
İtalyan Milliyetçiler
Trablusgarpı hedef olarak görmektedirler.
Mısır’ın İngiltere tarafından, Fas, Cezayir ve Tunus’un Fransa tarafından ele geçirilmesi sonrasında;
Trablusgarp’ın İtalyan nüfuz bölgesi olduğunu Avrupa büyük devletlerine kabul ettiren İtalya, işgal için uygun anın gelmesini beklemektedir
Osmanlı Devleti bu tehlikeli dönemde
Akdeniz’de
Donanma üstünlüğünü İtalya’ya ve
Ege’de Yunanistan’a kaptırmıştır.

Trablusgarp’daki askeri varlığını ise oldukça azaltmış, adeta işgale zemin hazırlamıştır İtalya;
Ekim 1911’de donanma üstünlüğü sayesinde kıyılara asker çıkararak
Trablusgarp ve Bingazi şehirlerini ele geçirmesine rağmen.
Buraya gönüllü olarak gelen ve aralarında Mustafa Kemal ve Enver Bey’in de bulunduğu subayların yerli birlikleri organize ederek İtalyan işgaline karşı koymaları sebebiyle ;
İç kesimlere ilerleyememiş ve başarı elde edememiştir.

Adaların İtalyan ordusu tarafından işgali

Savaşın uzaması
İtalyan kamuoyunda hoşnutsuzluk meydana getirmeye başlayınca.
İtalyan Hükümeti savaşı
Ege Denizi ve
Anadolu sahillerine nakletmeye karar vermiştir.
Güçlü donanmasının desteği ile
Menteşe Adaları’nı işgal etmeye başlayan İtalyan kuvvetleri4 Mayıs 1912’de Rodos’a çıkmışlardır.
Toplam mevcutları 14.000’e ulaşan İtalyan kuvvetleri karşısında Rodos’taki yetersiz silah ve mevcuda sahip 1200 kişilik Osmanlı Garnizonu ve Vali teslim olmak zorunda kalmıştır.
Zaptiye neferlerinden başka kuvvet olmayan diğer adaları

  • Herke
  • Kerpe
  • Kaşot
  • İncirli
  • İlyaki
  • Leros
  • Patmos
  • Kilimli
  • Lipsos
  • Sömbeki ve İstanköy

20 Mayıs 1912 itibarıyla önemli bir direnç görmeden işgal eden İtalyan kuvvetleri.
1912 Mayıs ayının sonunda Menteşe Adaları bölgesinde Meis hariç olmak üzere toplam 16 adayı ele geçirmişlerdir.
İtalyanlar Bu işgaller esnasında yerli Rumlardan çok istifade etmişlerdir
Trablusgarp Savaşı’nı sona erdirmek için, 18 Ekim 1912 tarihinde Lozan’da imzalanan Uşi Türk-İtalyan Barış Antlaşmasının 2. Maddesine göre;
İtalya, Rodos ve 12 Ada’dan askerlerini;
Osmanlı Devleti ise Trablusgarp ve Bingazi‘deki askerleri ile mülki memurlarını geri çekmeyi taahhüt ediyorlardı
İtalya, Uşi antlaşmasındaki hükümlere rağmen
Trablusgarp ve Bingazi’deki Türk kuvvetlerinin çekilmediği bahanesiyle Rodos ve 12 Ada’yı hiçbir zaman Osmanlı Devletine teslim etmemiştir.

Böylece bu toprakların statüsü
Savaş işgali halinden çıkıp rehine işgal halini almıştır
Bu sırada patlayan Balkan Savaşı’nda, Averof Zırhlısı’nın da donanmasına katılmasıyla oldukça güçlenen Yunanistan;
Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü siyasal durumdan da yararlanarak;
Ekim-20 Aralık 1912 tarihleri arasında;
  • Taşoz
  • Semadirek
  • Limni
  • Bozcaada
  • Gökçeada
  • Bozbaba
  • İpsara
  • Midilli
Sakız ve Ahikerya Adalarını işgal etmiştir.
Böylece yüzyıllardır Osmanlı egemenliği altında bulunan adalar bir ay içinde Yunanistan’ın eline geçmiştir.
Sisam Adasını 15 Mart 1913’de Yunanistan’a kaybeden.
Ege Adaları’ndan sonra Rodos ve 12 Ada’nın da Yunan Donanması tarafından işgal edilebileceğinden endişe eden Osmanlı Hükümeti ;
Balkan Savaşı sona erip Yunan Hükümeti ile barış antlaşması yapılana kadar, adaların İtalyan işgalinde kalması için İtalya ile gizli bir antlaşma yapmıştır.

Adaların Osmanlı'nın fiiliolarak kontrolünden çıkması

Böylece 1913 yılının başlarında;
İtalya’nın Menteşe Adaları’nı,
Yunanistan’ın Boğazönü ve Saruhan Adaları’nı işgal etmesi sonucunda;
Cezâir-i Bahri Sefid vilayetini oluşturan ve üzerinde yerleşim olan adaların hepsi, Meis dışında, Osmanlı Devleti’nin fiili olarak kontrolünden çıkmış oluyordu.

Balkan Savaşından Lozan Barış Antlaşmasına Kadar
Menteşe Adaları 1. Balkan Savaşı sonrasında İngiltere’nin etkisi altında toplanan Süfera Konferansı;
Yunan işgalinde olan tüm adaların, Gökçeada ve Bozcaada dışında Yunanistan’a verilmesine karar vermiş .
Ancak Osmanlı Devleti bu kararları kabul etmemiştir.
Uşi Antlaşması gereği
Osmanlı Devleti ile İtalya arasında çözülmesi gereken Menteşe Adaları konusu ise konferans dışında kalmıştır.
Menteşe Adaları’nı işgal altında tutan İtalyan Hükümeti’nin asıl amacı, Anadolu’da tavizler elde etmek ve Anadolu coğrafyasına da el atmaktır.
Osmanlı Hükümeti ise adaların boşaltılması karşılığında İtalya’nın Anadolu’da imtiyaz elde etmesini ehven-i şer görmektedir.
Dahiliye Nazırı Talat Paşa
11 Aralık 1913 tarihinde İngiliz sefiri Sir Mallet’ye “İtalyanlara bir şeyler vermek lâzım” demektedir.

İzmir-Aydın demiryolu imtiyazını elinde bulunduran İngiltere hükümeti ise İtalyanların bu girişiminden oldukça rahatsızdır.
Osmanlı Devleti tarafından İtalyanlara
  • Fethiye-Muğla

  • Antalya-Kızılkaya
  • AntalyaAlanya ve
  • Antalya-Burdur demiryolu yapım imtiyazları verilmiş ancak daha sonra yüksek maliyeti sebebiyle 10 yıl süreyle ertelenmiştir.
İtalya bu imtiyazı 1.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla kullanamayacaktır
1. Dünya Savaşı’nın başında tarafsızlığını ilan eden İtalya;
Daha sonra İngiltere
Fransa ve Rusya ile anlaşarak Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiş
Ve 22 Ağustos 1915’de Uşi Antlaşması’nın kendisine yüklediği yükümlülükleri feshettiğini, yani
Rodos ve 12 Ada’dan çekilmeyeceğini ilan etmiştir.
Bu arada
Özellikle Rodos Adası’na çok önem veren ve adayı bir “pırlanta” olarak değerlendiren İtalyanlar, burada birçok bayındırlık işlerine girişerek yeni binalar inşa ediyorlar ve yollara asfalt döküyorlardı

12 adanın Yunanistan'a verilmesi

1.Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra çalışmalarına başlayan Paris Barış Konferansı’nda İtalyan ve Yunan Delegasyonları arasında Anadolu’nun ve Menteşe Adaları’nın paylaşılması konusunda çelişkili bir mücadele vardır.
İtalya’nın 4’ler Konseyi’nden ayrılması sonrasında;
İngiltere, Fransa ve ABD, 14 Mayıs 1919’da aldıkları kararla ;
Menteşe Adaları(Rodos,12 Ada ve Meis)’nı Yunanistan’a vermişlerdir

10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması’nın 122. maddesi Menteşe Adaları ve Meis’i İtalya’ya vermektedir.

Bonin, Venizelos Mutabakatı ise
Rodos ve Meis dışındaki tüm Menteşe Adaları’nın Yunanistan’a devrini içermektedir.
Diğer yandan İtalya, 30 Aralık 1915’den beri Fransızların işgalinde olan Meis Adası’nı Mondros Mütarekesi hükümlerine göre teslim almıştır.
İtalya, Sevr Antlaşması’nın uygulanamaması ve Anadolu’da Milli Mücadele’nin başlaması sonrasında
20 Kasım 1921’de
Rodos, Meis ve İşgal Altında Olan 12 Adalar İdaresi adı altında bir yönetim kurmuştur. Yunanistan’ın Anadolu’da kesin olarak yenilmesi ve Mudanya Ateşkes görüşmelerinin başlaması sonrasında.
İtalya 8 Ekim 1922’de Menteşe Adaları’nın “İtalya himayesinde” olduğunu açıklayacaktır
Lozan görüşmelerinde adalarLozan Barış Konferansı Görüşmelerinde Menteşe Adaları
20 Kasım 1922’de Lozan Barış Konferansı görüşmeleri başladığında Menteşe Adaları İtalya’nın, Boğazönü Adaları ve Saruhan Adaları ise Yunanistan’ın işgalindedir.

