Liyakat sadakat ve adalet
![]() |
Liyakat sadakat ve adalet |
Sadakatin Paha Biçilmez, Liyakat Üç Kuruş:
İş Bilenin, Kılıç Kuşananın mı? Yoksa Tespih Çekenin mi?
Eskiden "iş bilenin, kılıç kuşananın" derlerdi. Artık “iş bilenin değil, kim tespihi daha hızlı çekenin” demek daha doğru?Liyakat yerine sadakati esas alan sistemlerde ekonomi hacamat gibi işliyor; eski kanı (Liyakat) boşaltıyor, ama yeni kan yerine sadakati koyuyor.
Sosyal yaşam ise kervan geçmez çöl kasabası misali suskun, durağan, çaresiz.
Gelin bunu Bilal’e anlatır gibi, tane tane izah edelim.
Ekonomik Çarklar: Usta Çırak Değil, Biat Döngüsü
Bilal kardeş, Liyakat yerine sadakat esas alındığında, kazananı yetenek değil, bağlılık belirliyor. Türkiye'de maalesef devlet kapıları şeffaf CV yerine mühürlü sadakat belgeleriyle açılıyor.
Sizin döneminde devlet baba liyakatli kişileri değil, sadakati esas alarak terfi veriyor.
Bu sistemde ekonomi, akan bir nehir gibi değil, yağmur duasına bağlı tarla gibi işliyor.. Üretim yok, sadece bağlı olanlara ihale dağıtılıyor.
Bu sistemde ekonomi, akan bir nehir gibi değil, yağmur duasına bağlı tarla gibi işliyor.. Üretim yok, sadece bağlı olanlara ihale dağıtılıyor.
Sonuç?
Çarklar dönüyor gibi görünüyor ama her kes Bilal kardeşin değirmene su taşıyor.
Halka ise göstermelik kalkınma, içi boş yatırımlar, ölü doğmuş projeler kakalanıyor…
Sosyal Yaşam: Çobanın “Akıllı” Seçimi
Toplum artık bilgiyle değil, sadakatle yoğruluyor. Akademisyenler teoriler üretmek yerine, doğru şifreyi girerek kadroya dâhil oluyor.
Sanatçılar yenilik yapmak yerine, methiyeler düzerek sahnede kalıyor.
Gençler sorgulamak yerine, sadakatin gölgesinde serinlemeyi seçiyor.
Gençler sorgulamak yerine, sadakatin gölgesinde serinlemeyi seçiyor.
Üniversiteler bilginin mabedi değil, diplomalı sadıkların üretim yeri haline geliyor.
Kültürel üretim gerçekleri değil, yönetimin hoşuna gidecek masalları anlatıyor.
Sonuç?
Sonuç?
Kervan liyakatle belirlenmiyor artık, çünkü kervana kimlerin alınacağı önceden belirlenmiş.
Biat düzeninin hüküm sürdüğü ülkelerde ekonomik gelişme, şansa ve dış faktörlere bağlıdır. Sistem liyakati değil sadakati önemsediğinde, toplum zamanla düşünen değil, itaat eden bireylere dönüşür.
Bu ise gelişme değil, devinimdir yani hareket var ama bereket yok.
Hayali Refah: Gölge Oyunundaki Ekonomi
Liyakat yerine sadakat esas alındığında, ekonomik göstergelerle vatandaşın cebi birbirine tezat oluyor.
Devlet istatistiklerine göre ekonomi şaha kalkıyor, ama vatandaşın şaha kalkmış atın nalları altında eziliyor.
İşsizlik kâğıt üzerinde eriyor, lakin insanlar gerçekte iş bulamıyor.
Bu sistemde gerçeklik, tasarlanmış bir dekor gibi.
Bu sistemde gerçeklik, tasarlanmış bir dekor gibi.
Yoksulluk yok.
Çünkü gözler görmezden gelmeye alıştırılmış.