Lozan Barış Konferansı görüşmelerine katılacak Türk Heyeti’ne verilen talimatın 10.maddesinde
Ege Denizi’nde Türkiye’ye yakın olan adaların Türkiye’ye bırakılmasının sağlanması hususu da vardır
Konferans esnasında Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa
Ege Denizi ve adalarının coğrafi konumları itibariyle Anadolu’nun güvenliği ve barışın devamlılığı için büyük öneme haiz olduklarını vurgulamıştır.
İtalyan Dışişleri Bakanı;
Menteşe Adaları konusunun konferansta görüşülmesini istememiş ve bunu kendi müttefiklerine de önceden kabul ettirmiştir.
Türk Heyeti ise kurtlar sofrasında yalnız kalmanın sıkıntılarını yaşamakta ve İtalyanların Menteşe Adaları’na ilişkin taleplerine doğrudan karşı çıkmamaktadır.
Aslında Türkiye’nin bu adaları geri istemesinde kullanabileceği gerekçeler Yunan işgali altındaki diğer adalara göre çok daha güçlüdür
İsmet İnönü ve Mussolini görüşmesi
22 Kasım 1922’de İtalyan Başbakanı Benito Mussolini ile İsmet Paşa arasında yapılan görüşmede Mussolini

Menteşe Adaları konusunun kendilerince çözümlenmiş olduğunu ifade ederek, bu konunun gündeme getirilmemesini istemiştir.
İsmet Paşa bu görüşmeye ilişkin olarak hatıralarında
Mussolini ile bir defa görüşmek istedim, görüştük…” ifadesini kullanmaktadır.
İsmet Paşa 29 Kasım’da gönderdiği telgrafında
12 Ada meselesi hallolmuştur, şimdi konferansta mevzu-ı bahis etmeye lüzum yokmuş diye yazmaktadır

Menteşe Adaları konusu

31 Ocak 1923 tarihindeki oturumda Müttefikler tarafından, taslak anlaşmanın 15. maddesi olarak ortaya koyulmuştur.
Sevr Antlaşması’nın bir adaptasyonu olarak hazırlanan bu maddeye göre Menteşe Adaları (Rodos, 12 Ada ve Meis) İtalya’ya veriliyordu.
Taslak antlaşmaya 4 Şubat 1923’de Türk Heyeti tarafından verilen cevap muhtırasında, 15. maddenin kabul edildiği bildirilmiş ancak itiraz edilen maddeler dışındaki diğer meseleler üzerinde mukabil teklifler yapma hakkının saklı tutulduğu belirtilmiştir.

İtilaf Devletleri tarafından bu ifadelerden 15.maddenin kabul edildiği anlamı çıkarılmıştır. Şerafettin Turan, bu tutumun konferansın ikinci safhasında çetin mücadeleye rağmen Rodos ve 12 Ada ile birlikte Meis Adasının da kaybedilmesine sebep olduğunu ifade etmektedir.
Konferansın birinci kısmı sona erdikten sonra Türk Heyeti’nin Türkiye’ye dönmesinden sonra ;
21 Şubat 1923’de TBMM’de yapılan gizli oturumda
İsmet Paşa tarafından Menteşe Adaları ile ilgili olarak yapılan konuşmada şöyle açıklama yapmıştır:

Arazi mesaili olarak İtalyan işgali altında bulunan On iki Ada mesaili vardı ki konferansta mevzuu bahis olmadı, Esasen işgalleri altındadır, Bu kendileri için olmuş, bitmiş bir meseledir.
Müttefikler arazi meselesinde adalar, Suriye hududu ve Musul meselesini yekpare bir mesele olarak bize tasdik ettirmek istediler.
Fakat biz bütün kuvvetlerimizi birisi üzerine, bir mesele üzerine temerküz ettirmek için diğer meselelere temas etmeksizin yalnız Musul meselesi üzerinde teksif ettik

Lozan Barış Konferansı görüşmelerinde Türk delegasyonunun 2. adamı olan Rıza Nur ise anılarında
Menteşe Adaları’nın Uşi Antlaşmasıyla zaten İtalya’ya verilmiş olduğunu ve bunu onaylamaktan başka yapılacak bir şey olmadığını iddia etmektedir.

Lozan Barış Konferansı görüşmelerinin ikinci safhasında Meis Adası ile ilgili uzun ve çetrefil müzakereler yapılmıştır.
İsmet Paşa sonunda;
Salt Dünya barışının kurulmasını sağlamak amacıyla , daha önce öne sürdüğü çekincelerini geri almak gibi çok ağır bir fedakârlığa katlanmak zorunda kalmıştır.
Böylece Meis adası da dahil olmak üzere tüm Menteşe Adaları İtalya’ya verilmiş oluyordu.
24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Barış Antlaşmasının

Menteşe Adaları ile ilgili 15. maddesinin son şekli şöyle olmuştur: 

Türkiye, aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak senetlerinden İtalya lehine vazgeçer: Bugün İtalya’nın işgali altında bulunan
Astampalya (Asropalia),
  • Rodos, Kalki(Calki),
  • Skarpanto,
  • Kazos(Casso),
  • Piskopis(Tilos),
  • Misiros(Misyros),
  • Kalimnos(Kalymnos),
  • Leros,
  • Patmos,
  • Lipsos(Lipso),
  • Sömbeki(Simi) ve İstanköy(Kos)
  • Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve
  • Meis(Castellorizo) Adası.
Lozan Barış Antlaşması, TBMM’de onaylanması esnasında bazı milletvekillerinin adalar ile ilgili hükümleri şiddetle eleştirmelerine rağmen.
23 Ağustos 1923’de
14 muhalife karşı 213 gibi büyük bir çoğunlukla onaylanmıştır.
Türkiye dışında Lozan Barış Antlaşması’nı ilk onaylayan devlet ise
11 Ocak 1924’de İtalya olmuştur

2. Dünya savaşını öncesi adalar sorunu

2. Dünya Savaşı Öncesi Yıllarda on iki Adalar ile İlgili Gelişmeler Lozan Barış Antlaşması sonrasında Türkiye;
Roma İmparatorluğu düşleri gören Faşist İtalya ve
Bizans İmparatorluğunu yeniden ihya etme hedefleri güden Yunanistan ile Ege Denizi’nde komşu olmuştur.
Türkiye kıyılarına yakın olan belli başlı Ege Adalarından;
Menteşe Adaları İtalya’nın elinde;

  • Saruhan Adaları (Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya) ile Taşoz, Semadirek, Bozbaba ve Limni Yunanistan’ın egemenliğindeydi.
  • Boğazönü adalarından Gökçeada ve Bozcaada ise Türkiye’ye ait bulunuyordu.

İtalya, 5 Haziran 1924’de Menteşe Adaları’nı ilhak ederek kendi topraklarına katmıştır. İtalya’da 1925’de kabul edilen bir kanunla adalar halkı İtalyan tebaası sayılmış;
Rodos ve İstanköy’deki Türklere cemaat olarak teşkilatlanma ve kendi yönetim kurullarını seçme hakkı verilmiştir
 
İtalyanların Rodos ve İstanköy’deki Türk vakıflarının idaresi için 28 Mart 1925 yılında bir Evkaf nizamnamesi çıkardıklarını ve bu nizamnamenin adaların 1947’de Yunanistan’a devredilmesinden sonra da kullanıldığını belirtmektedir.

Lozan Barış Antlaşması’ndan sonraki dönemde İtalya’nın Menteşe Adaları’nı silahlandırmasıTürkiye’de endişe yaratmış ve İtalya ile gerginliğe neden olmuştur.
Ahmet Emin (Yalman) durumu şöyle tarif etmektedir:
Gün geçmiyor ki‚ İtalya ile Türkiye arasında yanlış anlamalar uyandıracak bir hâdise zuhur etmesin.
Aptülahat Akşin;
Türkiye’nin, yeni başkentini seçerken dikkate alınan faktörlerden birisinin de.
Rodos ve 12 Ada’dan kalkacak İtalyan savaş uçaklarının menzili olduğunu ifade etmektedir.
Musul sorununun en yoğun yaşandığı dönemde;
Mayıs 1924’de İtalyanların Rodos adasında asker yığmaya başlaması, Türkiye’de bu askerlerin Anadolu’ya karşı kullanılacağı endişesine neden olarak, Musul konusunda Türkiye’nin İngiltere ile mücadelesinde askeri seçenekleri devre dışı bırakmasına neden olmuştur.

Lozan Barış Antlaşması’nın 15.maddesinde
Rodos ve 12 Ada’nın bağlı adacıklarından bahsedilirken;
Meis için bağlı adacıklardan bahsedilmemiştir.

Menteşe Adaları’nın Anadolu’ya çok yakın olması ve Lozan Barış Antlaşması’na göre, aykırı bir hüküm bulunmadıkça Anadolu kıyılarına 3 milden daha yakın adaların Türk egemenliğinde olduğu belirtilmiş olması nedeniyle, İtalya ile Türkiye arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır.
Bu belirsizlikleri çözmek için yapılan çalışmalar neticesinde,
Dışişleri Bakanı T.Rüştü Aras ile İtalyan sefiri Pompeo Aloisi arasında 4 Ocak 1932’de Ankara Antlaşması imzalanmış ve bu antlaşma
18 Ocak 1933’de TBMM’de onaylanmıştır.
Mayıs 1933’de yürürlüğe giren bu antlaşmaya göre,

Meis kenti kilisesi kubbesi merkez alınarak çizilen ve yarıçapı bu merkez ile San Stephano burnu (Pointe du Vent) arasındaki uzaklık olan bir daire içinde kalan adacıklar İtalya egemenliğine geçiyordu.
Böylece Meis adası ile Anadolu arasında kalan 30 adadan
19’u Türkiye’ye
11’i İtalya’ya verilmiş oluyordu.

Aynı antlaşma kapsamında, Bodrum körfezindeki Kara Ada Türk hakimiyetinde kalıyordu.
Böylece Türkiye ile İtalya arasında karasuları sınırı da belirlenmiş oluyordu.
Bu sınır Ege Denizi’nde uluslararası hukuka göre belirlenmiş ve çizilmiş olan yegâne deniz sınırıdır.
Menteşe Adaları ile Anadolu arasında kalan diğer adacıkların aidiyetinin belirlenmesi ve sınır tespiti için Türk-İtalyan teknisyenleri tarafından ortak olarak yapılan çalışmalar sonucunda
28 Aralık 1932 tarihli bir zabıtname hazırlanmıştır.
Onay ve tescil işlemlerine tabi tutulmamış olan bu belge, TBMM tarafından d aonaylanarak geçerli bir doküman haline getirilmemiştir.
Daha sonra bu konuda yapılan çalışma ve yazışmalardan da bir netice elde edilemeyecektir.

İstanköy doğumlu olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya
1930’lu yıllarda, Lozan Barış Antlaşması’nın 12 ve 15.maddeleri kapsamında egemenliği İtalya ve Yunanistan’a devredilen adalara ilişkin yaptığı incelemede;
Ege Denizi’nde yüzlerce adanın sahipsiz olduğunu tespit ederek durumu M.Kemal Atatürk’e anlatmıştır.
Bundan sonra bu adaların birçoğuna
Tabelalar ve numaralar asılmış
Bazılarına deniz fenerleri monte edilmiş
Bazılarına da küçük jandarma karakolları kurulmuştur.

Bu durum üzerine İtalya’nın Ankara’daki ataşesi Türk Genelkurmay Başkanlığı’na gelerek Kilimli Adası’na 3 mil mesafede olan küçük bir adanın boşaltılmasını istemiştir.
İtalyanların sadece bu tespiti yapabildiklerinden memnun olan Şükrü Kaya, bu adayı boşalttırmış ve diğerlerini muhafaza ettirmiştir.

İkinci Dünya Savaşında Adalar

İkinci Dünya Savaşının İlk Yıllarında Menteşe Adaları Roma imparatorluğunu ihya etme hayalleri kuran ve Akdeniz, Orta Doğu ve Balkanlarda istila emelleri taşıyan Faşist İtalya, 1936 yılından itibaren Menteşe Adaları’nı ve özellikle Leros Adası’nı tahkim etmeye ve silahlandırmaya başlamıştır.
İtalya’nın bu tutumundan rahatsız olan Türkiye, istihbarat birimleri sayesinde özellikle Rodos ve 12 Ada’nın silahlandırılmasına ait bilgiler alıyordu.
Bunlara göre;
İtalya, Rodos’a sahra topları ile çok miktarda mühimmat getirmiştir.
Ayrıca, edinilen bilgilere göre İtalya tarafından, Rodos’a
8’i avcı,
8’i bombardıman olmak üzere
16 adet uçak çıkarılmıştır.

Bu yığınakların hedefi çok geçmeden başlayan Habeşistan macerası ile anlaşılmakla birlikte Türkiye’nin endişeleri azalmayacaktır
İtalya’nın Nisan 1939’da Arnavutluk’a asker çıkarması Türkiye’de büyük bir endişeyle karşılanmıştır.
Savaş başladıktan sonra özellikle Rodos ve Leros Adaları, sahip oldukları askeri altyapı (askeri hava alanı ve liman kolaylıkları vs.) dolayısıyla Mihver güçlerine oldukça fazla destek sağlayacaktır.
Ege Adaları konusunun 2. Dünya Savaşı yıllarında özellikle Alman Büyükelçi Von Papen tarafından gündeme getirilerek Türkiye’nin bu konudaki hassasiyetinin kullanılmaya çalışıldığı görülmektedir.

Von Papen,
Nisan 1939’da Ankara’ya geldikten sonra İtalya’nın Arnavutluk’ta yaptığı yığınak ile Menteşe Adaları’ndaki faaliyetlerinin Türkiye’de rahatsızlık meydana getirdiğini tespit etmekte gecikmemiştir.
Papen
Türkiye’yi yatıştırmak ve kendi tarafına çekebilmek için, İtalya’nın Arnavutluk’taki asker sayısını azaltmasını ve Türkiye kıyılarına yakın olan adalardan birisinin Türkiye’ye verilmesini önermiştir.
Bu tekliflerin Akdeniz işlerini bıraktıkları İtalyanlarla ilişkilerini bozmak istemeyen Hitler ve Ribbentrop tarafından çok fazla dikkate alınmamış olduğu anlaşılmaktadır.
Türk-İngiliz Ortak Demeci’nin ilan edilmesi sonrasında Papen
Mayıs 1939’da Çelik Pakt’ın imzalanması esnasında Berlin’de görüştüğü İtalyan Dışişleri Bakanı Kont Ciano’ya stratejik önemi olmayan ancak Türkiye’ye yakın bazı adaların Türkiye’ye verilmesinin Türk-Mihver ilişkilerini geliştirebileceğini ifade edince:
Ciano bunu oldukça soğuk ve tepkiyle karşılamıştır.

Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu
1 Ekim 1939’da Moskova’da yapılan ve Stalin’in başkanlık ettiği Türk-Sovyet görüşmeleri esnasında
Stalin tarafından ;
Yunan adalarından Türkiye’ye yakın olanların Türkiye’nin eline geçmesi lazımdır şeklinde bir yorum yürütüldüğünü.
12 Ada’nın Türkiye’ye bırakılmasının tabii olacağını, bu adalar için Türkiye’nin Yunanistan’la uyuşabileceğini ifade ettiğini aktarmaktadır.
12 Ekim 1939’da imzalanan Türk-İngiliz-Fransız Üçlü İttifak Antlaşması’nın gizli 10 maddelik eki ve askeri sözleşmesinde ;
Türkiye harbe girecek olursa, İngiliz donanma ve hava kuvvetlerinin desteği ile Türk kuvvetleri tarafından Rodos ve 12 Adanın işgal edilmesi planlanmıştır.
Bu planlamadan daha sonra Müttefiklerin yetersiz deniz ve hava gücü nedeniyle vazgeçilecektir.

1941 yılının başlarında İngilizler, mümkün olan en kısa zamanda Rodos ve 12 Ada’yı ele geçirerek bu adaların Almanlar tarafından işgal edilmesini engellemek düşüncesindedirler. İngilizler bu maksatla
25 Şubat 1941’de Rodos ve
12 Ada’yı yakından kontrol edebilmek maksadıyla
Meis Adası’nı işgal ettiler.

Mart 1941’de ise Rodos’u işgal edebilecek kuvvetleri olmadığından bundan vazgeçmek zorunda kalmışlardır.
İtalya’nın Yunanistan’da başarısızlığa uğraması sonrasında, Sovyetler Birliği’ne karşı yapacağı harekât için Güney cephesini güvence altına almak isteyen Almanya, 6 Nisan 1941’den itibaren Yunanistan’ı işgal etmeye başlamıştır.
Alman Silahlı Kuvvetleri
  • Taşoz,
  • Semadirek,
  • Limni,
  • Midilli ve Sakız ile Mayıs sonunda
  • Girit Adası’nı işgal etmiştir.
Alman işgali karşısında Yunanistan’dan çekilmek üzere olan İngilizler;
Midilli, Sakız ve Sisam Adaları’nın Türkler tarafından işgalini önermiştir.
Dışişleri Bakanı Saraçoğlu, 29 Nisan 1941’de Alman Büyükelçiliği görevlisi Kroll’a,
Türkiye’nin Yunanistan’ın da onayını almak şartıyla Türkiye’ye yakın bazı adaların (Midilli, Sakız, Sisam) idaresini savaş boyunca üzerine almak istediğini söylemiştir.
Bu gelişmeler İngilizler tarafından Yunanlılara bildirilince,
Yunanlılar infial ve teessür göstermişler ve Almanlara başvurarak adaların işgalini istemişlerdir.
Sonuçta Midilli ve Sakız Adası’nı Almanlar,
Sisam’ı ise İtalyanlar işgal etmiştir.

1941 Mayıs ayı itibarıyla Almanlar ve İtalyanların Ege Denizi’nde ellerinde bulundurdukları adalar dikkate alındığında:
Ege Denizi’nin Mihver tarafından tamamen işgal edildiği anlaşılmaktadır.
Boğazlar böylece Türkiye’nin iradesi dışında kapanarak, Türkiye’yi bir bakıma 1. Dünya Savaşı’na benzer bir şekilde, Boğazların zorlanması şeklinde ortaya çıkabilecek bir durumdan kurtarmıştır.

1941 yılında Alman-Türk saldırmazlık paktı görüşmeleri devam ederken, Irak’ta iktidarı bir darbeyle ele geçiren İngiliz karşıtı ve Mihver yanlısı Reşid Ali Geylani’ye destek göndermek isteyen Almanlar tarafından Menteşe Adaları’ndan bazılarını Türkiye’ye verilmesini içeren bazı gizli protokol görüşmeleri de yapılmıştır.

Irak’taki durumun İngilizlerin lehine sonuçlanmasıyla, silah ve asker sevkiyatı ihtiyacı ortadan kalkınca bu konu da kendiliğinden kapanmıştır.Menteşe Adaları ile ilgili en ilginç tekliflerden birisi de Stalin tarafından gündeme getirilmiştir.
Stalin, 16 Aralık 1941’de Eden ile Moskova’da yaptığı görüşmede;
Ege Denizi’nde Yunanistan için önemli olan adalar dışında Rodos ve 12 Ada’nın Türkiye’ye verilmesi gerektiğini söylemiştir.

Moskova Büyükelçisi Haydar Aktay tarafından doğrulanan bu ifadeler karşısında Ankara bu cömert tekliflerin ardında Boğazlar’da birtakım talepler olduğu veya Türkiye’nin savaşa sokulması için ortaya atılan bir öneri olduğu kanaatindedir.
ABD’nin fiilen savaşa dahil olması sonrasında bozulan dengeyi kendi lehine çevirmeye çalışan Almanya,
1942 başlarında Ortadoğu petrollerine de el atmak niyetindedir.

Almanya,
Türkiye’nin Mihver’in yanında savaşa girmesi durumunda Alman işgalindeki Ege Adaları’ndan bazılarının Türkiye’ye verilebileceği teklifinde bulunmuş ancak bu teklif Türk Hükümeti tarafından uygun bulunmayarak geri çevrilmiştir.
29 Nisan 1942’de Salzburg’da Mussolini ile bir araya gelen Hitler,
Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nden kuşkulandığı bir dönemde Mihver’e katılımını kolaylaştırmak için, Türkiye’ye İtalyan işgalindeki Menteşe Adaları’ndan bazılarını verilmesini teklif etmiş, ancak Mussolini bu teklife bu sefer de olumlu yanıt vermemişti

1943 Yılında Adalar Sorununun Yeniden Canlanması

İtalya’da Mussolini’nin Temmuz 1943’de işbaşından uzaklaştırılması sonrasında hükümeti kuran Mareşal Badoglio;
Müttefiklerin İtalyan ana karasına çıkarma yaptıkları günlerde:
3 Eylül 1943’de Müttefiklerle bir mütareke imzalamıştır.
Mütareke esasları arasında İtalyan Donanması ve arazisinin adalar dahil olmak üzere Müttefiklere teslim edilmesi de vardır.
Bilahare 28 Eylül 1943’de imzalanan kayıtsız şartsız teslim belgesi ile İtalya savaş dışı kalınca .
Alman kuvvetleri Menteşe Adaları da dahil olmak üzere her yerde İtalyan kuvvetlerine karşı harekete geçerek silahsızlandırmaya başlamışlardır.
İtalyanların 12 Ada Genel Valisi Amiral Campione.
Badoglio Hükümeti’ne bağlı olduğunu bildirince İtalyanlarla Almanlar arasında 3 gün süren çarpışmalar meydana gelmiş ve sonunda Almanlar Rodos ve 12 Ada’da kontrolü tamamen ele geçirmişlerdir.
Amiral Campione,
Almanlar tarafından esir edilerek kurşuna dizilmiştir.