Gelir adaleti var,
Çünkü ölçümün yapıldığı terazinin kefesi devletin elinde.
Refah var.
Ama yalnızca ekranlarda; sokakta, pazarda, mutfakta değil.
Sonuç: Çadır Devleti mi, Kurumsal Devlet mi?
Sadakatin dinamo, liyakatin ise fren gibi görüldüğü bu sistemde, ilerleme değil, döngü vardır.
Gelişmek yerine, aynı yerde daha hızlı dönmek esas alınır. dön baba dönelim.
Ancak bu bir kısır döngüdür; çember ne kadar hızlı dönse de, yerinde saymaya mahkûmdur. haa, Bilal hariç.
Son soru şu: Gerçek bir devlet mi, yoksa hikâyelerle süslenmiş bir çadır düzeni mi? Liyakat ve adalet temel alınmadan kurulan hiçbir sistem sürdürülebilir değildir.
Bu yüzden seçim basittir:
Ya kurumsal devlet ile büyüyeceğiz, ya da sadakat ekonomisinin batağında kaybolacağız.
Reise yaslanmış eski bir tespih,
Sadakat Ve Liyakat Şiiri
Reise yaslanmış eski bir tespih,
Her tanesi bir makam, her dönüşü bir terfi…
Ama ipi çürük, çekince kopuyor,
Sadakat yere düşüyor,
Ve sokakta yankılanan çıtırtı,
Liyakat ölüyor.
Bir ustanın tezgâhına uğradım,
Liyakat ölüyor.
Bir ustanın tezgâhına uğradım,
Eğri mengenede düz işçiler,
Çark döndükçe un ufak.
Usta çırak ilişkisi değil artık,
Sadakat kuyusundan çekilmiş çamur,
Şekil verilmeye çalışılan haysiyet.
Ama fırın sıcak değil, ve çömlek paramparça…
Şehrin meydanında bir pazar kuruldu,
Şehrin meydanında bir pazar kuruldu,
Tezgâhta liyakat satılıktı.
Üç kuruş eden yok, ama sadakat nar gibi,
Bunu al, yeter ki bağlan!” diyor satıcı,
Fiyatı sorunca bir göğe bakıyor, bir yere,
Kıymeti bağlılıktan gelir," diyor,
Bağlı olmayan için bedelsizdir.
Gölge gibi yürüdüm sokaklarda,
Gölge gibi yürüdüm sokaklarda,
Duvarlar hikâyeler anlatıyordu.
Birinde, sadakatin kavruk gölgesinde,
Belgesiz akademisyenler, belgesiz sanatçılar,
Belgesiz mühendisler,
Belge yerine dua taşırken,
Sadakat mühür gibi basılmıştı alınlarına.
Ama şehir, çöl gibiydi, kervan geçmiyordu artık…
Bir sahne kuruldu meydanın ortasına,
Bir sahne kuruldu meydanın ortasına,
Bir oyun başladı,
Dekor şahane, kostümler şaşaalı.
Ama oyuncular tespih çekiyordu,
Metin unutulmuştu.
Ve biri fısıldadı kulisten:
Sistem budur, ne konuşmak, ne düşünmek!
Tespih çek, gölgeye sığın, söz sırası senin değil!"
Günün sonunda, teraziye çıkardılar devleti,
Günün sonunda, teraziye çıkardılar devleti,
Bir kefesine sadakat koydular, diğerine liyakat.
Ama terazi bir türlü dengelenmedi.
Baktılar, göğe kaldırdılar,
Derin bir nefes aldılar, ve sonunda karar verdiler:
Sadakati ağır basan kazansın!
Ve sonra herkes birbirine baktı,
Sadakati ağır basan kazansın!
Ve sonra herkes birbirine baktı,
Ama kimse gülmedi.
Çünkü artık sadece perde vardı,
Sahne çoktan boşalmıştı…