Bu arada İngiliz kuvvetleri de Meis Adası’nı ele geçirmeyi başarmışlardır.
Gökhan Ak, dönemin İngiliz Dışişleri Bakanlığı arşiv kayıtlarına dayanarak yaptığı değerlendirmede;
İngilizlerin, İtalyanların yenilgiye uğrayarak savaştan çekilmeleri durumunda, Türkiye’nin İtalyan ve Almanlarla anlaşmak suretiyle Menteşe Adaları’ndan bazılarını işgal edebileceğinden endişe duymakta olduklarını ifade etmektedir.

Churchill Mart 1943’de Stalin’e yazdığı gizli mektubunda
Rodos ve 12 Ada’yı Türkiye’deki hava alanlarını da kullanarak ele geçirmeyi planladığını ifade etmektedir.
İtalya’nın teslim olmasından sonra Churchill’in Türkiye’yi savaşa sokma projesinde kilit noktanın Rodos ve 12 Ada olduğuanlaşılmaktadır.

Churchill,
Müttefikler tarafına geçen İtalyan kuvvetlerinin desteklenmesi ile Leros, İstanköy ve Rodos’un kolaylıkla işgal edilebileceği ve bunun Türkiye’nin savaşa girmesini sağlayacağı görüşündedir.
Avrupa’da devam eden İtalya cephesi ve açılacak Fransa cephesine yoğunlaşan ABD tarafından desteklenmeyen, gerekli çıkarma gemileri ve hava gücünden mahrum olan İngilizler, bu harekâtı kendi kısıtlı imkânlarıyla yapmak zorunda kalacaklardır.

Hitler ise
Ege ve Akdeniz’de stratejik olarak büyük öneme sahip olan Rodos Adası’nın elde tutulması konusunda kendi askeri danışmanlarının fikirlerinin tersine olarak buralara İtalya ve Avrupa’da zayıflama pahasına ilave kuvvetler sevk ettirmiştir.
Hitler adaların boşaltılmasının Güneydoğu Avrupa ve Türkiye üzerinde olumsuz bir etki yaratacağını değerlendirmektedir.
9 Eylül 1943’de Rodos’a havadan küçük bir komando birliği indirerek burada 40.000 mevcutlu İtalyan birliği ile işbirliği yaparak adayı ele geçirmeyi planlayan İngilizler, tam bir hayal kırıklığına uğramışlardır.

İtalyan askerleri Almanların 9.000 askerine karşı mücadele edemedikleri gibi Rodos şehrini Almanlara teslim etmişlerdir.
İngiliz General Wilson, Rodos adasını
Türklerin 1522’de kullandıkları metotla fakat daha kısa sürede kontrol etmeyi planlamıştır.
General Wilson,
1522’de Alman stuka118 yakın hava destek uçakları ve paraşütçülerin olmadığını değerlendirememektedir.17 Eylül’de İstanköy,
23 Eylül’de Sisam Adası’nı İtalyanlardan ele geçiren İngilizler.
Yerli Rumlar ve İtalyan askerleriyle işbirliği yaparak buraları elde tutmayı planlıyorlardı.
Almanların
3 Ekim 1943’de İstanköy’e çıkarma yaparak adayı ele geçirdiklerinde adada bulunan 4.000 İtalyan askeri İngilizlere herhangi bir yardımda bulunamayacaktır.
İngilizler diğer Ege adalarındaki muharebeleri de benzer şekilde kaybederek Leros, Sisam ve diğer adalardaki kuvvetlerini geri çektiler.
Böylece Almanlar
17 Kasım 1943’de Menteşe Adaları’nın tamamını kontrol altına almış oldular.

Bu muharebelerde müttefikler oldukça ağır kayıplar vermişlerdir
Rodos ve diğer adaları kaybetmeleri karşısında Churchill;
Tam bir fiyaskoya dönüşen planı karşısında hatıralarında şöyle ifade etmektedir:
Türkiye, kıyılarının önünde müttefiklerin yetersizliklerini izledi
Daha sonra II.Kahire görüşmelerinde
Türkiye’nin savaşa girmeyi prensip olarak kabul etmekle birlikte, ağır şartlar öne sürmesi karşısında Churchill,
Ege’de gözleri önünde olanları gördükten sonra Türklerin ihtiyatlı oldukları için kimse kınayamaz” diyecektir.

Türkiye’yi savaşa itmeye çalışan İngilizlerin:
Rodos çarpışmalarında mağlup olması
Türk kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır.
A.Emin Yalman ;
Kahire görüşmelerinde Almanların çok sınırlı güçleri olduğunu iddia eden İngilizlerin Rodos’ta Alman hava gücü karşısında kesin bir mağlubiyet yaşamalarını vurgulayarak; İngiltere’nin hitabı şudur:
İttifakın icapları nerede kaldı?
Ne duruyorsunuz?
Harbe girmek istemiyorsanız girmeyin.
Fakat bize üsler verin….
Almanlar size hücum mu ederler?
Hayır etmezler biz biliriz, zaten Balkanlarda kaç uçakları var?

Rodos çarpışmasında yüzer uçaklık dalgalar halinde mi bize hücum etmişlerdi?
Canım sanki bunu hatırlatacak ne var?
Siz kendinizi ateşe atın da üst tarafını biz düşünürüz”
Diye İngilizleri müstehzi bir tavırla eleştirmektedir.
Müttefiklerin bu başarısızlığı, Adana ve 1.Kahire görüşmelerinde Alman gücünü küçümseyen Churchill ve Eden’a karşı İnönü ve Menemencioğlu’nun Alman savaş makinesinin gücünü koruduğuna dair görüşlerinin doğruluğunun teyid edilmesi anlamına geliyordu.Suat Bilge, ironik bir şekilde,
İngiltere’nin bu hamlesi Türkiye’nin savaş dışı kalmasını kolaylaştıracaktır diye yorum yapmaktadır.

Weisband’e göre, Rodos’taki yenilgi;
Churchill’in Türkiye’yi savaşa sokma çabalarının da sonu anlamına gelmektedir.
İngilizlerin bu harekâtı esnasında
Türk hükümeti,
Müttefiklere yardımı esirgememiş ve Suriye’den gelen ikmal maddelerinin Türkiye’deki demiryollarından faydalanılarak, Kuşadası limanı üzerinden, adalardaki İngilizlere ulaştırılmasına izin vermiş.
Ancak İngilizlerin hava desteği için talep ettikleri hava meydanlarını Berlin’in tepkisini çekmemek için tahsis etmemiştir.

Türkiye’den balıkçı tekneleri ve süngerci kayıkları
9 Ekim-17 Kasım 1943 tarihleri arasında 1400 ton acil yardım malzemesini adalardaki İngilizlere ulaştırmıştır.
Aynı teknelerin dönüşünde birçok yaralı ve hasta İngiliz ve İtalyan askerini Türkiye’ye taşımış ve bu askerler Türkiye’deki hastanelerde tedavi edilmiştir.
Bu şekilde
İngiliz Alb.Baird,
Yunan Komutan Tzigantes,
İtalyan Komutan General Sondarelli ve
Yunan piskopos dahil bir çok kişi Samos’tan Türkiye’ye kaçırılmıştır

Von Papen’in Adaların Türkiye’ye Verilmesi Teklifi İtalya’nın teslim olması ihtimalinin belirmesi ve Almanya için Ege’nin öneminin artması sonrasında:
1943 ilkbaharından itibaren Menteşe Adaları konusu yeniden su yüzüne çıkmaya başlamıştır.
Von Papen;8 Nisan 1943’de Numan Menemencioğlu ile görüştükten sonra Berlin’e şöyle bir bildirimde bulunuyordu:
Numan bana, barış antlaşması esnasında Türkiye’nin Küçük Asya’nın bir parçası olarak adaları mutlaka isteyeceğini ancak bu uzak hedefler için tek bir askerini bile feda etmeyeceğini söyledi
Papen’e göre Türkiye bu isteklerinin gerçekleşmesi için savaş sonunda kuvvetli olmak istiyordu.
Müttefiklerin adalara karşı bir harekât yapacağı bilgisini Türkiye gizli emniyetinde görev yapan bir şahıstan temin eden Von Papen,
17 Nisan 1943’de Alman Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir telgrafla;

Bu adaların savaş sonrası için Yunanlara vaat edildiğini, Mussolini tarafından bu adaların Türkiye’ye önerilmesiyle adaların tarafsız hale sokulabileceğini ve böylece Türklerin Mihver’le olan bağının devam ettirilebileceğini belirtmiştir.

Von Papen, bu önerinin İtalyanlardan gelmesi karşısında Müttefiklerin söz hakkı olmayacağını düşünmektedir.
23 Eylül 1943’de Von Papen Menemencioğlu’na yaptığı ziyaret esnasında;
Mussolini tarafından Rodos ve 12 Ada’nın Türkiye’ye iade etmesi için yaptığı teklifle ilgili Türk Hükümeti’nin fikrini almak istemiştir.
Menemencioğlu;
İtalya’nın mütareke imzaladığını ve tüm İtalya üzerinde Müttefiklerin artık bir ipoteği olduğunu, bu şekilde bu adaların tarafsız bir konuma geçemeyeceğini,
Mareşal Badoglio ile böyle bir anlaşmanın geçerli olmayacağını, zaten Mussolini diye meşru bir idare de kalmadığını, Türkiye’nin adaları bu şekilde koşullu olarak teslim alamayacağı cevabını vermiştir.

Menemencioğlu bu tekliften İngiltere Büyükelçisi K.Hugessen’i haberdar edince,
İngiltere hükümeti
7 Ekim 1943’de
Türkiye’nin bu tutumu için teşekkür edecektir.
Von Papen 25 Ekim’de adalar meselesini yeniden açtığında ise Menemencioğlu,
Esasen bu sorun bizim için kapanmıştır”
Diye cevap vermiştir

2. Dünya Savaşının Son Safhasında Menteşe Adaları Aralık 1943’de yapılan II. Kahire Konferansı’nda
Türkiye’nin prensip olarak savaşa girmeyi kabul etmesi ve sonrasında Ankara’da İngiliz Heyeti ile başlayan görüşmelerin kesintiye uğramasıyla,
Türkiye üzerinde savaşa dahil olması için Müttefik baskısı iyice artmıştır.

Dönemin Türkiye Rodos Konsolosu Selahattin Ülkümen;
Türkiye’nin Mihver’e karşı savaşa girmesi ihtimalinin artması karşısında, Almanların buna engel olmak ve gözdağı vermek için, 18 Şubat 1944’de Rodos’taki Türkiye Konsolosluğu binasını iki uçak ile gündüz vakti bombaladıklarını, bu bombalama sonucunda konsolosluk binasının tamamen tahrip olduğunu, konsolos ve eşinin yaralandıklarını, iki kavasın ise öldüğünü ifade etmektedir.

Savaşın sonuna doğru Almanların Menteşe Adaları’ndan çekilmeye karar verdiklerinde;
Bu adaları Türkiye’yi de kendi taraflarına çekebilmek veya Müttefikler tarafından işgal edilerek Mihver aleyhine kullanılmasını engellemek maksadıyla, Türkiye’ye devretmek istedikleri anlaşılmaktadır.

Gazeteci Adviye Fenik;
Almanların, işgal ettikleri bu adalardan çekilmek zorunda kalınca, Yunanlılar ve Yahudilere teslim edilmemek şartıyla Türk Hükümeti’ne teslim etmek teklifinde bulunmuş olduklarını, ancak bu teklifin Ankara tarafından
Bir karış yer istemeyiz!
Bir karış da yer vermeyiz!” diyerek reddedildiğini belirtmektedir.

Dönemin Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin hatıralarında;
Savaşın son safhasında.
1944 yılında, Almanların işgalleri altında bulunan Ege Adaları’ndan çekilmeye karar verdiklerinde, bu adaları Türkiye’ye devretmek istediklerini bildirdiklerini ifade etmektedir. Erkin;
Türk Hükümeti’nin durum hakkında İngilizlere bilgi vermeyi uygun gördüğünü, İngilizlerin ise buna kesinlikle karşı çıkarak, adalara askeri nedenlerle kendilerinin ihtiyaç duyduğunu, kendilerinin işgal edeceğini bildirdiklerini belirtmektedir.

Erkin, İngilizlerin bu tutumu karşısında,
Türk Hükümeti’nin müzakere teşebbüsünde dahi bulunmadan Almanlara olumsuz cevap verdiğini, bu kararın bir talihsizlik olduğunu ifade etmektedir.
1944 Sonbaharında Alman kuvvetleri Balkanlar ve Ege’den çekilmekteyken, Sovyetlerin hızla ilerlemesi karşısında, İngiltere de Yunanistan’a kuvvet çıkarmıştır.
Bu dönemde Sovyetler Birliği ile ilişkileri oldukça gergin olan ve tehdit altında olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile dayanışmasını göstermek üzere Kasım 1944’de Rodos ve 12 Ada üzerinde hiçbir talep ve iddiası olmadığını açıklamıştı

İkinci Dünya Savaşının Sonunda 12 adalarRodos ve 12 Ada’da bulunan Alman kuvvetleri,
Almanya’nın 7 Mayıs 1945’de kayıtsız-şartsız teslim olmasından sonra 8 Mayıs 1945’de İngiliz kuvvetlerine teslim olmuşlardır.

8 Mayıs 1945’den itibaren resmen kurulmuş olan İngiliz askeri idaresi Rodos ve 12 Ada’da duruma hakim görünüyordu.
Ancak İngilizler adaların idaresinin her kademesinde bulunan Rumlar kanalıyla, aslında idareyi fiilen Yunanistan’a bırakmışlardı.
Yunanlar daha savaş devam ederken Rodos ve 12 Ada’yı ele geçirmek için ciddi girişimlerde bulunmaya başlamışlardır.
İtalya’nın Müttefiklerle mütareke imzalaması sonrasında;
23 Ekim 1943’de Newyork’ta toplanan 12 Ada Temsilcileri, Yunanistan’la birleşmek istediklerine dair bir beyan yayınlamışlardır.
1945 Nisan ayında Yunan Dışişleri Bakanı ise bu adaların Yunanistan’a verilmesini beklediğini ifade etmektedir.
Yunanistan Kral Nâibi Damaskinos;
Almanlardan kurtarılan Rodos ve 12 Ada’ya Yunanistan’ın selamını götürmek için, Yunan kara, deniz ve hava kuvvetlerinden temsilcilerle birlikte;
13 Mayıs 1945’de Averof Zırhlısı ile şafatatlı bir merasimle Rodos’a hareket etmiştir.
Aynı gün Yunan Başbakanı Amiral Voulgaris,
Churchill’e çektiği bir telgrafla
Rodos ve 12 Ada’nın derhal Yunanistan’a verilmesini istiyordu.

Bu arada Yunan mukaddes taburuna mensup müfrezeler;
  • Rodos,
  • İstanköy ve
  • Leros’a çıkarak.
Buradaki Alman birliklerini silahtan arındırmaya başlamışlardı.
Yabancı basında Kral Nâibinin adalara bayrak dikmeye gittiği yolunda haberler çıkması üzerine İngiliz Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada,
Damaskinos’un adalara sadece “vaaz vermeye” gittiğini açıklıyordu.
İngiltere’nin Rodos, 12 Ada ve Meis’i Yunanistan’a vermeye karar verdiği ancak ABD’nin prensipleri doğrultusunda barış konferansından önce bunun açıklanmasından kaçındığı anlaşılmaktadır.

Damaskinos,
15 Mayıs’ta Rodos’ta “vaaz değil siyasi bir nutuk” vererek;
Artık 12 Ada’nın hür Yunanistan’a katılmış olduğunu fakat anavatana kesin olarak kavuşmak için biraz sabretmek gerekeceğini” söylüyordu.
Bu arada Yunan kamuoyunda Türk dostluğu konuları gündeme getirilerek,
Türk kamuoyu ile iyi ilişkiler tesis etme ve idame ettirme gayretleri görülmektedir. 

Türkiye’deki kamuoyu gelişen bu olaylar karşısında genel olarak tepkisizdir.
Rodos ve 12 Ada konusunu ele alan nadir yazarlardan birisi olan Dışişleri eski bakanlarından T.Rüştü Aras;
Savaş sırasında İtalya tarafından silahlandırılmış olan Leros ve Rodos adalarının Anadolu’nun güvenliği için yarattığı güvenlik sorunlarına dikkat çekerek, 12 Ada’da tam istiklâl esasına dayanan, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde otonom bir yönetim kurulmasını, böyle bir hal şeklinin Yunanistan’la Türkiye’yi birbirine daha fazla yaklaştıracağını, 12 Ada meselesinin barış konferansında etraflıca müzakere edilmesi için, Türk-Yunan ve İngiliz temsilcilerin katılımıyla bir komisyon tarafından konunun incelenerek, en iyi hal tarzının aranması gerektiğini ifade etmektedir.

Etem İzzet Benice ise bir adım daha ileri giderek;
Anadolu topraklarının devamı olan ve Türkiye’nin burnunun dibinde olan bu adaların bazılarının Türkiye’ye bırakılmasının uygun olacağını belirtmektedir.
Yunanistan’da ise Rodos ve 12 Ada’ya ilişkin olarak en makul fikirlere bile tepki gösterildiği görülmektedir
T.Rüştü Aras’ın ortaya sürdüğü konular karşısında Yunan kamuoyunda büyük bir fırtına meydana gelmiştir.
12 Ada Merkezi Komitesi tarafından Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na telgraflar çekilerek,
T.R.Aras Tan gazetesinde çıkan makalesinden dolayı protesto edilmektedir
Yunanistan Basın Müsteşarı Denis Zakinitinos;
T.R.Aras ve Benice’nin görüşlerini acı bir şaşkınlıkla karşıladıklarını, bu yazıların şahısların kendi fikirleri olduğunu, Türk Milleti’nin bu gibi telkinlere tamamen yabancı olduğunu, bu adalar halkının tamamen Yunan olduğunu ve bu sebeple uluslararası tartışmalara konu olmayacağını ifade etmektedir.

Türk-Yunan Cemiyeti Başkanı Apostolidis Orsmidis ise
Aras’ın makalesinde öne sürülen fikirlere ilişkin olarak;
Bunların Yunanistan’a karşı Türk Milleti’nin hislerini ve herhangi bir Türk vatandaşının samimi düşüncesini aksettirebilecek fikirler olamayacağını
Bu gibi neşriyatın
Türk-Yunan dostluğu arasına entrika sokmak olacağını.
Yunan Milleti’nin Türk Milleti’nden 12 Ada konusunda destek beklediğini ifade etmektedir.
Aras ve Benice’nin yazılarının Atina basını tarafından hayal kırıklığı ile karşılandığı, tepki gösterilmekte olduğu,
Aras ve Benice’nin görüşlerinin diğer Türk basını tarafından da dile getirilmesinden endişe ettikleri ve en yetkili Türk resmi makamları tarafından açıklama yapılmasını istedikleri görülmektedir.
Yunan kamuoyunda savaş sonrasında Rodos ve 12 Ada’nın Yunanistan’a verilmesi doğrultusunda devam etmekte olan kamuoyu oluşturma faaliyetlerine karşın Türk basınında az da olsa başka tepkiler de vardır.

Bunlardan bir tanesi Yeni sabah gazetesinde yayımlanmıştır.
Bu yazıda; savaş sonrası sulh toplantısında şüphesiz olarak İtalya’nın uğursuz gölgesinin Anadolu kıyılarından uzaklaşmasının temin edileceği beklentisi dile getirilmekte, Yunanların adalar meselesinde büyük şamata ve yaygara kopararak;
400 yıl egemenliğinde kalan adaların meşru sahibi olan Türkiye’ye iadesini değil, ancak muhtar idare kurulması hakkındaki düşünceye bile kendi haklarına tecavüz edildiği anlayışıyla tepki göstermeleri eleştirilmektedir.

Bu arada T.Rüştü Aras:
8 Ağustos’ta yayımlanan ikinci bir yazısıyla Yunan tepkilerine cevap vererek, fikirlerinin kişisel olduğunu açıklamış ve aynı görüşlerini tekrar etmiş, diğer yandan da Türk kamuoyunun çoğunun sessizliğine gönderme yaparak fikirlerinin aynı zamanda münferit olduğunu da belirtmiştir.
Aras bu yazılardan amacının yakında başlayacak barış görüşmelerinde
Rodos ve 12 Ada konusunda Türkiye’nin de temsil edilmesi amacı olduğunu ifade etmiştir.

Çok geçmeden Yunan gazetelerinde karşı görüşlerin yeniden dile getirildiği ve Aras’ın bu görüşlerinin iç politika gerekçeleriyle açıklanmaya çalışıldığı;
Türkiye’nin gerçek düşmanının adaları alacak olan Yunanistan değil;
Edirne’nin kuzeyindeki Sakar dağını elinde tutan Bulgaristan olduğu vurgulanmaktadır.
Söz konusu polemiklerin Ankara’da bulunan Times muhabirinin ;
Aras’ın yazısının tamamen kendi görüşleri olduğu ve resmi Türk çevrelerinin 12 Ada’nın Yunanistan’a verilmesinde itirazları olmadığına dair bir yazıyı gazetesinde yayınlaması sonucunda Yunanistan basınının yatıştırılmasıyla sona erdiği görülmektedir.

390 yıl Türklerin idaresinde kalmış olan Rodos ve 12 Ada’nın geleceği ile ilgili Türk kamuoyunda yorumda bulunulmasında yadırganacak bir durum olmamasına rağmen, bu görüşlerin dönemin kamuoyu ve resmi çevrelerinde pek kabul görmediği ve Menteşe Adaları ile ilgili durumun bir “Milli Dava” bazında ele alınmadığı anlaşılmaktadır.

İkinci Dünya savaşı sonrası uluslararası arenada yalnızlaşan ve güvenecek sağlam müttefikler arayan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu dönemde çözülmesi gereken çok daha önemli iç ve dış sorunları vardır.
Oysa aynı dönemde Batılı çevrelerde Rodos ve 12 Ada üzerinde Türkiye’nin de söz hakkı olduğu belirtilmektedir.

Mehmet Saka,
1940 yılında Paris’te savunması yapılan bir doktora tezine atıf yaparak;
Rodos ve 12 Ada’nın Doğu Akdeniz ile bağlantı sağlayan büyük deniz yollarının düğüm noktasını teşkil ettiğini,
Bu deniz yollarının Anadolu sahillerine oldukça yakın geçtiğini ve bu sebeple bazı Avrupalı hukukçuların 12 Ada’nın Türkiye’ye ilhakını meşru görmekte olduklarını;
12 Ada’da üç devletin hak iddiasının muhtemel olduğunu. bunların
  • İtalya
  • Yunanistan ve
  • Türkiye olacağını 
Türkiye’nin hukukî ve stratejik deliller göstererek İtalya’nın bu adalardan çekilmesini isteyebileceğinin öne sürüldüğünü ifade etmektedir.
Yunanistan ise içerde ve dışarıda çok büyük sorunlarla karşı karşıya kalmasına ve savaş sonrası enflasyon, Arnavutluk ve Bulgaristan’la sınır sorunları, cumhuriyetçi,komünist mücadelesi, iç savaş ve açlıkla karşı karşıya olmasına rağmen uluslararası destek görmekte ve“Megali İdea”danTaviz vermemeye gayret göstermektedir.

Rodos ve 12 Ada konusunda savaş sonrası barış konferansından önce, gerek kendi kamuoyunda ve gerekse uluslararası ortamda geniş bir kampanya açan ve bunu istikrarlı bir şekilde devam ettiren Yunanistan.
Hiçbir propaganda faaliyetini ihmal etmemektedir.

Yunan Basın Müsteşarı Denis Zakinitinos,
6 Temmuz 1945’te verdiği demeçte Yunanistan’ın karşı karşıya kaldığı sorunları ve toprak hedeflerini açıklamakta;
Yunan Hükümeti’nin 12 Ada konusunda iyi bir yol izlemekte olduğunu belirtmektedir.
Bu dönemde Zekeriya Sertel, Yunanistan’da Atina sokaklarında görülmeye başlayan ve Türkiye’den neredeyse Ankara’ya kadar olan toprak talepleri içeren,Megali İdea , haritalarına dikkat çekerek;
Türkiye ile Yunanistan’ın aralarındaki sorunları daha önce çözmüş olduklarını düşündüğünü, konu hakkında görüştüğü Yunan Matbuat Cemiyeti Reisi Zafiris tarafından; Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı esnasında insanlar Yunanistan’da açlıktan ölürken yapmış olduğu yardımların konu edildiğini ve günde en az 500 kişinin Türkiye’den gelen yardımlar sayesinde açlıktan ölmekten kurtulduğunu hatırlattığını, Yunanların Türkiye’ye sadece dostluk değil, minnet ve şükran hisleriyle bağlı olduğunu, Türkiye’den toprak isteyen zümrenin azınlık ve Yunan toplumunu temsil etmediğini ifade ettiğini aktarmaktadır.

Önce İtalya ve daha sonra Almanya tarafından işgale uğrayan Yunanistan’da yaklaşık olarak 300.000 kişinin hayatını kaybettiği ve insanlık tarihinde bir ibret vesikası olarak değerlendirilebilecek “Büyük Açlık” döneminde.
Türkiye tarafından kendisi de çok zor durumda olmasına rağmen, kısıtlı imkânlar zorlanarak.
Yunanistan’a önemli miktarda insani yardım malzemesi gönderilmiştir.

Müttefiklerin Almanların eline geçebileceği gerekçesiyle yapmaktan kaçınmaya çalıştıkları insani yardımı savaşın sonuna kadar sürdüren tek ülke Türkiye olmuştur.
Yunanistan’a yaptığı 6.sefer esnasında Marmara Denizinde batan Kurtuluş gemisiyle sembolleşen ve daha sonra başka gemilerle de sürdürülen yardımlarla bir çok Yunan Türkiye’den gönderilen temel ihtiyaç malzemeleri sayesinde hayatta kalabilmiştir.
Diğer yandan, İtalyan yönetimindeki Menteşe Adalarından özellikle Rodos ve İstanköy adalarına da çok miktarda insani yardım malzemesi gönderilmiş ve buradan gelen yaralıların Türkiye’deki hastanelerde tedavi edilmesi sağlanmıştır.
Bu dönemde Leros, Kilimli, İstanköy gibi Menteşe Adaları’ndan çok miktarda insan temin edebildikleri her türlü deniz araçlarıyla Türkiye kıyılarına ulaşmaya çalışmakta ve bu arada birçok trajik olay meydana gelmektedir167.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Paris Barış Görüşmelerinde Adalar

İkinci Dünya savaşının sona ermesiyle birlikte, barış antlaşmalarının imzalanması maksadıyla ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa dışişleri bakanları tarafından “Dışişleri Bakanları Konseyi” meydana getirilmiştir.
Yunanistan daha 28 Nisan 1945’de, Avrupa’da savaş sona ermeden Konsey’e başvurarak adalardaki nüfusun Rum ağırlıklı olmasını öne sürmüş ve Rodos, 12 Ada ve Meis’in kendisine verilmesini istemiştir.

Yunanistan Müttefiklerle İtalya arasında yapılmakta olan barış konferansı müzakereleri esnasında da çeşitli girişimlerde bulunarak,
Menteşe Adaları’nın tamamının kendisine verilmesini talep etmiştir.
Konsey’in 11 Eylül 1945’de Londra’da yapılan ilk toplantısından itibaren İtalya ile yapılacak olan barış antlaşması ve ABD Dışişleri bakanı James F.Byrnes tarafından, silahsızlandırılarak Yunanistan’a devredilmek üzere ortaya atılan 12 Adalar konusu ele alınmaya başlanmıştır.
Menteşe Adaları’nın kendisine verileceğinden emin olan Yunanistan.Türk-İtalyan teknisyenler arasında düzenlenmiş ancak onaylanarak bir antlaşma haline getirilmemiş olan 28 Aralık 1932 tarihli teknisyenler zaptını da
İtalyan barış antlaşmasına dahil ettirmek için gayret göstermiştir.

Bu girişim Yunanistan’ın “sınırsız iştah”ından şikayetçi olan Sovyet Dışişleri bakanı Molotov’un karşı çıkmasıyla başarılı olamamıştır.
Konsey toplantılarında Menteşe Adaları konusunun
Nisan, Mayıs ve Haziran 1946’da muhtelif zamanlarda olmak üzere toplam 9 kez görüşüldüğü ve özellikle 29 Nisan 1946’da geniş bir şekilde tartışıldığı görülmektedir.

Bu toplantı esnasında İngiliz Dışişleri Bakanı Ernest Bevin,
İngilizler tarafında muhafaza edilen bu adaları Yunanistan’a devretmek (return172) istediklerini belirtmiştir.
ABD Dışişleri Bakanı James F.Byrnes ise bu konuda daha önce öne sürdüğü gibi adaların silahsızlandırılarak Yunanistan’a verilmesi gerektiğini ifade etmiş ve Fransa temsilcisi tarafından bu fikirler desteklenmiştir.

Rusya ise İtalya ve Fransa’da komünist partilerin iktidara gelmesi ve ABD’nin Avrupa işlerinden çekilmesi beklentisi ile konuyu sürüncemede bırakarak zaman kazanmaya ve çıkar sağlamaya çalışmaktadır.

Bu toplantılarda dikkati çeken hususlar;
ABD ve İngiliz temsilcilerinin Konsey çalışmalarının başlangıcından itibaren büyük bir istekle Yunanistan’ın tüm toprak isteklerini desteklemekte oldukları;
Fransa temsilcisinin de bunlara iştirak etmekte olduğudur.
Diğer Konsey üyesi Rusya ise ;
İtalya’nın toprak meselelerini bir bütün olarak ele alınmasını istemekte ve İtalyan sömürgelerinden Trablusgarp (Libya) ve 12 Ada’da üs talep etmektedir.

Yunanistan Konsey çalışmaları boyunca İtalya ve Almanya’nın işgaline uğrayarak düştüğü “mağdur” durumu, toprak isteklerinin yerine getirilmesi için sonuna kadar sömürecektir.
Yunanistan, bu gayretlerinin karşılığını çok geçmeden alacak ve ;
Paris Barış Konferansı’nda
30 Nisan 1946’da açıklanan resmi tebliğde, Rodos ve 12 Ada’nın prensip olarak Yunanistan’a devredileceği açıklanacaktır.

27 Haziran 1946’da yapılan Konsey toplantısında
Rus temsilcisi Molotov’un sürpriz bir şekilde adaların Yunanistan’a verilmesine karşı çıkmayacağını açıklaması karşısında
ABD Dışişleri Bakanı Byrnes o kadar şaşırmıştır ki, kendime gelebilmem için birkaç dakika zaman gerekti.”diyecektir.
Armaoğlu,
Ruslardaki bu tavır değişikliğinin sebepleri olarak;
Kendi uyduları haline getirmekte oldukları
Romanya,
Bulgaristan,
Macaristan gibi ülkelerle barış antlaşmalarının yapılmasını çabuklaştırmak ve Yunanistan’da Rusya’nın da desteğiyle başlamak üzere olan iç savaş olarak değerlendirmektedir.
Paris Barış Konferansı kararları Yunanistan Parlamentosu’nda büyük bir sevinçle karşılanmış.
Atina’da büyük gösteriler yapılmış ve adalar üzerine Yunan bayrakları atılmıştır.
Başbakan Çaldaris bu karar üzerine Paris’teki 4 büyük devletin dışişleri bakanlarına teşekkür telgrafları göndermiştir.

İtalya’da ise Rodos ve 12 Ada’nın Yunanistan’a verilmesi konusunda bir memnuniyetsizlik görülmemektedir.
Bu dönem Türk basınında belki de İtalya, Almanya ve İngiltere’nin elindeyken yarattığı sorunlardan dolayı;
Rodos,12 Ada ve Meis’in zayıf Yunanistan’a devri olumsuz bir hava yaratmamıştır.

Ulus gazetesi haberi
12 Ada’nın Yunanistan’a devri kararlaştırıldı.
Manşetiyle duyurmakta;

Yeni Asır
Paris konferansı dün mesut bir sürpriz ile karşılaştı ve “12 Adalar Meselesi Halledildi Manşetini atmaktadır.

Hüseyin Cahit Yalçın ise köşe yazısında;
Bundan 25 yıl önce 12 Adanın Yunanistan’a verilmesi söz konusu olsaydı Türkiye’de büyük fırtına kopardı. 
Bugün ise fırtına değil, memnuniyet dalgalanıyor demektedir.

Sonuçta;
Paris-İtalyan Barış Antlaşması, 10 Şubat 1947’de İtalya dahil olmak üzere 21 ülke tarafından imzalanmıştır.
Paris-İtalyan Barış Antlaşması’nın 14.maddesi ile 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 15.maddesi kapsamında Türkiye tarafından İtalya’ya devredilmiş olan;
Rodos, 12 Ada (Stampalia, Kalki, Skarponto, Kazos, Piskopis, Misiros, Kalimnos, Leros, Patnos, Lipsos, Simi ve Kos) ve Meis bitişik adacıklarıyla birlikte “silahsızlandırılarak ve öyle kalması şartıyla” Yunan egemenliğine verilmiştir.

Paris-İtalyan Barış Antlaşması’nın imzasından sonra Rodos, 12 Ada ve Meis adasındaki İngiliz askeri idaresi 1 Nisan 1947’de Yunan askeri idaresine devredilmiştir.

Yunanistan 1948’de bu adaları 12 Ada (Dodecanese) adı altında kendi topraklarına dahil etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nda yaşadığı işgal ve mağduriyetleri kendi lehine kullanan ve harbin galipleri tarafından desteklenen Yunanistan’ın toprak talepleri böylece karşılanmış ve Rodos ve 12 Ada’da yaklaşık 389 yıllık Türk egemenliği ve 35 yıllık İtalyan hakimiyeti sona ermiş oluyordu.
Rodos ve İstanköy Türkleri yeniden tabiyet değiştirmek veya öz topraklarını terk etmek gibi birbirinden acıklı seçeneklerle karşı karşıya kalıyorlardı.

Türkiye’nin Paris-İtalyan Barış Görüşmesi ve Menteşe Adaları’nın Yunanistan’a Verilmesine İlişkin Tutumu


İkinci Dünya savaşını Avrupa devletlerinin kendi aralarındaki çelişkiler sonucunda yarattıkları bir sorun olarak değerlendirerek, kendine has bir tarafsızlık politikası takip eden ve Müttefikler ve Mihver’in baskılarına rağmen savaşa girmeyen Türkiye, savaşın sonunda Birleşmiş Milletler’e dahil olmakmaksadıyla
23 Şubat 1945’de Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir.
Savaş sonunda Boğazlar ve Doğu Anadolu’da toprak talepleri sebebiyle ağır bir Sovyet baskısı altında olan ve uluslararası arenada siyasal yalnızlık içinde bulunan Türkiye,
Rodos ve 12 Ada üzerindeki meşru haklarını Dünya kamuoyuna duyuramamıştır.

Sovyet baskısına karşı ABD ve müttefiklerden destek aramak zorunda kalan Türkiye, Ege Denizi’nde Yunan ve ABD donanmaları ile birlikte tatbikat yaparak, Sovyetler Birliği’ne gözdağı vermeye çalışmaktadır.

Türk Hükümeti sonraki yıllarda, Rodos ve 12 Ada hakkında bu dönemde izlenen politika sebebiyle eleştirilmiş, beceriksizlikle ve bu adaları elden kaçırmakla itham edilmiştir. 

Cengiz Orhonlu;
Türkiye’nin 12 Ada dolayısıyla görüşmelere katılmak istediğini ancak bu adaların Yunanistan’a verilmesi keyfiyetinde çekimser kaldığını, böylece Türk hükümetinin adalar üzerindeki Yunan hakimiyetini tanımaktan kaçınmış olduğunu belirtmektedir
Oysa Yunanistan bu dönemde çok önemli iç ve dış sorunlarla karşı karşıyadır.
Arnavutluk ve Bulgaristan’la süren sınır sorunları ve 1949’a kadar sürecek iç savaş ülkede istikrarı ortadan kaldırmıştır.

Bu adaları ilhaka hazırlanan Yunanistan
Türkiye ile karşı karşıya gelmek istememektedir.
İtalya ise kendi iç ve dış meseleleriyle fazlasıyla meşgul olduğundan adaların Yunanistan’a verilmesine razıdır.
Hatta Washington’daki İtalyan büyükelçisi hükümetinin bu konudaki niyetini açıklamıştır.
Paris-İtalyan Barış Antlaşması’nın 88.maddesi, İtalya ve Arnavutluk ile savaş durumunda olan ancak konferansa katılamayan devletlere bu anlaşma açısından “ortak devlet” muamelesi yapılmasına olanak vermektedir.

Türkiye İtalya’ya savaş ilan etmemiş olduğu için bu maddeden faydalanamamış ve Paris İtalyan Barış görüşmelerinde imzacı olarak yer alamamıştır.
Bu durum gelecek yıllarda

Yunanistan bu adaları silahlandırmaya başladığında Türkiye’nin yaptığı itirazlara Yunanistan’ın Türkiye’nin Paris-İtalyan Barış Antlaşması’nın tarafı olmadığı biçiminde karşılık vermesine zemin hazırlayacaktır.
Türkiye hükümetinin bu görüşmeler esnasındaki tutumuyla ilgili olarak;

Cüneyt Arcayürek
Eski dışişleri bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil’i kaynak göstererek
Türkiye’nin İngiltere tarafından adalar konusunda Paris Barış Konferansı’na davet edildiğini, bu konuda yazılı belgenin fotokopisinin Çağlayangil’e verildiğini,
Türk Hükümeti’nin bu konferansa katılmak istemediğini ve sonunda adaların Yunanistan’a verildiğini ifade etmiştir.

Dönemin Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri F.Cemal Erkin;
Böyle bir davet gelmediğini ve anılan konferansın galip devletler ile mağluplar arasında yapılan toplantı olduğunu ifade ederek, olayı hatıralarında şöyle anlatmaktadır
Konferans münasebetiyle, ben genel sekreter sıfatıyla hükümetten toplantıya katılmak hususunda veya hiç değilse adalar konusunda Müttefikler nezdinde girişimde bulunulup bulunulmayacağını sordum. 

Hükümet konuyu görüştü ve savaşa katılmadığımız için hiçbir istekte bulunulmaması hususunda bana talimat verdi…
Hiç şüphesiz emre riayet edilecekti.
Ancak adaların ani kaderi karşısında derin bir hüzne kapılmamaya da imkân yoktu.

Yılmaz Altuğ ise makalesinde
İngilizler tarafından Türk Hükümeti’ne gönderildiği öne sürülen belgenin fotokopisini Çağlayangil’e verdiği iddia edilen Şükrü Elekdağ ile yaptığı telefon görüşmesinde; Elekdağ’ın Çağlayangil’e böyle bir beyanda bulunmadığı ve böyle bir belgenin Dışişleri Bakanlığı arşivinde mevcut olmadığı bilgisini aldığını ifade etmektedir.

Erkin hatıralarında;
Türk Hükümeti’nin toplantıya katılmak için girişimde bulunulmaması talimatına rağmen, Paris Barış Konferansı’ndan gelen Menteşe Adaları’nın Yunanistan’a bırakılacağı haberleri üzerine;
İngiliz ve ABD büyükelçileri ile görüşerek;
Anadolu kıyılarına en yakın olan adaların Türkiye’ye devri suretiyle adil bir paylaşım önerdiğini, bir süre sonra İngiliz Büyükelçi tarafından kendisine;

Adalar konusunda ABD ve Sovyetler Birliği’nin anlaşmaya vardığı, Sovyetlerin Boğazlar konusunda bir taleple ortaya çıkmasına yol açmamak için bu adaların silahsızlandırılarak Yunanistan’a bırakıldığı cevabının verildiğini ifade etmektedir.
Yunanistan böylece yüzyıllık emelini kuvvetli hamileri sayesinde gerçekleştirmiş oluyor ve Ege coğrafyasında Yunanistan lehine ve Türkiye aleyhine aşırı bir dengesizlik meydana geliyordu.
Bu dengesizlik ve Yunanistan’ın devam eden aşırı yayılma istekleri sonucunda Ege’de egemenlik ihtilafları çok geçmeden meydana çıkmaya başlayacaktır.
1996 yılında meydana gelen
Kardak Krizi
Ege’deki temel sorunun
egemenlik sorunu olduğunu açıkça ortaya koyacak
Ve Türk kamuoyunda Ege sorunları bambaşka boyutlar kazanacaktır.

Bugün Ege Denizi’nde Yunanistan’a ait olan adalar, egemenliği Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından uluslararası hukuk çerçevesinde yapılan anlaşmalarla İtalya ve Yunanistan’a devredilen adalardan ibarettir.
Kurumahmut-Başeren tarafından yapılan bir çalışmaya göre;
Ege Denizi’nde büyük bir kısmı Menteşe Adaları bölgesinde olmak üzere egemenliği devredilmemiş durumda bulunan 150’den fazla ada, adacık ve kayalık mevcuttur.
Tarihi gelişim süreci içinde Yunanistan’a devredilmeyen bu ada, adacık ve kayalıklarda bugün Türk egemenliğinin devam ettiği değerlendirilmektedir


Sonuç

Menteşe Adaları üzerindeki Osmanlı egemenliği, fethedildiği 1522’den İtalyan işgaline uğradığı 1912 yılına kadar kesintisiz olarak devam etmiştir.
Trablusgarp savaşı esnasında İtalya tarafından Mayıs 1912’de işgal edilen Rodos ve 12 Ada, Uşi Antlaşması hükümlerine aykırı olarak Osmanlı Devletine iade edilmemiştir.

24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 15.maddesi ile Menteşe Adaları’ndan Rodos ve Meis dahil olmak üzere toplam 14 adedi ismen sayılarak İtalya’ya devredilmiştir.
İki savaş arası dönemde eski Roma İmparatorluğu’nu yeniden ihya etmeye çalışan ve Akdeniz’i Mare Nostrum (Bizim Deniz) diye adlandıran Faşist İtalya hükümeti tarafından tahkim edilerek silahlandırılan bu adalar,
Anadolu’nun güvenliğini tehdit etmesi sebebiyle Genç Türkiye Cumhuriyeti için sürekli endişe konusu olmuştur.

İkinci Dünya savaşında İtalyan egemenliğindeki Menteşe Adaları,
Eylül 1943’de İtalya’nın savaş dışı kalması sonrasında,
Müttefikler ve Mihver tarafından Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa katılmasını etkilemek maksadıyla yürüttükleri bir harekât silsilesine maruz kalmıştır.
Özellikle Rodos’un ele geçirilmesi mücadelesi ve bu harekâtın sonunda Müttefiklerin başarısızlığı,
Churchill’in Türkiye’yi savaşa sokma çabalarında sonun başlangıcını işaret etmektedir. Almanlar tarafından işgal edilen Menteşe Adaları savaşın sonuna kadar Almanların kontrolünde kalmıştır.
Savaşın sonuna doğru, Almanlar Balkanlar ve Ege’yi terk ederlerken, adalardan bazılarını Türkiye’ye devretmeyi teklif etmişler,
Ancak bu teklifle ortaya çıkan fırsattan Türk Hükümeti;
İngiltere’nin karşı çıkması
Sovyet tehlikesi gibi sebeplerle ve
Savaşa girmemiş olduğu için ganimetten faydalanamayacağı mülahazaları ile müzakere dahi etmeden reddederek yeterince faydalanamamıştır.
Sovyetler 1944 Sonbaharında Balkanlarda hızla ilerleyerek;
Romanya ve Bulgaristan’a girmişlerdir.
Bu durum karşısında İngiltere de Yunanistan’a kuvvet çıkarmaya başlamıştır.

Bu dönemde Sovyetler Birliği ile ilişkileri oldukça gergin olan ve tehdit altında olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile dayanışmasını göstermek üzere Kasım 1944’de Rodos ve 12 Ada üzerinde hiçbir talep ve iddiası olmadığını açıklamıştır.

İkinci Dünya savaşında Müttefikler ve Mihver devletlerinin baskılarına rağmen savaşa iştirak etmeyen Türkiye, savaşın sonunda Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir. 
Savaşın sonuna doğru Boğazlarda üs ve Doğu Anadolu’dan toprak isteyen Sovyetler Birliği’nin yoğun baskısı altında kalan Türkiye Menteşe Adaları üzerindeki meşru haklarını yeterince savunamamıştır.

Sovyet baskısına karşı yalnız kalan
ABD ve müttefiklerden destek aramak zorunda kalan Türkiye
Bu dönemde ABD ve İngiltere’nin Yunanistan’a destek vermeleri sebebiyle, adaların Yunanistan’a verilmesi kararına karşı çıkamamıştır.

Paris-İtalyan Barış Antlaşması ile Türkiye’nin Lozan Barış Antlaşması kapsamında İtalya lehine hükümranlık hakkından vazgeçmiş olduğu Menteşe Adaları, halkının çoğunluğunun Rum olması gerekçesine dayanılarak, plebisit yapılmasına bile gerek görülmeden Yunanistan’a devredilmiştir.

Lozan Barış Antlaşması’nın Anadolu kıyılarına yakın adaların askerlikten tecrit edilmesi hükmüne paralel olarak, bu adaların silahsızlandırılması ve öyle kalması hükmü koyulmuştur.
Böylece Lozan Barış Antlaşmasıyla Ege’de kurulmuş olan Türk Yunan dengesi Türkiye’nin aleyhine değişmiştir.

İkinci Dünya savaşı esnasında önce İtalya’nın ve daha sonra Almanya’nın saldırısına uğrayan ve savaş sırasında yaşadığı mağduriyeti en iyi şekilde kullanan Yunanistan;
ABD ve İngiltere’nin de yardımlarıyla Paris-İtalyan Barış Antlaşması kapsamında Rodos,12 Ada ve Meis’in İtalyanlardan alınarak kendisine verilmesi sonucunda emeline ulaşmıştır. 
ABD ve İngiltere’nin bu kararı almasındaki en güçlü gerekçe bu adaların yerli halkının çoğunlukla Rum olmasıdır.
Gerçekte bu dönemde özellikle Rodos ve İstanköy’de kayda değer bir Türk nüfusu da yaşamaktadır.

Diğer yandan
Türkiye’nin savunma ihtiyaçları ve jeopolitik konumu bu kararı alırken göz önüne alınmamıştır.
Türkiye ise İtalya tarafından kendisinden zorla alınan bu adaların egemenliği konusunda karar verilen bu görüşmelere gözlemci olarak dahi iştirak edememiştir.

Rodos ve 12 Ada’daki Türk-Müslüman varlığında daha önce İtalyan işgali sonrasında önemli azalmalar meydana gelmekle birlikte, adalardaki Türk nüfusu özellikle Yunanistan’a verildikten sonra dramatik bir şekilde azalmış, bir çok Türk Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır.
Türkiye ile tam bir vücut teşkil eden ve Anadolu’nun mütemmim cüzlerinden ibaret olan Menteşe Adaları’nın Türkiye için önemi aslında buraların sadece Yunanistan’ın eline geçmesi ve silahlandırılması meselesi değildir.

Bu adaların emperyalist bir devlet tarafından ele geçirilmesi durumunda, bu devlet tarafından Ortadoğu ve Asya’ya yapacağı bir harekât için üs olarak kullanılması tehlikesidir. 
Anadolu’nun güvenliği kıyısında bulunan adalardan başlamaktadır.
Yunanistan için bu adaların kendi ana kıtasının savunulması için böylesine stratejik bir önemi yoktur çünkü adalar Yunan ana karasından oldukça uzaktadır.
Diğer taraftan Yunanistan bu adaları savunabilmek için gerektiği kadar kuvvetli olmadıktan başka, bu adaların savunulması bakımından Türkiye kadar hassas değildir.
1996 yılında meydana gelen “Kardak Krizi” sonrasında Ege’deki temel sorunun “egemenlik sorunu” olduğunu açıkça ortaya çıkmış ve Türk kamuoyunda Ege sorunları bambaşka boyutlar kazanmıştır.

Son yıllarda yapılan çalışmalarda Ege Denizi’nde büyük bir kısmı Menteşe Adaları bölgesinde olmak üzere egemenliği devredilmemiş durumda bulunan 150’den fazla ada, adacık ve kayalığın mevcut olduğu ortaya koyulmuştur.
Bugün Ege Denizi’nde Yunanistan’a ait olan adalar, egemenliği Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından uluslararası hukuk çerçevesinde yapılan anlaşmalarla İtalya ve Yunanistan’a devredilenlerden ibarettir.

Türkiye ve Yunanistan tarihi süreç içinde adalar sorunu tam olarak budur, Tarihi gelişim süreci içinde Yunanistan’a devredilmemiş olan ada, adacık ve kayalıklar konusunun, dönemsel ayrıntılar dikkate alınarak incelenmesi ve yerli ve yabancı arşivlerde yer alan belgelere dayalı olarak ortaya koyulmasının gerekli olduğu değerlendirilmektedir.


Kaynaklar


Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları DergisiJournal Of Modern Turkish History StudiesXVII/34 (2017-Bahar/Spring), ss. 279-318.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA MENTEŞE(RODOS, 12 ADA VE MEİS) ADALARI / Yeter MENGEŞ

Yorum Gönder

Yorum Gönder

Yorumlarda lütfen saygılı olun